Blue Flower

KUTSAL RUHUN İŞLEYİŞİNİN AYIRT EDİCİ BELİRTİLERİ
KUTSAL RUHUN İŞLEYİŞİNİN ETKİN OLDUĞU OLAĞANÜSTÜ OLAYLAR DİKKATE ALINARAK NEW ENGLAND HALKININ ZİHİNLERİNDE BU İŞLEYİŞİN ALIŞILMADIK ETKİSİYLE İLGİLİ AYIRT EDİCİ BELİRTİLER

Yazar: Jonathan Edwards

Çeviren: Levent Kınran

 

BAY COOPER’IN OKURA ÖNSÖZÜ 

 

Tanrı’nın kilisesinin zamanın başlangıcından beri maruz kaldığı çeşitli dönemler ya da lütuf günleri vardır. İman atalarının dönemi, Musa’nın yasasının dönemi, İsa Mesih’in müjdesinin dönemi ve şu anda içinde bulunduğumuz dönem. Çeşitli faydalardan ötürü parlaklığıyla en çok ışık saçan ve tüm diğerlerini aşan gün bugündür. Mesih’in yeryüzündeki egemenliğini ilk kurduğu, Müjde’nin ışığının ve gücünün yayılmaya başladığı vakit Kurtarıcımızın öğrencilerine söylediği şu sözler, İncili dönemin içerisinde yaşamanın büyük mutluluğuna sahip olan bizlere seslensin: “Sizin gördüklerinizi gören gözlere ne mutlu! Size şunu söyleyeyim, nice peygamberler, nice krallar sizin gördüklerinizi görmek istediler, ama göremediler. Sizin işittiklerinizi işitmek istediler, ama işitemediler.” (Luka 10:23, 24). 

Musa’nın dönemi, örnekler ve suretlerle zor anlaşılır olsa da önceki dönemden çok daha aşkındır: ama Müjde’nin dönemi yücelikte ondan da aşkındır, çünkü güneşin doğuşuyla ve gücünü ortaya koymasıyla ortadan kaybolan yıldızlar gibi yasanın yüceliğini gölgede bırakır – Müjde’yi bu denli görkemli kılan başlıca unsur Kutsal Ruh’un hizmetidir. Müjde’nin vaaz edilmesiyle Kutsal Ruh sadece mucizevi armağanlarla değil, Müjde’nin ilk günlerindeki gibi içsel kurtarma etkinliğiyle dışsal hizmete eşlik ederek sayısız insanın Mesih’e dönmesini, suçlar ve günahlar yüzünden ölü olan canların ruhsal yaşama kavuşmasını ve onların sonsuz yaşama hazırlanmasını sağlamak için bol miktarda döküldü. Bu nedenle Elçi, Eski ile Yeni Antlaşma, Musa’nın yasasıyla İsa Mesih’in müjdesi arasında bir karşılaştırma yaparken şöyle der: “Yazılı yasa öldürür, Ruh ise yaşatır. Ölümle sonuçlanan hizmet, yani taş üzerine harf harf kazılan yasa yücelik içinde geldiyse öyle ki, İsrailoğulları geçici olan parlaklığından ötürü Musa'nın yüzüne bakamadılar- Ruh'a dayalı hizmetin yücelik içinde olacağı daha kesin değil mi?” (2. Ko. 3:6,7,8).    

Müjde’nin bu bereketli döneminin, bizim değer ve takdirimizi artıracak çeşitli sıfatları vardır. İncilci peygamber tarafından “Rab’bin lütuf yılı” (Yşa. 61:2) diye adlandırılmıştır. Bunu beğeni yılı, iyilik yılı ya da Rab’bin iyi isteğinin yılı olarak da okumak mümkündür, çünkü O’nun lütfunu ve beğenisini olağanüstü bir şekilde ortaya koyduğu, ruhsal bereketlerini eksiksiz ve serbestçe döktüğü özel bir dönem olacaktır. – Kurtarıcımız bunu ifade etmek için sadece Hristiyan döneminin sonunda her şeyin görkemli bir şekilde yeniden düzenlendiği zamandan değil, baştan itibaren sona dek belli bazı canların lütufla tazelendiği zamandan söz etmek için yenilenme deyişini kullanmıştır (Mat. 19:28).  Ancak Tanrı’nın lütfunun Müjde’nin günlerindeki işleyişine kıyasla önceki dönemlerde yenilenen ve kutsal kılınan insanların sayısı azdır. İlk kurulduğu gün Müjde kilisesine katılanların sayısı o kadar büyüktü ki, bunu peygamberlikle bildiren hayranlık uyandırıcı soruya neden olmuştu: "Nedir bunlar, bulut gibi, yuvalarına yaklaşan güvercinler gibi süzülüp gelenler?” (Yşa.60:8). Kutsal Ruh’un gücü, söz hizmetine öyle eşlik etmişti ki tek bir vaazla binlerce kişi iman etmişti. – Ne var ki, Kutsal Ruh’un bu büyük dökülüşüne, Müjde’nin ışığının dünyada parlayışına ve dinin hoş baharının yeryüzünde fışkırmasına rağmen bu kurtaran ışık ve etkiler yavaş yavaş geri çekilmeye, Müjde daha az ürün vermeye ve Hristiyanlığın durumu yer yer zayıflamaya başladı.  

Gerçekten de papalıktan sonraki Reform döneminde, Müjde’nin ışığı kilisenin üzerine parladığı ve Mesih-karşıtının karanlık bulutlarını dağıttığı zaman Tanrı’nın lütfu sözün duyurulmasına öyle güçlü bir şekilde eşlik etti ki canların kurtuluşunda ve gelişiminde hayranlık uyandıran bir başarı kazandı. İman edenlerin yüreklerinde ve yaşamlarında bereketli ürünler yetişti. Yüce Kurtarıcı’nın görkem ve ihtişam içinde galip gelip zafer kazanarak saf Müjde’nin beyaz atına bindiği ve Yonatan gibi elindeki okun boş dönmediği İnsanoğlu’nun günlerinden biri yaşandı. Ancak daha sonra Reform’un bütün kiliselerinde uzunca bir süre ne denli ölü ve kısır bir dönem başladı! Altın sağanaklar azaldı, Ruh’un etkisi askıya alındı ve bunun sonucunda Müjde’nin üstün bir başarısı görülmedi. İman edenler nadirdi ve sayıları belirgin değildi, Tanrı’dan doğan oğullar ve kızlar azaldı, Hristiyanların yürekleri eskisi gibi buyruklarla canlanmadı, ısınmadı ve tazelenmedi.    

Bu ülkede bizim aramızda yıllar boyunca imanın böyle üzücü bir durumda olması (merhamet yağmurunun ziyaret ettiği bir iki yer dışında, diğer kasabalara ve kiliselere yağmur yağmamıştır) ruhsal duyuları çalışan sadık hizmetkarlar ve ciddi Hristiyanlar için ağıt konusu olmuştur. Bundan ötürü her Şabat günü toplu dualarımızda Tanrı’nın Kutsal Ruh’unu üzerimize dökmesi ve yılların ortasında işini yeniden canlandırması için yakarmışızdır. Hükümetin belirlediği yıllık oruç günlerinin yanı sıra, kiliselerin çoğu, ‘Rab’bin gelip üzerimize doğruluk yağdırması’ için dua ve oruçla O’na yöneldikleri günler belirlediler.     

Ve şimdi – “İşte! Aradığınız Rab ansızın tapınağına geldi.” Şu anda içinde bulunduğumuz dönem ya da lütuf ne bizim ne de babalarımızın görmediği düzeydedir ve bazı koşullarda o denli harikadır ki Rab’bin göğe alınmasından hemen sonra Kutsal Ruh’un muazzam dökülüşünden beri eşi benzeri olmamıştır. Elçisel günler bize geri dönmüş görünmektedir: Halkının toplantılarında Kutsal Ruh’un gücü ve lütfu açıkça gözler önüne serilmekte ve Müjde’nin sözüne tanıklıklar verilmektedir.  

Vefat etmiş olan saygıdeğer alim Bay Howe’ın, burada aktarılmaya değer, dikkat çekici bir yazısını hatırlıyorum. “Son Günlerden önce Hristiyan Kilisesinin, Kutsal Ruh’un bol Dökülüşü Sayesinde Gönençli Durumu”, sayfa 80 adlı konuşmasında geçiyor. “Kutsal Ruh’un bol bol döküldüğü zamanlarda hizmetkarlar kendilerine düşen payı muhakkak alacaklardır. Böyle bir zaman geldiğinde bugünkünden başka türlü vaazlar duyacaksınız (siz ya da o günleri görenler) ve canlarla da başka şekilde ilgileneceksiniz. Kutsal Ruh’un bizden bile büyük ölçüde kendini geriçektiği üzücü derecede bellidir. Canlara nasıl anlamlı bir şekilde sesleneceğimizi, içinize nasıl işleyebileceğimizi bilmiyoruz. Sözler ağzımızda ölüyor, sizinle aramıza düşüp can veriyorlar. Konuşurken bile içimiz geçiyor; uzun süren başarısızlığımız umudumuzu kırıyor. Sizin ciddi, göksel, Tanrı’ya yaraşan ve Hristiyanlara benzer kişiler olarak yürümenizi sağlayacak şekilde galip gelmeyi umut eden kişiler gibi konuşmuyoruz. Bizim tanıdığımız ikna edici, cezbedici kişilerin yöntemleri büyük oranda aramızdan kayboldu. Taş kalplileri yumuşatmak, kaygısızları uyandırmak, inatçıları ikna edip yola getirmek ve soğuk yüreklileri kazanmak için başka yollara başvurmak durumunda kaldık. Elbette Kutsal Ruh’un dökülüşü gerçekleştiğinde, beklendiği gibi hizmetkarların daha maksatlı, daha merhametli, daha ciddiyetli, daha yetkili ve daha cezbedici konuşmayı bilmeleri için bundan alacakları büyük bir pay olacaktır.”

Bu büyük ve harika adamın haklı beklentisine, işte bu çok önemli günde kavuştuk. Aramızda, Tanrı’nın Kutsal Ruhunu büyük ölçüde verdiği vaizler ortaya çıktı, öyle ki Barnaba’ya yakıştırılan sıfatı onlara da yakıştırmaya hazırız: “Kutsal Ruh’la ve imanla dolu, iyi bir adam” (Elç. 11:24). Bu vaizler Tanrı’nın lütuf müjdesini olağanüstü bir özen ve gayretle her yerde vaaz ediyorlar. 

Onların ısrarla vurguladığı öğreti, geçen yüzyılda Tanrı yolunun gücüne güç katmış olan reform öğretisidir. Vaazlarının değindiği konular insanın suçluluğu, fesadı ve zayıflığı, Tanrı’nın Ruhu aracılığıyla doğaüstü bir şekilde yeniden doğmak, İsa Mesih’in doğruluğuna iman ederek karşılıksız olarak aklanmak ve yeniden doğuşun işaretleri gibi önemli konulardır. Vaazlarının tarzı insan bilgeliğinin aldatıcı sözlerine dayanmaz, kusursuz olanlar arasında bilgece konuşurlar. İçlerini Mesih’e ve canlara yönelik ateşli bir sevgi ısıtır ve emeklerine hayat verir. Tanrı bu hizmetkarlarını etkili ruhlar, hizmetindeki yangın alevleri haline getirmiş ve sözünü ağızlarında “bir ateş, kayaları paramparça eden balyoz” yapmıştır. Emek verdikleri yerlerin çoğunda Tanrı onlar aracılığıyla apaçık bir şekilde çalışmış, “sözünü belirtilerle doğrulamıştır”. Tanrı, tapınağını bizim aramızda kurdu kuralı O’nun gücü ve varlığı imanlı topluluklarda bu denli kuvvetli bir şekilde bilinmemiştir. Tanrı gerçekten de “evinin görkemini yüceltmiştir.”     

Boyutları itibarıyla bu iş gerçekten muazzamdır. Bu kıtanın yüzlerce millik bir bölgesindeki çeşitli eyaletlerde az ya da çok görülmektedir. “Yeryüzüne buyruğunu gönderir, sözü çarçabuk yayılır.” Nüfusu en yoğun kasabaların bazılarına, belli başlı iş ve toplantı merkezlerine girmiş ve yayılmaktadır. Tanrı’ya yücelik olsun! - hem burayı hem de komşu kolonide eğitim kürsülerini ziyaret etmiştir. Ah, Kutsal Ruh her iki yerde de bulunsun, inançlı gençlerimize egemen olsun, hizmete çağrıldıklarında karanlığın güçlerine karşı Rab’bin savaşlarını başarıyla vermeleri için onları gösterişli mızraklar gibi kullansın! Bu işleyişe maruz kalanların sayıları da son derece yüksektir. Sıradan günahkârlar yüzlercesiyle birlikte uyanmış ve bazı yerlerde “Kurtulmak için ne yapmalıyım” soruları duyulmuştur. Bizim şehrimizde geçen kış binlerce insan daha önce hiç yaşamadıkları dinsel hislerin içine girmiştir.    

Bu iş, etkisi altına aldığı çeşitli kişiler için de olağanüstü olmuştur. Her yaştan insan buna dahildir. Bazı ihtiyarlar ateşten çekilip kurtarılmış, elçinin kendi durumu için ifade ettiği gibi Tanrı’dan zamansız doğarak (1Ko. 15:7) Tanrısal merhametin anıtlarına dönüşmüşlerdir. Ancak burada daha çok gençler arasında etkin olmuştur. Hayat dolu gençler Kurtarıcı’nın asasına söğütler gibi eğilmişler ve kendi elleriyle Rab’be bağışta bulunmaya razı olmuşlardır. Bebeklerin ve bazı küçük çocuklarından ağzından düşmanı ve öç alıcıyı susturmak için Tanrı’ya övgüler dökülmüştür. Onların arasında her mertebeden ve seviyeden insanlar vardır. Bazıları güçlü ve zengin olsa da çoğu düşkün ve yoksuldur. Değişik ülkeler ve uluslar vardır. Etiyopya ellerini uzatmıştır: Bazı yoksul siyahiler Tanrı çocuklarının muhteşem özgürlüğüne kavuşmuştur. Her durumda ve nitelikte insan vardır. Bu dünyanın cahil ve akılsız saydığı, bilgisi kıt olan kişiler kurtuluşta bilge kılınmış, akıllı ve bilge kişilerden saklanan göksel gerçekleri öğrenmiştir. İnsanlar arasında bilgili ve eğitimli olan bazılarına et ve kanın öğretmediğini Göklerdeki Baba öğretmiştir. Çağdaş kanaatlere ve zamanın nezaketli dinine kapılmış olanlar, önyargılarını yenmiş, benliğin akıl yürütmelerini alt etmiş ve anlayışları Müjde’nin sırları karşısında eğilmiştir. Artık İsa Mesih’teki gerçeği kabul etmekte, imanları “insan bilgeliğine değil Tanrı’nın gücüne” dayanmaktadır. Kaba ve başıbozuk kişilerin bazıları davranışlarına çeki düzen vermiş ve sağduyuya kavuşmuştur. Kibirli ve vurdumduymaz kişiler ciddi ve ağırbaşlı olmuştur.    

En büyük günahkarlardan bazılarının gerçek kutsallara dönüştüğü görülmüştür. Sarhoşlar ayılmış, zina yapanlar ve eşlerini aldatanlar namusa sarılmış, küfürbaz ve saygısız kişiler O yüce ve korkunç isimden, Tanrıları Rab’den korkmayı öğrenmiş, benliğe ve dünyaya bağlı yaşayanlar Tanrı’nın egemenliğinin ve doğruluğunun ardından gitmeye başlamıştır. O’nun işleri ve araçlarıyla alay edip aşağılayanlar O’nun galip gelen gücünün etkisi altına girmişlerdir. Bu kesimden vaizi dinlemeye gidenlerin bazıları (“Bu lafebesi ne demek istiyor?” diye Elçi Pavlus’u dinlemeye gidenler gibi) vaizin konuşması sırasında Kutsal Ruh’a ve kudrete karşı direnememiş, sözü oturup titreyerek dinlemiş, ağlayarak oradan ayrılmış ve kurul üyesi Dionisios’un yaptığı gibi vaize bağlı kalmıştır (Elç. 17:18,24). Bu türden birçok kişi bilgim dahilindedir.  

Dürüst ve medeni insanlar, ahlaklı olmakla yaşama kavuşamayacaklarını gördüler, heyecanla yeniden doğuşa ve iman yoluyla İsa Mesih’le diri birliğe yöneldiler. Gelenekçi imanlılar ölü geleneklerden uyanarak Tanrı yolunun gücünün etkisi altına girdiler, sahte dayanaklarını terk ettiler ve yalnızca Aracı’nın doğruluğuna umut bağladılar. Aynı zamanda, Tanrı çocuklarının birçoğu büyük ölçüde canlanıp tazelendi, içine düştükleri uyku hallerinden uyandılar, çağrılmışlıklarını ve seçilmişliklerini kökleştirmek için gayret göstermeye başladılar, çok değerli, uyandıran ve pekiştiren vakitler geçirdiler. Bu görkemli mevsimde, Tanrısal etkinin işte böyle kapsamlı ve genel bir sonucu oldu.   

Söz edilmeye değer bir şey daha var. Bu da etkinliğin aynılığıdır. Mektuplarda okuduğum öykülere, bu etkinliğin sürüp gittiği farklı yörelerde yaşayan hizmetkarlarla ve diğerleriyle yaptığım sohbetlere bakarak, her yerde aynı şeyler olduğunu görüyorum. Kutsal Ruh’un insanların zihinlerindeki işleyiş yöntemi başka zamanlarda olduğu gibi koşullara göre biraz çeşitlilik gösterse dahi aynıdır. Bu etkinliğe eşlik eden belirtiler başka zamanlarda pek yaygın olmadığı halde şu anda aynıdır. Etkinliğe karşı olan birçokları bu belirtilere itiraz etmektedirler. Ancak etkinliğin işlev gördüğü her yerde kurtuluşa kavuşma deneyimi aynı olsa bile Tanrı’nın lütfunu dünyanın dikkatini çekecek derecede göze görünür ve yüce bir şekilde döktüğü olağanüstü bir mevsimde bu deneyimde de başka zamanlarda pek görülmeyen bazı belirtilerin olması akla yatkındır. Bu etkinliğe eşlik eden bazı olaylar olağandışı bir düzeyde ve yükseklikte gerçekleşebilir. Bu böyle olmasaydı, Rab’bin işi bu denli konuşulmaz, dikkate alınmaz ve Tanrı bu denli çok yüceltilmezdi.     

Bu etkinliğin (sık sık görmemiz gerektiği söylenen) meyvelerine gelince, Tanrı’nın adı kutsal olsun! Şu ana kadar, gözlemlediğimiz kadarıyla meyveler kalıcıdır. Hiçbirinin etkisi kaybolmamıştır ya da ikiyüzlülük ve imandan dönüş yoktur gibi bir iddiada bulunamam. Kutsal Yazılar ve tecrübemiz böyle bir mevsimde bunları beklememiz gerektiğini gösterir. Ancak bunların daha fazla olmaması benim için bir şaşkınlık ve şükran konusudur. Demek istediğim şu ki, uyanmış olanların büyük çoğunluğu hala dar kapıya yönelmekte ve girmek için gayret göstermektedir. İman ettiği düşünülen insanların büyük bir kısmı yeni yaratık olduklarının kanıtlarını ortaya koymakta ve bütün yürekleriyle Rab’be bağlanmaktadır. Kesin bir dille ifade etmek gerekirse, küçük ve uzak yerlere kıyasla birçok koşul böyle bir etkinliğin burada (yani Boston, New England) bu denli görülebilir olmasını engellese dahi, bu şehirdeki gelişmelerin yeni bir yüzü var. Müjde’nin ifadesine uymayan birçok şey bir ölçüde düzeldi. Tanrı yoluna karşı hiçbir zaman dostane olmayan tavernalar, dans okulları ve meclis adı verilen toplantıların sayısı azaldı. Birçok kişi alçakgönüllü İsa’nın takipçilerine yakışan şekilde giyim ve kuşamına çeki düzen verdi. Bazı gençlerin ve gösterişten hoşlanan genç kadınların, “Kral’ın kızına” uygun düşen gizli iç varlığın yüceliğini arzulamanın etkisi ve göstergesi olarak süslerinden vazgeçtiklerini görmek hem hoş hem de şaşırtıcı oldu. Dostların evlerindeki sohbetlerin konusu artık her zamankinden çok imandır.  Lütuf öğretisi beğenilmekte ve desteklenmektedir. Özel dinsel toplantıların sayısı büyük oranda çoğalmaktadır. Halka açık toplantılara (özellikle vaazlara) katılım çok daha iyidir ve dinleyicilerimiz son derece ciddi ve dikkatlidir. Gerçekten de Sözün “hilesiz sütüne” yönelik muazzam bir iştah var.  

Bu şehirde akşam vaazlarını başlattığımız günden beri on iki ay geçti. Şimdi hem Salı hem de Cuma akşamları olmak üzere sürekli devam eden birkaç toplantı var. En geniş evlerimiz, görünüşlerine ve davranışlarına bakılırsa canlarının yaşaması için kulak vermeye gelenlerle dolup taşıyor. Tanrı’nın evinde bir akşam, başka yerde geçirilen vakitlere tercih ediliyor. Hizmetkarlara kişisel olarak danışmaya gelenlerin sayısı da çoktur. Ellerimiz işle doludur ve birçok kez ayrı ayrı yapmamız gereken görüşmelerin sayısı haddinden fazladır. Bu nedenle çok kesin bir şekilde şunu söyleyebilirim; uzakta olup da burada dinin şu anki durumunu bilmek isteyen ve bu mektupları alacak olan kişilerin içi epeyce rahat olabilir.   

Peki şimdi bu etkinliğin hangi ruhtan kaynaklandığını bilmiyor olabilir miyiz? Bazılarının yaptığı gibi bunu İblis’e mal etmek, eski yılanı “kendi evini yıkan ahmak bir kadına benzetmektir” (Özd. 14:1). Kurtarıcımız böyle bir iddianın tam tersini bize öğretmiştir. “Kendi içinde bölünen ülke yıkılır. Kendi içinde bölünen kent ya da ev ayakta kalamaz. Eğer Şeytan Şeytan'ı kovarsa, kendi içinde bölünmüş demektir. Bu durumda onun egemenliği nasıl ayakta kalabilir?” (Mat.12:25,26).

Bazı insanların bu etkinliğe karşı önyargılarının olması, diğerlerinin ise bunu kötülemesi ve kınaması, bunun Tanrı’nın işi olmadığı anlamına gelmiyor. Bu dünyanın ruhunun ve Tanrı’nın Ruhunun birbirine karşıt olduğu anlamına geliyor. Şeytan’ın egemenliği sarsılırken, yüzlerce ve umarım binlerce kölesi onu terk ederken onun öfkelenmesine ve öfkesini de kendi etkisi altında olanlarda göstermesine şaşırmıyorum. Hiç kuşkusuz bazı kişilerin önyargısı, doğru bilgi eksikliğinden ve yurt dışından yalan haber gelmesinden kaynaklanıyor. Bazılarının gücenikliği, kendilerinin böyle bir şey yaşamamış olmalarından, bu etkinliğin doğruluğu karşısında bina oldukları temelden başka bir temel üzerine yeniden başlamaları gerektiğinden ve bunun birçok insan için çok güç olmasından kaynaklanıyor. Belki bazılarının şimdiki etkinlikten hoşlanmamalarının nedeni, zihinlerinde yer eden ve kolay kurtulamadıkları önyargılara karşı henüz kucaklamadıkları bazı ilkeleri desteklediği ve onayladığı içindir. Kesin olan bir şey varsa, bu ürünlerin Arminci zeminde yetişmediğidir. Umarım hiç kimsenin hoşlanmama nedeni, kendilerinin bu etkinliğin araçları olmaması değildir. Çünkü eğer Rabbimiz İsa Mesih’i içtenlikle seviyorsak, bizim alçaldığımızı ve O’nun yüceldiğini görmek bizi sevindirecektir. Eğer bu etkinliğe inanmamaya, karalamaya ve karşı durmaya kararlı olanlar varsa, aydınlanmak ve yardım bulmak için Tanrı’nın mutlak kudretine ve merhametine teslim edilmeleri gerekir. Böyleleri eğer Kurtarıcımızın günlerinde yaşamış olsalardı, O’nun mucizelerine ve hizmetine karşı duran imansız kişiler olurlardı. Bazılarının ortaya koyduğu kötülük, bana kalırsa bağışlanmayan günaha yakındır. Ölüme götüren günah konusunda dikkatli olmaları gerekir. Bu suçun, elçilerin günlerinde olduğu gibi bugün de işlendiğine inanıyorum. İnsanların bu suçu işleme yönünde başka zamanlara kıyasla bugün daha büyük bir tehlike altında olduklarını düşünüyorum. Böyleleri, Mez. 28:5’teki sözlerin dehşetine kulak versin: “Onlar RAB'bin yaptıklarına, Ellerinin eserine önem vermezler; bu yüzden RAB onları yıkacak, Bir daha ayağa kaldırmayacak.”   

Ancak eğer kanaat almaya niyetli, ışığa açık bir zihni olan ve şu anki etkinliğin Tanrı’dan olup olmadığını gerçekten bilmeye razı olan kişiler varsa, onlara büyük bir zevk ve doyumla aşağıdaki sayfaları önerebilirim. Bu sayfalarda, bu ülkede birçoklarının zihinlerindeki alışılmadık etkisiyle ilgili olarak Kutsal Yazılarda olduğu haliyle etkinliğin “ayırt edici belirtilerini” bulacaklar. Burada konu, büyük bir sağduyu ve tarafsızlıkla Kutsal Yazıların yanılmaz denektaşıyla sınanmakta ve tapınağın tartısına konulmaktadır.   

Böyle bir yayın yerinde ve gereklidir. Kuluna bu görevi vermeye razı olan ve ona lütfederek yardımcı olan Tanrı’ya yürekten şükretmeyi arzularım. “Göklerin Egemenliği için eğitilmiş” bir din bilgini olan bu yazarın hizmetini sürdürmek için çağrıldığı yer deneysel dinle ün salmıştır. Kendisi bu etkinliğin güçlü bir şekilde göründüğü çoğu yerde gözlemde bulunma ve etkisi altında kalan çok sayıda insanla konuşma fırsatına sahip olmuştur. Bunlar bu yazıyı kaleme alma hakkını herkesten çok ona verir. Onun bu etkinliğin lehine yönelik savları güçlü bir şekilde Kutsal Yazılara, akla ve deneyime dayanır. Her samimi ve aklı başında okur, onun taraflı ya da coşkulu bir ruhla yazmadığını söyleyecektir. İnsani öğrenme yolunu tavsiye ederim; metotlu vaaz tarzını, duayı ve etütü öneririm. Başkalarını yargılarken merhamet gösterilmesini ısrarla tavsiye ederim. Bu etkinliğin kusuru olarak görülen şeylere ve engellere karşı büyük bir sadakatle dikkat edilmesi ve uyarıda bulunulması gerekir. Bence birçok kişi bu yayın için minnettar olacaktır. Bu eserle ilgili halihazırda olumlu düşüncelere sahip olanlar, eser tarafından onay bulacak, şüphede olanlar ikna ve tatmin olacaktır. Ancak her şeye rağmen bu etkinlikte Tanrı’nın elinin imzasını göremeyenler varsa, kendilerini Tanrı’ya karşı savaşır bulmamak için suçlamalardan kaçınmaları ve düşmanlıkta bulunmamaları umut edilir.  

Söylenmesi gereken başka şeyler de var ama bir önsözün sınırlarını aşacağı için bunlara girmemeyi tercih ederim. Şu ana kadar uzunca yazdığım için hem okurların hem de yayıncıların affına sığınırım. Sadece  çeşitli yerlerde bu etkinliği yaşamış olanların, bu yayının yazarı gibi bir kişiye öykülerini anlatmasını dilerim. Öyle ki bunlar, birkaç yıl önce yayınlanan Northampton’deki uyanış makalesine benzer bir şekilde derlensin. Böylelikle dünya bu şaşırtıcı dönemin başlangıcını, ilerlemesini ve içindeki çeşitli olayları öğrensin. 

Bu yayın, işleyişi ve etkinliği Hristiyan dünyasında büyük kınamayla karşılanan Kutsal Ruh’u onurlandırsın. Hor görülen müjdenin Tanrısallığını açıkça onaylasın. Bu harika etkinliğin sesi bu yayın aracılığıyla başka yerlerde de duyularak sevindirici bir etki yaratsın. Bu yayının, kilise tarihinin en yararlı eserlerinden biri olarak Tanrı’nın halkını kutsamasını dilerim. Belki de günümüze kadar gelen tüm eserler arasında Elçilerin İşlerine en çok yaklaşan eser bu olur. Ama ben böyle bir şey dilemeye cesaret edemem. Elçilerin İşlerinde, Yaratılış kitabındaki gibi şaşırtıcı bir şey var: Gözlerimizin açıldığı başka türden yepyeni bir yaratılış var. 

Sadece bir dua ekleyeceğim. Bu yayının yazarı, İsa Mesih’in kendisini yerleştirdiği altın kandillikte parlak bir ışık gibi yanmaya ve ışığı bu eyaletlerde yayılmaya uzun süre devam etsin! Burada davası savunulan Kutsal Ruh, güçlü etkisiyle kulunun diğer değerli yayınlarına eşlik etsin, Kurtarıcı’nın tanıtımı yapılsın, hayatı dinin amacına hizmet edilsin, yazarın şimdiki sevincine ve gelecekteki tacına katkıda bulunsun!




Boston, Kasım. 20, 1741

W. COOPER

Alt Kategoriler

  1. Yuhanna 4:1

Sevgili kardeşlerim, her ruha inanmayın. Tanrı'dan olup olmadıklarını anlamak için ruhları sınayın. Çünkü birçok sahte peygamber dünyanın her yanına yayılmış bulunuyor. 

Elçisel çağda, Tanrı’nın Ruhunun hem olağanüstü etkileri ve armağanları hem de insanların canlarındaki ikna edici, imana getirici, aydınlatıcı ve kutsallaştırıcı olağan etkisi açısından en büyük dökülüş gerçekleşti. Ne var ki Gerçeğin Ruhunun etkisi çoğalırken, sahtelikler de çoğaldı. Elçilerin yazılarındaki sayısız metinde görüldüğü gibi İblis, Tanrı’nın Ruhunun gerek olağan ve gerekse olağanüstü etkisini çokça taklit ediyordu. Bu nedenle, Mesih’in kilisesinin açık ve ayırt edici belirtilere, olumsuz bir etkiye maruz kalmadan doğruyu yanlıştan güvenle ayırt edebileceği bazı ilkelere ihtiyacı vardı. Bu bölümün asıl amacı, Kutsal Kitap’ın yanı sıra bu konunun açıkça ifade edilerek kapsamlı bir şekilde ele alınması ve ilkelerin oluşturulmasıdır. Elçi bu amaçla Tanrı’nın kilisesine Gerçeğin Ruhunun açık ve güvenilir, kullanılabilir ve uygulanabilir belirtilerini sıralama göreviyle hareket etmiştir. Konunun net ve uygun bir şekilde ele alınması için bölümün tamamında ısrarcı olmuştur. Böylelikle bu olağanüstü günde, insanların zihinlerinde bu denli olağandışı ve yoğun bir etki oluştuğunda, bununla ilgili sayısız düşünce ortaya çıktığında ve Kutsal Ruh’un işleyişinden bu denli çok söz edildiğinde böyle bir açıklama son derece gereklidir. 

Elçinin bu konuyla ilgili söylemi, Ruh’un içimizdeki varlığının, İsa Mesih’teki mirasımızın güvencesi oluşundan söz ederek başlar. “Tanrı'da yaşadığımızı ve O'nun bizde yaşadığını bize kendi Ruhu'ndan vermiş olmasından anlıyoruz.” Buna bakarak, elçinin amacının Gerçeğin Ruhunu sadece olağanüstü peygamberlik ve mucize armağanlarında değil, Mesih’le birlikleri ve O’ndaki gelişimleri söz konusu olduğunda insanların zihinlerindeki olağan işleyişinde de sahtesinden ayırmak olduğunu görüyoruz. Bu olağan işleyiş, bundan sonra göreceğimiz gibi belirtilerde de kendini belli eder.

Metnin sözcükleri gerçek ve sahte ruhun ayırt edici belirtileri hakkındaki söylemin girişidir. Elçi bu belirtileri sıralamadan önce Hristiyanlara kolayca kanmamaları ve her yanıltıcı görüntüyü çabucak gerçek Ruh’un etkinliğini olarak kabul etmemeleri yönünde buyruk verir. “Sevgili kardeşlerim, her ruha inanmayın. Tanrı'dan olup olmadıklarını anlamak için ruhları sınayın” (1. Yuhanna 4:1). İkinci olarak, çok sayıda sahtekarın bulunduğunu dile getirir: “Çünkü birçok sahte peygamber dünyanın her yanına yayılmış bulunuyor.” Bu kişiler sadece Tanrı’nın Ruhunun olağanüstü esin armağanlarına sahip olduklarını öne sürmekle kalmayıp Cennet’in sevilen, iyi dostları olduklarını, Tanrı’nın Ruhunun olağan kurtarma ve kutsallaştırma işleyişini yüreklerinde fazlaca taşıyan kutsal insanlar olduklarını iddia ederlerdi. Bu nedenle bizler, bu sözlere bakarak böylelerinin Tanrı’nın Ruhuyla ilgili iddialarını sınamalı ve incelemeliyiz.     

Dolayısıyla şu anda benim amacım, Tanrı Ruhunun işleyişinin gerçek, kesin ve ayırt edici kanıtlarının neler olduğunu göstererek kendimizde ya da başkalarında gördüğümüz işleyişi güvenli bir şekilde değerlendirmektir. Böyle durumlarda Kutsal Yazıları rehber edinmemiz gerektiğini ileri sürüyorum. Bu Tanrı’nın, canlarıyla ilgili önemli konularda rehberlik etmek için kilisesine verdiği büyük ve kalıcı kuraldır; yanılmazdır ve yeterlidir. Hiç kuşkusuz ruhları ayırt etmekle ilgili bu önemli konuda Tanrı’nın kilisesine yön vermek için bağışlanmış olan yeterli sayıda belirti vardır. Bunlar olmaksızın kilise üzücü bir yanılgıya, düşmanları tarafından çaresiz bir şekilde aldatılmaya ve yenilip yutulmaya karşı savunmasızdır. Bu ilkelere güvenmekten korkmamalıyız. Kutsal Yazıları esinleyen Kutsal Ruh, bize kendisinin işleyişiyle kendisinden gelir gibi görünen sahtelik arasındaki farkı ayırt edecek sağlam kurallar vermiştir. Daha önce ileri sürdüğüm gibi, Tanrı’nın Ruhu burada başka yerlerden daha belirgin ve etraflıca bu noktaya açıklık getirmiştir. Ben de şimdiki söylemimde ruhların ayırt edilmesiyle ilgili kurallardan ve belirtilerden söz ederken başka bir yere bakmak yerine kendimi bu bölümde bulduklarımla sınırlandıracağım. Ancak bunlardan söz etmeden önce bazı durumlarda Tanrı’nın Ruhunun işleyişinin belirtilerinin ya da kanıtlarının neler olmadığını ifade ederek hazırlık yapacağım. 

Olumsuz belirtiler ya da Tanrı’nın Ruhundan olmayan işleyişin kanıtlarını sınamak için bakacağımız belirtiler nelerdir?

1.1 Çok sıra dışı ya da olağanüstü bir şekilde devam eden bir etkinlik, ne denli farklılık ve çeşitlilik gösterirse göstersin, yine de Kutsal Yazıların kuralları dahilinde anlaşılabilir. Kilisenin alışık olduğu şeyler bizim sınamak için kullanabileceğimiz bir ilke değildir. Çünkü Tanrı’nın işleyişinin yeni ve olağanüstü şekilleri olabilir. Tanrı yepyeni şeyler, tuhaf işler gerçekleştirip bunlarla hem insanları hem de melekleri hayrete düşürmüştür

Tanrı’nın geçmiş zamanlarda böyle çalışmış olmasına bakarak yine bu şekilde çalışacağını düşünmememiz için hiçbir neden yoktur. Kutsal Yazılardaki peygamberlikler, Tanrı’nın daha önce hiç görmediğimiz şeyler yapacağını düşünmemiz için bize neden verir. Şimdiye kadar alışık olduğumuz şeylerden büyük bir sapma olması, Tanrı’nın yazılı kuralından sapma olmadığı sürece işleyişin O’nun Ruhundan olmadığına dair bir iddia oluşturmaz. Kutsal Ruh, işleyişi üzerinde mutlak yetkilidir ve işlev görürken büyük bir çeşitliliği kullandığını biliyoruz. Kendisinin belirlediği kurallar içerisinde ne denli büyük bir çeşitliliği kullanacağını biz söyleyemeyiz. Tanrı’nın kendisini kısıtlamadığı bir yerde biz de O’nu kısıtlamamalıyız. 

Bu nedenle, insanların zihni fazlaca kurcalanıyor diye bir etkinliğin Tanrı’nın Kutsal Ruhundan olmadığı sonucuna varmak makul olmaz. Eğer bu işleyiş günahın ölümcül doğasına dair olağanüstü bir yargı uyandırıyor, Mesih’ten yoksun olmanın sefaletini çarpıcı bir şekilde ortaya koyuyor, Tanrı yolunun yüceliğine ve kesinliğine muazzam bir şekilde işaret ediyor, insanlarda derin bir korku, keder, arzu, sevgi ya da sevinç yaratıyor, söz konusu değişim son derece ani ve olağanüstü hızla gerçekleşiyor, büyük bir kısmı gençlerden oluşan çok sayıda insan etkileniyor, nadir görülen gelişmeler yaşanıyor ve bunlar Kutsal Ruh’un işleyişine dair Kutsal Yazılar’ın öngördüğü belirtileri ihlal etmiyorsa, işleyişin Tanrı’nın Ruhundan gelmediğine dair bir iddia oluşturamaz. Eğer etkinliğin doğası Kutsal Yazılarda belirtilen ilkelere ve belirtilere uyumluysa, o zaman olağanüstü, alışılmadık hali ve işleyişinin gücü lehte bir durumdur. Çünkü doğası ilkeye ne kadar yüksek düzeyde uyumluysa, ilkeye o denli çok uyuyor demektir ve uygunluk da o denli çok belirgindir. Küçük düzeydeki olaylar, ilkeye uyumlu gibi görünse dahi, doğalarının uyup uymadığı pek kolayca görülmez.   

İnsanların tuhaf şeylerden kuşkulanmaya yönelik büyük bir eğilimi vardır. Özellikle yaşlı insanlar, kendi günlerinde alışık olmadıkları, bizzat hiç duymadıkları ve babalarının günlerinde dahi duyulmamış olan şeyleri doğru bulmazlar. Ancak bir etkinliğin, hiç alışılmadık olduğu için Tanrı’nın Ruhundan olmadığını söylemek iyi bir iddiaysa, o zaman elçilerin günlerinde de böyleydi. O günlerde Kutsal Ruh, dünya kurulalı beri birçok açıdan hiç duyulmadık ve görülmedik yepyeni işler yapıyordu. Bu işler hiç olmadığı kadar görsel ve güçlü bir şekilde gerçekleşiyordu. Tanrı’nın Ruhunun bu denli güçlü ve harika işleri, büyük kalabalıklarda ani değişiklikler, büyük bir ilgi ve heves uyandırıyor, kasabalar, şehirler ve ülkeler ansızın değişiyor, süratli ve yaygın bir işleyiş gösteren bu etkinliğe olağanüstü olaylar eşlik ediyordu. Etkinliğin büyük olağanüstülüğü Yahudileri şaşırtmıştı. Bunu nasıl karşılayacaklarını bilmiyorlar ama Tanrı’dan geldiğine inanamıyorlardı. Elçilerin İşleri 2:13, 26:24 ve 1. Korintliler 4:10’da görebileceğiniz gibi, birçokları o etkinliğe maruz kalan insanların akıldan yoksun olduğunu düşünüyordu. 

Kutsal Yazılardaki peygamberliğe bakarak dünyanın son çağlarında Tanrı’nın Ruhunun son ve en büyük dökülüşünün başlamasıyla, etkinliğin daha önce hiç görülmemiş boyutlarda, son derece olağanüstü olacağını varsayacak ve Yeşaya 66:8’deki sözleri söyleyecek nedenimiz var: “Kim böyle bir şey duydu? Kim böyle şeyler gördü? Bir ülke bir günde doğar mı, Bir anda doğar mı bir ulus? Ama Siyon, ağrısı tutar tutmaz çocuklarını doğurdu.” Etkinliğin olağanüstü doğasının, son derece olağanüstü olaylar yaratacağını ve Tanrı’nın dünya üzerinde yüce bir değişim gerçekleştireceğini beklemek makul olur.      

1.2 Bir etkinlik insanların bedenlerindeki belirtilere, yani gözyaşlarına, titremelere, iniltilere, yüksek çığlıklara, bedenin sancılarına ya da bedenin güçten düşmesine bakılarak sınanmaz. Kutsal Yazılar bize bu konuda herhangi bir kural vermediği için insanların yaşadığı bedensel etkilerle ilgili öyle ya da böyle hüküm veremeyiz. İnsanların bedenlerinde bu tür belirtiler gördüğümüz için onların Gerçeğin Ruhunun etkisi altında olduğu sonucuna varamayız, çünkü Gerçeğin Ruhunun sağladığı sınama ilkelerinden birisi bu değildir. Öte yandan, Kutsal Yazılar bize bedenin belirtilerine bakarak ruhları sınamak için bir ilke vermediğinden, insanların yaşadığı bu tür dışsal belirtilerin Tanrı’nın Ruhundan kaynaklanmadığı sonucuna varmak için de herhangi bir nedenimiz yoktur. Tanrısal ve sonsuz unsurların doğasını, insanın doğasını, can ile bedenin birliğinin yasalarını dikkate alarak doğru bir belirtinin, gerçek ve uygun bir şekilde beden üzerinde kuvvetin tükenmesi, kıvranmalar, çığlıklar gibi en olağanüstü türden etkilere yol açıp açamayacağını söyleyemeyiz. Cehennemin sefaletinin hiç kuşkusuz son derece korkunç, sonsuzluğun da son derece engin olduğunu bilerek bir insanın bu sefaleti net bir şekilde kavradığında, üstelik bunun tehlikesi altında olduğunu ve oraya düşmeyeceğine dair herhangi bir güvencesi olmadığını düşündüğünde, zayıf bünyesinin bunu hiçbir şekilde kaldıramayacağını tahmin edebiliriz. İnsan doğasını düşündüğümüzde, insanlar bu denli korkutucu bir gerçekliği algıladıklarında, aynı zamanda kendi kötülüklerinin ve Tanrı’nın gazabının farkına vardıklarında kendilerini ani ve hızlı bir yıkımın beklediğini zannederler. İnsan doğası, kendisinin korkunç bir felakete karşı tehlikede olduğunu bildiği zaman onun hemen geldiğini düşünmeye hazırdır. İnsanların yürekleri savaş zamanında korkuyla dolu olduğunda, yaprak düşse titrer. Her an düşmanla karşılaşmaya ve öldürülmeye hazır hissederler. Bir insan alev alev yanan büyük bir uçurumun kenarında, ağırlığını kaldıramayacak kadar zayıf bir ipe asılı durduğunu gördüğünde ve büyük kitlelerin kendisinden önce aynı durumda olduğunu, çoğunun düşüp mahvolduğunu ve etrafta tutunabileceği hiçbir şeyi olmadığını bildiğinde ne büyük bir dehşet yaşar! İpin her an kopacağını ve korkunç alevler tarafından ansızın yutulacağını bilir! Böyle bir durumda olan kişi feryat etmez mi? Kendilerini sonsuz, sınırsız derecede daha korkunç olan bir uçurumun kenarında asılı bulan ve gazapla dolu olan Tanrı’nın elini gören kişilerin hali ne denli daha haraptır! Tanrı’nın gazabının küçük bir kısmı göründüğü zaman dahi insanın kuvvetinin tükenmesine şaşmamalı! 

O halde Rab İsa Mesih’in yüce ihtişamını, canını feda eden harika sevgisini, gerçek ruhsal sevgiyi ve sevinci yaşamak insanın bedensel kuvvetini tüketebilir. İnsanın Tanrı’yı görüp hayatta kalamayacağını hepimiz kabul ederiz ama kutsalların Gök’te tanık oldukları Mesih’in yüceliğinin ve sevgisinin küçük bir kısmını bile yaşamak şimdiki bedenimizin dayanabileceğinden fazladır. Bu yüzden Tanrı’nın bazen kutsalların bedensel gücünü azaltma pahasına Cennet’i tatmalarına izin vermesi hiç de tuhaf değildir. Eğer Süleyman’ın görkemini görmeye gelen Saba kraliçesinin bedensel kuvvetini yitirip kendinden geçmesi anlaşılabilirse, dünyanın uçlarından toplanıp bir araya getirilen, yabancı ve garip, günahlı ve sefil bir haldeyken kurtarılan Saba kraliçesinin işaret ettiği Kilisenin, Süleyman’ın işaret ettiği Mesih’in yüceliğini gördüğü zaman kendinden geçmesi de anlaşılabilir. Mesih’in son çağda yeryüzünde kuracağı esenlikle dolu, bayındır ve yüce egemenliği gördüğü zaman çok daha fazlası olacaktır.   

Bazı insanlar, bu tür olağanüstü belirtilere itirazda bulunabilir. Bunların Kutsal Ruh’un muazzam etkisiyle gerçekleştiğine dair İncil’de kaydedilmiş hiçbir örnek olmadığını öne sürebilir. Eğer akıl ya da Kutsal Yazıların herhangi bir kuralı, özellikle biraz önce sözünü ettiğimiz şeyler dikkate alınarak bunları reddetmiyorsa, ben de bu itirazın hiçbir etkisi olduğunu düşünmem. İncil’de bir kişinin ağladığından, inlediğinden ya da cehennem korkusu ve Tanrı’nın gazabıyla iç çektiğinden açıkça söz edilir mi bilmem, ama bu belirtilerin sergilendiği kişilerin inançlarının Tanrı’nın Ruhundan gelmediğini iddia edecek kadar akılsız kimse var mıdır?  Böyle bir iddiada bulunmamamızın nedeni, insanın doğası, Kutsal Yazıların sonsuz gerçeklerin doğasıyla ilgili genel öğretişleri ve Tanrı’nın Ruhunun hükümlerinin doğasıyla ilgili bilgilerimize bakarak bunların kolaylıkla anlaşılır olmasıdır. Dolayısıyla bu tür dışsal ve ikincil belirtilerle ilgili bir şey söylenmesine gerek yoktur. Kimse zihnin içsel hareketlerinin dışsal ve gelip geçici her belirtisi için Kutsal Yazılar’ın açık desteğine ihtiyaç duyduğumuzu düşünmez. Bu tür belirtiler kutsal tarihte özellikle kayıtlı olmasa dahi, sahip olduğumuz genel kayıtlara göre o günlerde bunların görülmediği söylenemez. Kutsal Ruh’un böyle büyük dökülüşüyle birlikte insanların bedenlerinde olağanüstü belirtiler olduğunu düşünmek için nedenimiz var. Özellikle zindancının, büyük bir şaşkınlık ve ıstırap içerisinde titreyerek gelip Pavlus ve Silas’ın önünde yere kapanması böyle bir örnek olabilir. O anda yere kapanması, Pavlus ve Silas’a alçakgönüllülük göstererek ricada bulunma pozisyonu gibi görünmüyor, çünkü onlara henüz bir şey söylemiş değildir. Onları ilk önce dışarı çıkarır ve daha sonra “Efendiler, kurtulmak için ne yapmam gerekir?” diye sorar (Elçilerin İşleri 16:29 ve 30). Zindancının yere kapanması, titremesiyle aynı nedene dayanır gibi görünmektedir. Mezmurcu, Mez. 32:3-4 ayetlerinde yüksek sesle feryat ettiğini, günahın yarattığı suçluluk duygusu ve vicdan azabı nedeniyle bedeninde büyük zayıflık duyduğunu ifade eder: “Sustuğum sürece Kemiklerim eridi, Gün boyu inlemekten. Çünkü gece gündüz Elin üzerimde ağırlaştı. Dermanım tükendi yaz sıcağında gibi.” En azından günahın yargısının böyle bir etkisinin olabileceği sonucuna varmamız mümkündür. Eğer belirtilerin abartılı olduğunu öne sürecek olursak, mezmurcunun hiç de saçma sayılan bir konuda yakınmadığını kabul etmeliyiz. Matta 14:26’da öğrenciler İsa Mesih’in kendilerine fırtınada yaklaştığını gördükleri zaman O’nu korkutucu bir düşman sanarak tehdit altında hissettiler ve bağrıştılar. Bu durumda sonsuz sefaletin dipsiz çukuruna düşmek üzere olduklarını gören kişilere Tanrı göründüğü zaman onların korkudan bağırdıklarını düşünmek neden tuhaf olsun? Mesih’in sevgisinin etkisi altında kalan eş, tekrar ve tekrar dermanının tükendiğini ve bayılma noktasına geldiğini söyler. (Ezg. 2:5) “Güçlendirin beni üzüm pestiliyle, Canlandırın elmayla, Çünkü aşk hastasıyım ben”. Yine 5:8’de “Size ant içiriyorum, ey Yeruşalim kızları! Eğer sevgilimi bulursanız, Söyleyin ona, aşk hastasıyım ben.” O halde, en azından bazı durumlarda bu nedenle kutsallarda ve Mesih’in kilisesinde böyle bir etkinin oluşabileceğini iddiasında bulunabiliriz.  

Heyecanlı insanların hislerinin, bedenleri üzerinde büyük bir etkisi olduğunu öne sürmek zayıf bir itiraz olur. Quakerlerin titremesine bakılarak, Saul’un, daha sonra Pavlus’un ve zindancının gerçek vicdani kanaatlerden ötürü titremedikleri iddia edilemez. Aslında, beden üzerindeki belirtilerle ilgili bütün bu itirazlar, ister büyük isterse küçük olsun, son derece anlamsız görünmektedir. Buradan yola çıkanlar karanlıkta hareket etmektedir, çünkü ne üzerinde yürüdükleri zemini ne de hangi kurallarla hüküm keseceklerini bilmemektedirler. Belirtilerin köküne ve sürecine bakılmalı, bunların etkileri ve eğilimleri kan ve hayvan ruhlarının hareketleriyle karşılaştırılarak değil Tanrı sözünün kuralına dayandırılarak incelenmelidir.   

1.3 İnsanların zihinlerinde dinle ilgili büyük gürültüye neden olan bir etkinin Tanrı’nın Ruhunun işleyişi olmadığını iddia etmek mümkün değildir. Gerçek dinin, gösterişli ve insanların övgüsünü almaya odaklı olan Ferisilerin dininin doğasına karşıt olduğu doğrudur. Bununla birlikte, insan doğası gereğince zihinlerde güçlü bir etkileşim, ciddi bir kaygı ve genel bir faaliyet varsa, insanlar bundan çok etkilenir. Ruhsal ve sonsuz unsurlar o denli yüce ve o denli sınırsız öneme sahiptirler ki insanların bundan sadece ılımlı bir şekilde etkilenmeleri saçma olurdu. Bu unsurların önemiyle orantılı bir ölçüde etki altına girmelerinin Tanrı’nın Ruhuyla gerçekleşmediği iddia edilemez. Dünya kuruldu kurulalı, insanların genel olarak herhangi bir gelişmeden çok etkilenip de gürültüsüz ya da hareketsiz durdukları nerede görülmüştür!

İsa Mesih, Luka 17:20’de şöyle der: “Tanrı'nın Egemenliği göze görünür bir şekilde gelmez.” Bunun anlamı, Egemenliğin dışsal ve görülebilir olmadığıdır. Belli bir yerde, özellikle krallığın tahtını barındıran kraliyet kentinde dışsal gösterişle kurulan yeryüzü krallıkları gibi olmayacaktır. İsa Mesih’in sonraki sözcükleri bunu açıklar: İnsanlar da, 'İşte burada' ya da, 'İşte şurada' demeyecekler. Çünkü Tanrı'nın Egemenliği içinizdedir." Tanrı’nın Egemenliği, Şeytan’ın egemenliğinin yıkılmasıyla birlikte dünyada göze görülen, büyük bir etkiyle kurulacaktır. O zaman bütün dünyanın hayretle bakan gözleri önünde her şey büyük oranda değişecektir. Gerek İsa Mesih’in kendisi ve gerekse Kutsal Yazıların peygamberlikleri böyle bir etkiden söz eder. İsa Mesih şöyle bir önbildiride bulunur. Luka 17:24: “Şimşek çakıp göğü bir ucundan öbür ucuna dek nasıl aydınlatırsa, İnsanoğlu kendi gününde öyle olacaktır.” İsa Mesih’in kendi egemenliğini kurmak için gelişiyle sahte mesihlerin gelişi böyle ayırt edilecektir. Sahte mesihler çöllerde, gizli odalarda ortaya çıkarken kendisinin egemenliği herkese açık olacak, bütün dünyanın gözleri önünde gerçekleşecek, saklanması mümkün olmayan bir şimşek gibi göğün bir ucundan öbür ucunu aydınlatacaktır. İsa Mesih’in egemenliği, elçilerin günlerinde Kutsal Ruh’un olağanüstü dökülüşüyle geldiği zaman her yerde büyük bir hareketliliğe neden oldu. Ruh’un büyük etkisi Yeruşalim’de ne büyük bir karşıtlık doğurdu. Samiriye, Antakya, Efes, Korint ve diğer yerlerde de aynı şey geçerliydi. Dünya gürültüyle doldu ve bazı kişiler elçilerin dünyayı alt üst ettiğini bile söylediler. Elçilerin İşleri 17:6. 

1.4. İnsanların zihinlerindeki bir etkinliğin, buna maruz kalan çoğu insanın hayal gücünde büyük bir etki yarattığı gerekçesiyle Tanrı’nın Ruhundan olmadığı iddia edilemez. İnsanların hayal güçlerinde çok sayıda etki olması, başka bir şey olmadığının kanıtı değildir. Aslında, birbirinden farklı karakterleri olan büyük bir kalabalık göze görülmeyen şeyler hakkında yoğun düşüncelere ve güçlü duygulara kapılmışsa, hayal güçlerinde bir şey yaşanmaması tuhaf olurdu. Göze görünmeyen şeyleri, bir miktar hayal gücü olmadan düşünemememiz bizim doğamızın gereğidir. Zihni çok iyi çalışan bir insana Tanrı’yı, Mesih’i ya da başka bir dünyaya ait şeyleri hayali fikirler olmadan derin düşünebiliyor mu diye sormak isterim. Zihin ne kadar etkin olursa, duygu ve düşünce ne denli yoğun olursa, hayal edilenler de özellikle şaşkınlık unsuru varsa o denli canlı ve güçlü olacaktır. Zihinsel etki yeni olduğu zaman ve korku ya da sevinç gibi hislere güçlü bir şekilde hâkim olduğu zaman yaşanan şey budur. Zihnin durumu ve görüşleri, bir uçtan öteki uca, örneğin çok korkulu bir durumdan çok keyifli ve zevkli bir duruma geçtiğinde de böyle şeyler yaşanır. Birçok kişinin düşünsel ve ruhsal olan şeylerle hayali şeyler arasındaki farkı ayırt edememelerine, hayali şeylere daha büyük bir ağırlık vererek tecrübelerini tanımlarken bunlardan söz etmeye daha hazırlıklı olmalarına şaşırmamak gerekir. Ayırt etme ve kavrama becerileri daha zayıf olan insanlar için bu daha çok geçerlidir.      

Tanrı bize hayal gücü gibi bir yetenek verdiğine ve bizi bu yeteneği bir nebze kullanmadan ruhsal ve görülmeyen şeyleri düşünemeyecek şekilde yarattığına göre, uygun bir şekilde kullanıldığı zaman bu yeteneğin zihnin diğer yeteneklerine yararlı ve yardımcı olduğunu düşünüyorum. Ancak hayal gücü fazla kuvvetli olduğunda ve diğer yetenekler zayıf kaldığında o yetenekleri çoğunlukla bastırıp bozduğu doğrudur. Benim tanık olduğum birçok kez Tanrı bu yeteneği özellikle az eğitimli kişilerde gerçekten ilahi amaçlarla kullanmıştır. Tanrı eskiden kilisesinin bilgisiz ve azınlıkta olduğu günlerde örnekler ve dışsal temsiller kullanarak onları eğittiği gibi bugün de böylelerinin içinde bulunduğu düzeye uygun bir şekilde davranmaya ve onlarla bebeklerle ilgilenir gibi ilgilenmeye razı olmaktadır. Bu durumda makul olmayan hiçbir şey yoktur. Ruhsal konularda insanlarla ilgilenmek için çokça fırsat bulmuş olan kişiler, kendi tecrübeleriyle bunun doğru olup olmadığına hükmedebilir.   

Bazı kişiler taşkın sevinç yaşıyorlar, kendilerinden geçiyorlar, adeta göğe taşınmışlar ve görkemli şeylere tanık olmuşlar gibi kuvvetli ve hoşnutluk veren görümler ile görüntüler görüyorlar diye bir etkinliğin Tanrı’nın Ruhundan olmadığı iddia edilemez. Bazı insanların bu tür şeyler yaşadığına tanık oldum. Ne bunları İblis’e bağlamayı ne de peygamberlerin görümleriyle ya da Elçi Pavlus’un göğe alınmasıyla aynı doğada değerlendirmeye gerek duyarım. Bu tür yoğun hisler ve etkiler altında hesaba katılması gereken tek şey insan doğasıdır. Eğer gerçekten ilahi unsurların büyüklüğünü ve yüceliğini yaşayan, Mesih’in insan canını kendinden geçirten güzelliğine ve sevgisine tanık olan insanların doğaları fazlasıyla etki altında kalmışsa, o zaman gösterdiğim gibi bunun hiç de tuhaf olduğunu düşünmem. Böyle bir işleyişin altında fazlaca kalan çok sayıda insanların belli bir yapıda olanlarının hayal güçleri etkilenecektir. Bu etki, oran ve benzerlikte zihinlerde işlev gören diğer kuvvetli etkiler gibidir. Eğer düşünceler son derece odaklanmışsa ve hisler çok kuvvetliyse, insanın canı bütünüyle kendini vermiş, teslim olmuş ve zapt edilmişse, bedenin üyelerinin de etkilenmesi, güçten düşmesi ve bütün bünyenin çözünmesi doğaldır. Böyle bir durumda, özellikle beyin (ve özellikle bazı bünyeler) zihnin yoğun düşünceleri ve işlevlerinden etkilenip bedenin organlarını dışsal etkilere kapatarak gördüğü hoş görüntülere tümüyle kendisini kaptırabilir. Bu tür şeyleri yanlış yorumlamaya, bunlara peygamberlik görümleri, ilahi vahiyler ya da gelecekle ilgili göksel bildiriler gibi fazla ağırlık vermeye hazır olan bazı insanlar vardır. Fakat yine de, kanımca bunların bazen Tanrı’nın Ruhundan geldiği bellidir. Bunlara zemin oluşturan ilahi unsurlar kuvvetlidir, canlıdır ve Kutsal Ruh’tan kaynaklanmaktadır. Zihin Kutsal Ruh’tan kaynaklanan bu kutsal işlevde kaldıkça, kendinden geçtiği halde ruhsal unsurların ilahi mükemmelliğine odaklandıkça, buna eşlik eden görüntülerin kafa karıştırıcı, uygunsuz ve sahte olması düşünülemez.  

 

1.5  Örnek oluşturmanın etkinlikte büyük bir aracı olması, onun Tanrı’nın Ruhundan gelmediğinin göstergesi değildir. Örnekler yoluyla gerçekleşiyor diye bir etkinliğin Tanrı’dan olmadığı iddia edilemez. Tanrı dünyadaki işlerini örnekleri vasıta olarak kullanarak gerçekleştirir ve örneklerin başka bir vasıtadan daha çok kullanılması o etkinliğin ilahi olmadığı anlamına gelmez. Kutsal Yazılar’a göre iyi örneklerden etkilenmemiz gerekir. Kutsal Yazılar bizi bu amaçla iyi bir şekilde örnek olmaya çağırır. Mat. 5:16; 1. Pe. 3:1, 1 Ti. 4:12, Titus 2:7. Kutsal Yazılar aynı zamanda bizi iyi örnek olan kişilerden etkilenmeye çağırır. 2 Ko. 8:1-7, İb. 6:12; Flp. 3:17, 1 Ko. 4:16 ve 11:1, 2 Se. 3:9, 1 Se. 1:7. Demek ki örnek olmak Tanrı’nın vasıtalarından biridir ve bir etkinliği örnek vasıtasıyla gerçekleştirmek, onun Tanrı’dan olmadığını göstermez. 

Tanrı’nın işini örnek yoluyla devam ettirmek Kutsal Yazıya uygun bir yoldur ve bu nedenle makul bir yoldur. İnsanların akıl yoluyla değil de örnek yoluyla etkilendikleri iddia edilemez. İnsanların gerçeği birbirlerine örnekler yoluyla iletmelerinin zihni aydınlatma ve aklı ikna etme eğilimi vardır. İnsanların birbirlerine gerçekleri sözlerle göstermeleri mantıksal olarak birbirlerinin zihinlerini aydınlatmalıdır. Ancak aynı gerçekler hareketlerle de gösterilebilir ve bu çok daha etraflıca ve etkili olur. Sözler fikirlerimizi başkalarına iletmekten başka bir işe yaramaz ama bazı durumlarda hareketler bunu tam tamına gerçekleştirir. Hareketlerin dili vardır ve bu dil bazı durumlarda sözcüklerden daha açık ve ikna edicidir. Bu nedenle, insanların birbirlerini görerek, birbirlerinin davranışlarındaki büyük ve olağanüstü sevginin belirtilerine tanık olarak, tek bir söz işitmeye gerek kalmadan değişmelerinden ötürü örneklerin yarattığı etkiye karşı bir iddiada bulunulamaz. 

Öyle durumlar vardır ki sadece davranışta dil yeterli olabilir ve böylelikle düşünceleri başkalarına aktararak yalnızca sözlerin yapabildiğinden daha çok şey ifade edilebilir. Eğer bir kişi, diğerinin çok büyük bir bedensel acı içinde olduğunu görüyorsa, onun çektiği ıstırabı hareketler sayesinde duygusuz ve kayıtsız bir anlatıcının sözlerine nazaran çok daha ikna edici bir şekilde kavrayabilir. Aynı şekilde, gerçekten keyif alan bir kişinin hissiyatını, donuk ve sönük bir anlatıcının sözlerindense keyfi yaşayan kişinin hareketlerinden çok daha güzel ve harika bir şekilde kavraması mümkündür. Bu konunun en katı akıl çerçevesinden geçirilerek incelenmesini arzularım. Sadece zayıf ve eğitimsiz insanların örnekler yoluyla daha fazla ikna olmalarından ötürü değil, en büyük akıl gücüne sahip olmakla övünen kişilerin başka yollara kıyasla örnekler yoluyla aklen daha çok ikna olmalarından ötürü insanların zihinlerinde oluşan etkilerin mantıklı olduğu açık değil midir? Gerçekten de İsa Mesih’in taş yürekli dinleyicilere vaaz edilmesiyle ya da başka yollarla birçok kişinin yüreklerinde oluşan dinsel duygular önce parlar ve kısa sürede söner ama örneklerle harekete geçirilen hisler kalıcıdır ve kurtuluşa götürür.  

Kutsal Ruh’un olağanüstü bir şekilde dökülüp büyük dinsel uyanışların gerçekleşmesinde örneklerin başlıca rol oynamadığı hiçbir zaman olmamıştır. Reform günlerinde, elçilerin günlerinde, Yeruşalim’de, Samiriye’de, Efes’te, dünyanın diğer kesimlerinde böyle olmuştur. Elçilerin İşlerindeki metinleri okuyan herkesin açıkça görebileceği gerçek budur. O günlerde bir kişi, başka bir kişinin, bir şehir ya da bir kent başka şehrin ve kentin örneğinden etkilenmiştir. 1 Se. 1:7,8: “Böylece Makedonya ve Ahaya'daki bütün imanlılara örnek oldunuz. Rab'bin sözü sizden yayıldı. Tanrı'ya imanınızın haberi yalnız Makedonya ve Ahaya'ya değil, her yere ulaştı. Artık bizim bir şey söylememize gerek kalmadı.”  

Kutsal Yazılar, Tanrı’nın işini devam ettirmenin başlıca yolunun söz olduğunu söylediği için örneklerin bu denli çok kullanılmasına karşı yapılan itiraz geçerli değildir. Tanrı’nın sözü gerçekten de diğer aracıların işlev gördüğü ve etkili kılındığı başlıca aracıdır. Kutsal törenlerin bile söz olmadan etkisi yoktur. Örnekleri de etkin kılan zaten sözdür, çünkü gözün gördüğü her şey Tanrı’nın insan zihnini eğiten ve yön veren sözü olmaksızın boş ve anlaşılmazdır. Örneklerle ortaya konulan ve uygulanan Tanrı’nın sözüdür. Rab’bin sözü Makedonya ve Ahaya’ya, Selanik’te iman edenlerin örneğiyle yayılmıştır.  

Örneklerin Tanrı’nın kilisesini geliştirmenin büyük bir yolu olduğu Kutsal Yazılarda çeşitli şekillerde ifade edilir. Rut’un Naomi’yi asla terk etmeyeceğini, o nereye giderse gideceğini, nerede kalırsa kalacağını, Naomi’nin halkının kendi halkı, Tanrısının kendi tanrısı olacağını söyleyerek onu Moav diyarından İsrail’e kadar izlemesinde bunu görmek mümkündür. Kral Davut’un ve İsa Mesih’in soyuna annelik eden Rut, hiç kuşkusuz kilisenin büyük belirtilerinden biridir ve bunun nedenle Rut’un öyküsü Kutsal Yazıların kanonuna dahil olmuştur. Rut, Moav diyarını ve onların ilahlarını bırakarak İsrail’in Tanrısının kanatları altına sığınmayı seçmiştir. Böylelikle yalnızca Yahudi olmayan kilisenin değil her günahkarın iman edeceğine dair bir belirti olmuştur. Doğal haliyle yabancı ve garip olduğu halde iman ettiği zaman kendi halkını, baba evini unutarak kutsallarla birlikte vatandaş ve gerçek bir İsrailli olmuştur. Aynı şey, aşk hastası olan eşin örneğinin Yeruşalim kızları üzerindeki etkisinde ifade bulur. İlk kez uyanan Hristiyanlar, eşi muazzam bir yücelikte görüp iman ederler. Bkz. Ezg. 5:8,9 ve 6:1. Hiç kuşkusuz Kutsal Ruh’un ve gelinin yaptığı “Gel!” çağrısının bir yolu budur. Va. 22:17. Kutsal Ruh Gelindedir. Tanrı’nın işinin, Kutsal Yazılarda sıkça dile getirildiği gibi kilisenin yüceliğe kavuşmasıyla sonuçlanacak olan Ruh’un son büyük dökülüşünde bu şekilde devam edeceği önceden bildirilmiştir. Zek. 8:21-23. Bir kentte yaşayanlar başka kente gidip, 'RAB'be yalvarmak, Her Şeye Egemen RAB'be yönelmek için hemen yola çıkalım. Ben de gideceğim' diyecekler. Her Şeye Egemen RAB'be yönelmek, O'na yalvarmak için çok sayıda halkla birçok ulus Yeruşalim'e gelecek." Her Şeye Egemen RAB diyor ki, "O günlerde her dil ve ulustan on kişi bir Yahudi'nin eteğinden tutup, 'İzin verin, sizinle gidelim. Çünkü Tanrı'nın sizinle olduğunu duyduk' diyecekler."  

1.6 Kutsal Ruh’un etkinliğine maruz kalanların, yaşamlarındaki büyük akılsızlıklar ve çarpıklıklardan suçlu olmaları, bu etkinliğin Kutsal Ruh’tan olmadığını göstermez. Tanrı’nın Ruhunu dökmesinin nedeni insanları siyasetçi yapmak değil, kutsal kılmaktır. Her türlü insandan – bilgelerden ve bilgelikten yoksun olanlardan, gençlerden ve yaşlılardan, zayıflardan ve güçlü doğal becerileri olanlardan, kuvvetli zihinsel etki altında olanlardan oluşan karışık bir kalabalığın içerisinde akılsızca davranan çok kişinin olması şaşılacak bir şey değildir. Dünyasal ya da ruhsal yönden coşkun hislere kapılıp da kusursuz davranış sergileyen çok az sayıda insan vardır. Böyle davranabilmek büyük bir sağduyu, güç ve zihinsel istikrar gerektirir.  Ne bin tane akılsızlık ne de Tanrı’nın kutsal sözündeki ilkelere karşı gelen davranışlar bir etkinliğin Tanrı’nın Ruhundan kaynaklanmadığını göstermez. Bunlar insan doğasının aşırı zayıflığından, Tanrı Ruhunun kurtaran etkisine maruz kalan ve Tanrı için gerçek bir gayret taşıyan insanlarda varolmaya devam karanlık ve yozlaşmadan kaynaklanır. 

İncil’de elçilerin günlerinde dahi Kutsal Ruh’un büyük işlerine ortak olmuş insanların arasında akılsızlık ve ciddi kuralsızlık sergileyen insanlar vardı. Korint kilisesi böyledir. İncil’de Tanrı’nın Ruhu’nun günahkarları ikna eden ve tövbeye yönelten olağan etkisinin yanı sıra doğaüstü ve mucizevi armağanlarıyla bu denli kutsanmış bir kilise yoktur. Ne var ki Rab’bin sofrasında ve kilise disiplininde ne denli büyük ve günahlı çarpıklıklara, ne tuhaf karışıklıklara düştüler! Bunlara ek olarak, toplu tapınmanın diğer kısımlarında sergiledikleri uygunsuz tutumun ve öğretmenleriyle ilgili çekişmelerin yanı sıra peygamberlik, bilinmeyen diller gibi Tanrı Ruhunun dolaysız vahyine dayalı doğaüstü armağanların kullanımında dahi sorunlar vardı.   

Eğer Tanrı’nın işlerini devam ettiren güçlü aracılarda dahi büyük akılsızlıklar ve günahlı çarpıklıklar görüyorsak, bunlar o işlerin Tanrı’dan gelmediğini kanıtlamaz. Son derece kutsal, ateşli ve büyük bir elçi olan Petrus – dünyada kilisenin kurulmasının başlıca aracılarından olduğu halde – bu hizmeti yürüttüğü sırada elçi Pavlus’un dile getirdiği büyük ve günahlı bir yanlıştan ötürü suçlu bulunur. Gal. 2:11-13. “Ne var ki, Kefas Antakya'ya geldiği zaman, suçlu olduğu için ona açıkça karşı geldim. Çünkü Yakup'un yanından bazı adamlar gelmeden önce Kefas öteki uluslardan olanlarla birlikte yemek yerdi. Ama o adamlar gelince sünnet yanlılarından korkarak sünnetsizlerden uzaklaştı, onlarla yemek yemez oldu. Öbür Yahudiler de onun gibi ikiyüzlülük ettiler. Sonunda Barnaba bile onların ikiyüzlülüğüne kapıldı.” Eğer kilisenin büyük bir direği olan, Mesih’ten sonra kilisenin temellerinden birini oluşturan ve üzerine topluluğun kurulacağının ifade edildiği kişi dahi böyle bir çarpıklıktan ötürü suçluysa, ilahi Ruh’un bu denli olağanüstü işleyişine sahip olmayan daha küçük aracıların çok sayıda çarpıklıktan suçlu bulunmalarına şaşırabilir miyiz? 

Tanrı’nın işlerini tecrübe eden ya da buna aracılık eden birçok kişi başkalarını imansız ilan etme cüretinden suçlu olsa da bu işlerin Tanrı’dan gelmediğinin kanıtı değildir. Bu yargılamanın nedeni insanların ikiyüzlülüklerini ya da şehvetini yargılarken kullandıkları ölçütlerin yanlışlığı, Tanrı’nın Ruhunun kendi işlerinde özgürce kullandığı yöntemleri doğru değerlendirmemek, kutsalların yüreklerinde zayıflık ve yozlaşma kalabileceğini kabullenmemek, kendi körlüklerini, zayıflıklarını ve ahlaksızlıklarını ruhsal gururdan ötürü fark edememek olabilir. Eğer gerçekten dindar olan kişilerde büyük ölçüde körlük ve yozlaşma olabileceğini ve bizim de ikiyüzlülük ölçütlerimizde hatalarımız olabileceğini kabullenebilirsek, o zaman bu tür yanılgılara düşmekten kaçınabiliriz. İyi insanlarda kalmış olan yozlaşmanın bazen neden fark edilmeden devam ettiğini açıklamak, birçok kutsalın başkalarını neden imansız diye yargıladığını açıklamaktan hiç kuşkusuz daha kolaydır.

Dinde ılık olmak iğrençtir ve gayretli olmak mükemmel bir lütuftur. Ancak bütün Hristiyan erdemlerinin arasında en çok titizlikle sınanması ve incelenmesi gereken erdem gayrettir. Çünkü ahlak bozukluğunun, özellikle gurur ile insan tutkusunun dikkatlerden kaçarak birbirine karışmaya meyilli olduğu erdem budur. Tanrı’nın kilisesinde büyük bir gayret uyanışının olduğu büyük reform zamanlarında bazen gayretin ilkesizlikle birlikte etkin olduğu ve bunun sonucunda çok ciddi uygunsuzluklar oluştuğu görülmüştür. Bu nedenle, elçilerin günlerinde murdar etlerle ilgili olarak Hristiyanlar, adeta Hristiyan değillermiş gibi karşılıklı suçlamalar ve kötülemelerle büyük bir gayret içinde birbirlerine düşmüşlerdir.  O zaman elçi, her iki tarafa da sevgiyle yaklaşarak gerçek bir ruhsal olgunlukla şöyle demiştir: “Her şeyi yiyen, Tanrı'ya şükrederek Rab için yer. Bazı şeyleri yemeyen de Rab için yemez ve Tanrı'ya şükreder.” Korint kilisesinde Hristiyanlar, bazı hizmetkarları yüceltip diğerlerini kınamaya ve birbirlerine karşı övünmeye başlamışlardı. Ancak bunlar, aralarında harika bir şekilde sürüp giden işlerin Tanrı’nın işi olmadığının belirtisi değildi. O günlerden sonra, din dünyada hızla yayılırken kilisede kutsallık ve şevk ruhu baskın çıktı. Suçlulara kilise disiplini uygulanırken Hristiyanların gayreti aşırı ve uygunsuz bir sertliğe yol açtı. Bazı durumlarda, suçlular son derece alçakgönüllü ve tövbekâr göründüğü halde, sevgiden ve paydaşlıktan yoksun bırakıldılar. Büyük Konstantin’in günlerinde, Hristiyanların putperestliğe karşı gayreti zulme dönüştü. Reform denilen o yüce din uyanışı günlerinde, en önde gelen reformcuların ve özellikle büyük Kalvin’in gösterdiği gayret aşırı bir sertliğe ve zulüm derecesine vardı. Yaşayan dinin yayıldığı o dönemde birçok kişi ilahiyatın bazı noktalarında kendilerinden farklı düşünenleri şiddetle kınama suçunu işledi.        

1.7 Hükümde birçok kusur olması, hatta Şeytan’ın hilelerinin işe karışmış olması dahi, o işin genel olarak Tanrı’nın Ruhundan gelmediğini göstermez. Ruhsal etki ne denli büyük olursa olsun, Tanrı’nın Ruhunun Hristiyan öğretilerinde elçileri yanılmaz bir şekilde yönlendirmek ve öğretişlerinin kiliseye kural oluşturmasını sağlamak gibi kusursuz bir etkinlikle çalışması beklenmemelidir. Şeytan’ın birçok aldatmacası, büyük bir dinsel kaygı uyandıracak şekilde görünse dahi, bu etkinliğin genel olarak Tanrı’dan gelmediğini göstermez. Mısır’da Yannis ve Yambris’in İblis’in eliyle sahte mucizeler gerçekleştirmeleri, Tanrı’nın eliyle de mucizeler olmadığının göstergesi değildir. Tanrı’nın Ruhunun çokça etkisi altında olan aynı kişilerin bazı konularda Şeytan’ın hileleriyle sürüklenmeleri mümkündür. Bu çelişki, gerçek kutsalların hayatında lütufla birlikte ahlaksızlığın da bulunmasından, aynı kişide hem yeni hem de eski ademin görünmesinden, Tanrı’nın ve İblis’in egemenliğinin bir süre aynı yürekte yer etmesinden daha büyük bir çelişki değildir. Hem bu çağda hem de diğer çağlarda birçok Tanrısayar insan hiç kuşkusuz hislere ve izlenimlere gereğinden fazla ağırlık vererek bunlar adeta gelecekle ilgili haberler veren, ya da nereye gidip ne yapmaları gerektiğini belirten Tanrı’nın dolaysız vahiyleriymiş gibi davranmış, kendilerini acıklı aldanışlara maruz bırakmışlardır. 

1.8 Tanrı’nın işine önderlik edenlerin büyük yanılgılara düşmeleri ya da utanılacak işlere karışmaları, bu işin genel olarak Tanrı’nın Ruhundan kaynaklanmadığını göstermez. Sahtekarlıkların olmasına bakılarak gerçeklerin olmadığı iddia edilemez. Uyanış zamanında böyle şeyler daima beklenmelidir. Eğer kilise tarihine bakacak olursak, her büyük dinsel uyanışta bu tür çok sayıda olayın yaşandığı görülür. Elçilerin günlerinde bu tür sayısız gelişme olmuştu. Kutsal Ruh’un aracıları olarak görünen bazı insanlar büyük sapkınlıklara, diğerleri iğrenç işlere karıştılar. Böyleleri gerçek kardeşlerin ve dostların arasında kabul görerek oradan ayrılana dek kuşku uyandırmadılar. Üstelik bunların bazıları kilisede öğretmen ve görevli konumunda olan kişilerdi. İbraniler kitabının 6. Bölümünün başlangıcında da görülebileceği gibi bunlara Kutsal Ruh’un mucizevi armağanları bağışlanmıştı. Bu örneklerden biri on iki elçiden biri olan Yahuda’dır. Gerçekten tecrübeli olan öğrencilerle kaynaşmış ve yakından tanınmış biri olduğu halde rezillikleriyle ifşa olana dek kendisinden kuşku duyulmamış ve fark edilmemişti.  

Yahuda, İsa Mesih’in bizzat kendisi tarafından, elçisel bir karaktere sahip olması ve müjdeyi duyurması için gerçek bir öğrenci olarak yetiştirilmiş, Kutsal Ruh’un mucizevi armağanlarıyla donatılmıştır. İsa Mesih Yahuda’yı tanıdığı halde, ona her şeyi bilen ve bütün yürekleri gören Yargıç olarak değil, görülebilen kilisenin bir hizmetkarı (zaten Babasının hizmetkarıydı) gibi davranmıştı. Bu nedenle, Yahuda kendisini rezilliğiyle açığa vurana kadar Mesih onu reddetmemişti. Böylece İsa, görülen kilisenin rehberleri ve yöneticileri için bir örnek oluşturdu, öyle ki onlar da her şeyi gören gibi davranarak değil, görülen ve açık olanlara bakarak kiliselerini yönetebilsinler. O zaman bu tür sapkınların Tanrı’nın Ruhu’nun lütfuyla dolu olarak kabul görülen insanlarda bulunduğu günler vardı. Belki de böyle bir doğaya sahip olan kişilerden biri Nikolas’tı. Yedi görevliden biri olan Nikolas, Kutsal Ruh’un olağanüstü dökülüşüne sahne olan o dönemde Yeruşalim’deki Hristiyanlar tarafından Kutsal Ruh’la dolu bir kişi olarak görülmüş, Hristiyan bir kitlenin içerisinden bu amaçla seçilmiştir. Elç. 6:3,5. Ancak daha sonra imandan sapmış, değersiz sapkınlardan oluşan ve Nikolacılar diye kendi adının verildiği bir tarikatın lideri olmuştur (Bu sapkınlar onun adını aldıkları halde, onların iğrençliklerini onayladığı anlamına gelmez.) Va. 2:6 ve 15. 

Papalıktan reform dönemine girildiği günlerde, reformculara katılmış gibi görünen ama sonra çok çirkin ve anlamsız yanılgılara, iğrenç adetlere kapılarak imandan düşen kişilerin sayısı ne çoktu. Özellikle gözlemlenebilen bir gerçek ise, Kutsal Ruh’un dünyadaki dini canlandırmak için büyük ölçüde döküldüğü dönemlerde, bir süre bu dökülüşe dahil olduktan sonra garip ve abartılı yanılgılara, çirkin coşkunluklara kapılarak kendilerini yüksek ruhsallık ve mükemmellikle öven, başkalarını ise benliğe uymakla suçlayıp kınayan insanların varlığıdır. Anthony Burgess’in Ruhsal Arınmalar kitabında (Bölüm 1, Vaaz 23. Syf 132) belirttiği gibi Elçilerin günlerindeki Gnostikler ve reform dönemindeki çeşitli tarikatlar böyleydi: “İlk değerli reformcular ve Tanrı’nın yüce aracıları, kendilerini acı bir çatışmanın ortasında buldular. Bir yanda gelenekçi papacılar ve resmi kiliseciler, diğer yanda kendilerine reformculardan daha çok aydınlanmış süsü veren kişiler. Bu kişiler Kutsal Yazılara bağlı olup da vahiyleri bununla sınayanlara Harfçiler ve Yasacılar adını vererek onların Kutsal Ruh’tan yoksun olduklarını öne sürdüler. Böylelikle müjdenin gerçek öğretisinin papalığın yerini aldığı her kasabada, buğdayın yanı sıra büyüyen deliceler ortaya çıktı. Büyük bölünmeler reformu dünyaya iğrenç ve çirkin gösterdi. Adeta güneşin ışığı ve sıcaklığı kurtçukların ve yılanların yerden çıkmasına neden olmuştu. Böylece Luther’a yüklendiler ve onun sadece benliğe uygun bir müjde yaydığını söylediler.” Bu edepten yoksun insanların bazı önderleri ilk reformcular tarafından bir süre büyük saygı ve sevgi gören kişilerdi. Böylelikle, Kral I. Charles’ın döneminde, ondan sonraki ara dönemde ve Oliver Cromwell’in döneminde canlı dinin baskın çıktığı günlerde böyle gelişmelere sıkça rastlanıyordu.  New England’ın en parlak günlerinde, yaşayan imanın yayıldığı dönemde yine bu tür şeyler patlak vermişti. Bu nedenle, İblis’in böyle deliceler ekmesi, Tanrı Ruhunun işinin görkemli bir şekilde devam etmediğini göstermez.  

1.9 Tanrı’nın kutsal yasasının dehşeti hakkında ısrarcı olan ve büyük bir ciddiyetle duygulara hitap eden hizmetkarlar tarafından yürütülüyor diye bir işin Tanrı’nın Ruhundan kaynaklanmadığı iddia edilemez. Eğer cehennem gerçekten de bitmeyen işkencelerle dolu korkunç bir yerse, insan kalabalıkları büyük bir tehlike altındaysa, Hristiyan ülkelerde kuşaklar boyunca insanların büyük bir kısmı cehennemin korkunçluğunu bilmediği ve cehennemden sakınmak için gerekeni yapmadığı için oraya düşüyorsa, insanlar için gerçekten kaygılanan kişilerin bunları anlatmasında ne gibi bir uygunsuzluk var? Neden gerçeğin tamamını mümkün olduğu kadar çok anlatmasınlar? Eğer cehenneme gitmek gibi bir tehlike atlındaysam, orasının korkunçluğunu mümkün olduğu kadar çok öğrendiğim için memnun olmalıyım. Cehennemden sakınmak için gerekenleri ihmal edersem, gerçek durumumu bana açıklayan, beni bekleyen sefalet ve tehlike konusunda uyaran kişi bana en büyük iyiliği yapan kişidir.  

Ben herkese sesleniyorum. Geçici büyük bir felaketle karşı karşıya olan insanları uyarmak gerekmez mi? Eğer aile reisiyseniz ve yangın çıkmış bir evde tutuşmak üzere olan bir çocuğunuz varsa, bu tehlike karşısında duyarsız mı kalırsınız? Bu durumda sık sık size çağrı yapıldığı halde çocuğunuzu kapıp oradan uzaklaştırmayı ihmal mi edersiniz? Yoksa bu konuda sadece soğuk ve tutarsız bir tutumla konuşmakla mı yetinirsiniz? Yüksek sesle feryat edip bütün gücünüzle tehlikeye işaret ederek gecikmenin akılsızlığını ilan etmez misiniz? Eğer bu konuda sadece sıradan bir sohbette önemsiz konulardan söz eder gibi soğuk bir tutumla konuşmaya devam ederseniz, insanlar sizin aklınızda bir sorun olduğunu düşünmezler mi? Acil ve ciddi çağrılar yapılması gereken kaygı verici bir felaket karşısında insanların tutumu böyle olmamalıdır. Bu durumda olan insanları tehlike hakkında uyarmanın yolu soğuk, kayıtsız ve ihmal edici bir tutum değildir. Doğa insanlara başka bir şey öğretir. Eğer insanları gerçekten önemsiyorsak, cehennemin ne olduğunu biliyorsak, lanet altındakilerin durumunu gördüysek, bu durumun ne denli korkunç olduğuna dair duyarlılığımız varsa, bu sefaletin korkunçluğunu ve ne büyük tehlikede olduklarını onlara açıklamamız, hatta sesimizi yükseltip bağırmamız gerekir.

Vaizler cehennemden söz ederken ve günahkarları oradan kaçınmaları için uyarırlarken bunu soğuk bir dille yapıyorlarsa – son derece korkutucu sözcükler kullansalar dahi – kendileriyle çelişmektedirler. Daha önce dile getirdiğim gibi, hareketlerin de sözcükler gibi dili vardır. Eğer vaizin sözleri günahkarın durumunun son derece korkunç olduğunu ifade ediyorsa – ama tutumu ve konuşma tarzı bu ifadeyle çelişiyorsa – ve vaizin aslında böyle düşünmediğini gösteriyorsa, o zaman kendi amacına ters düşmüş olur. Çünkü böyle bir durumda eylemlerin dili, sözcüklerin ifade edebildiğinden daha büyüktür. Ben vaizlerin sadece yasayı vaaz edip başka konulara değinmemeleri gerektiğini söylemiyorum. Yasayla birlikte müjde de vaaz edilmeli, müjdenin etkili bir şekilde vaaz edilmesi için yasa onun yolunu hazırlamalıdır. Hizmetkarların başlıca görevi müjdeyi vaaz etmektir. “Mesih kutsal yasanın sonudur.” Dolayısıyla, yasanın dehşetlerinden çok fazla söz eden, Rabbini unutan, müjdeyi vaaz etmeyi ihmal eden bir hizmetkar bu gerçeği gözden kaçırmaktadır. Öte yandan yasa vaaz edilmelidir, çünkü bu yapılmadıkça müjdenin vaazı boştur. 

Konunun doğası ve önemi gereği olarak konuşmada bu denli ciddiyet ve hissiyat kesinlikle güzeldir. Bir vaizde konunun doğal olarak gerektirmediği yersiz bir gürültücülük olabilir, konu ve tutum birbiriyle uyuşmayabilir. Bazı kişiler bu tür vaizliğe insanları cennette kaçırma gayreti derler. Oysa makul gayretimiz insanları cehennemden kaçırmaktır. İnsanlar cehennemin kıyısında durmuş ve tehlike karşısında hissiz bir şekilde içine düşmek üzeredirler. Alev alev yanan bir evdeki insanları kaçırıp kurtarmak makul bir şey değil midir? Kaçırmak için ani, nedensiz ya da temelsiz bir korku uyanabilir ama bu haklı bir korkudur, çünkü amaç insanları esas korkulması gereken yerden kurtarmaktır.

Kutsal Ruh’un etkinliğinin Kutsal Kitap’a göre ayırt edici kanıtları nelerdir.

Bazı durumlarda insanların arasındaki bir etkinliğin Kutsal Ruh’un işi olmadığına dair nelerin kanıt gösterilemeyeceğine değindikten sonra, ikinci olarak kendimizdeki ya da insanların arasındaki bir etkinliğin aldanma tehlikesi olmadan Tanrı’nın Ruhundan olduğuna dair hüküm verebilmek için Kutsal Yazılara dayalı ne gibi ayırt edici kanıtlar ve belirtiler olduğunu göstermek istiyorum. Daha önce söylediğim gibi, bunu yaparken kendimi sadece bu konunun Kutsal Kitap’ta en açık ve en kapsamlı şekilde elçi tarafından ele alındığı bölümle sınırlandıracağım. Bu belirtilerden söz ederken, onları bölümde gördüğüm sıraya göre ele alacağım.   

2.1. Söz konusu etkinlik bakireden dünyaya gelen, Yeruşalim kapılarında çarmıha gerilen İsa Mesih’i yüceltiyorsa, insanların zihinlerini O’nun Tanrı’nın Oğlu ve insanlığın Kurtarıcısı olduğuna dair müjdenin bildirisindeki gerçeğe yöneltiyorsa, bu etkinliğin Tanrı’nın Ruhundan geldiğine dair kesin bir belirtidir. Elçinin bize 2. ve 3. ayetlerde verdiği belirti budur: “İsa Mesih'in beden alıp dünyaya geldiğini kabul eden her ruh Tanrı'dandır. Tanrı'nın Ruhu'nu bununla tanıyacaksınız. İsa'yı kabul etmeyen hiçbir ruh Tanrı'dan değildir. Böylesi, Mesih Karşıtı'nın ruhudur. Onun geleceğini duydunuz. Zaten o şimdiden dünyadadır.” Etkinlik sadece Mesih’in Filistin’de ortaya çıkan bir kişi olduğuyla ve kendisi hakkında bildirilen şekilde acılar çektiğiyle yetinmemeli, O’nun Tanrı’nın Oğlu Mesih olduğunu, adının ortaya koyduğu gibi Rab ve Kurtarıcı olarak meshedildiğini ifade etmelidir. Elçinin sözlerindeki anlamın bunlar olduğu, gerçek Ruh’un belirtileriyle ilgili konudan söz etmeye devam ettiği 15. ayet tarafından onaylanır: “Kim İsa'nın Tanrı'nın Oğlu olduğunu açıkça kabul ederse, Tanrı onda yaşar, o da Tanrı'da yaşar.” Açıkça kabul etmek ifadesi, İncil’de sıkça kullanıldığı haliyle sadece izin vermekten daha büyük anlama sahiptir. Bir şeyin tanıklıkla belirtilmesi ve onaylanması, sevgi ve saygıyla ilan edilmesidir. Matta 10:32 “İnsanların önünde beni açıkça kabul eden herkesi, ben de göklerdeki Babam'ın önünde açıkça kabul edeceğim.” Rom.15:9 "Bunun için uluslar arasında sana şükredeceğim, Adını ilahilerle öveceğim." Flp 2:11 “Öyle ki, İsa'nın adı anıldığında gökteki, yerdeki ve yer altındakilerin hepsi diz çöksün ve her dil, Baba Tanrı'nın yüceltilmesi için İsa Mesih'in Rab olduğunu açıkça söylesin.” Elçi Yuhanna’nın kullandığı bu ifadenin kuvveti, sonraki bölümde 1. ayette onaylanır: “İsa'nın Mesih olduğuna inanan herkes Tanrı'dan doğmuştur. Baba'yı seven O'ndan doğmuş olanı da sever.” Elçi Pavlus buna paralel olarak Gerçeğin Ruhunu tüm taklitlerinden ayıran aynı kuralı ortaya koyar: “Bunun için bilmenizi isterim ki: Tanrı'nın Ruhu aracılığıyla konuşan hiç kimse, "İsa'ya lanet olsun!" demez. Kutsal Ruh'un aracılığı olmaksızın da kimse, "İsa Rab'dir" diyemez.” O halde insanlarda etkin olan ruh onları Mesih’le ilgili ikna ediyor ve onları Mesih’e yöneltiyorsa, İsa Mesih’in bedende göründüğü inancını zihinlerinde onaylıyor, Tanrı’nın Oğlu olduğunu ve günahkarları kurtarmak için Tanrı tarafından gönderildiğini, tek Kurtarıcı olduğunu ve hepsinin O’na muhtaç olduğunu vurguluyorsa, insanlar Mesih’i eskisinden daha çok yüceltiyor, O’na yönelik sevgileri çoğalıyorsa, bu onlarda etkin olan ruhun gerçek ve doğru Ruh olduğuna dair mutlak bir belirtidir. Bu kanaat ve sevginin kurtuluş boyutunda olup olmadığına dair hüküm veremesek de bu böyledir. 

Ancak elçinin sözleri dikkat çekicidir. Kutsal Ruh’un tanıklık ettiği ve onurlandırdığı kişi, içimizdeki ışık gibi mistik ve hayali bir Mesih değil, bedende görülen İsa Mesih olmalıdır. Quaker mezhebinin yücelttiği Mesih, bedende gelen dışsal Mesih’e bağlılıklarını azaltan ve O’ndan uzaklaştıran böyle içsel bir Mesih’tir. Oysa İsa’ya tanıklık eden ve yönelten ruh Tanrı’nın Ruhundan başkası olamaz.  

İblis’in İsa Mesih’e karşı, özellikle insanların Kurtarıcısı olmasından ötürü son derece acı ve amansız bir düşmanlığı vardır. Kurtuluş öyküsünden ve öğretisinden ölümcül bir şekilde nefret eder. İnsanların düşüncelerinde Mesih’in yücelmesini, öğretişlerinin ve buyruklarının yer etmesini asla istemez. Kutsal Ruh insanların yüreklerini Mesih’e karşı uzlaşmaz bir düşmanlık besleyen yılanın soyuna değil kadının soyuna yönlendirir. İnsanların meleklerin başı olan yüce Mikael’i onurlandırmalarını sağlayan, O’nunla savaş içinde olan yılanın ruhu değildir.  

2.2 Bir etkinliğin arkasındaki ruh günahı teşvik eden, pekiştiren ve insanların dünyasal şehvetlerini besleyen Şeytan’ın egemenliğinin çıkarlarına karşı işlev görüyorsa, sahte bir ruh değil, gerçeğin Ruhu’dur. Bu belirti bize 4. ve 5. Ayetlerde verilir: “Yavrularım, siz Tanrı'dansınız ve sahte peygamberleri yendiniz. Çünkü sizde olan, dünyadakinden üstündür. Sahte peygamberler dünyadandır. Bu nedenle söyledikleri sözler de dünyadandır ve dünya onları dinler.” Burada açık bir karşıtlık vardır. Elçi gerçek ile sahte olan iki karşıt ruhtan etkilenen insanları karşılaştırmakta ve aradaki farkı göstermektedir. Birinci grup Tanrı’dandır ve dünyanın ruhunu alt eder. İkinci grup ise dünyadandır, dünyaya ait olan şeyleri söyler ve bunlardan zevk alır. İblis’in ruhundan söz ederken “dünyadaki” terimi kullanılıyor. İsa Mesih “Benim egemenliğim bu dünyadan değildir” demişti. Bu dünyadan olan, Şeytan’ın egemenliğidir. İblis bu dünyanın ilahıdır. 

Elçinin dünya terimi ile ifade etmek istediği şeyi kendi sözlerinden, bu mektubun 2. bölümündeki 15. ve 16. ayetlerden öğreniyoruz: “Dünyayı da dünyaya ait şeyleri de sevmeyin. Dünyayı sevenin Baba'ya sevgisi yoktur. Çünkü dünyaya ait olan her şey -benliğin tutkuları, gözün tutkuları, maddi yaşamın verdiği gurur- Baba'dan değil, dünyadandır.” Demek ki elçi, dünya terimini kullanarak günahla ilgili olan her şeyden, insanların tüm şehvet ve ahlaksızlığından, bunları yücelten bütün eylemlerden ve nesnelerden söz ediyor.   

Bu durumda, elçinin sözlerine dayanarak insanları dünyanın zevklerinden, çıkarlarından ve değerlerinden vazgeçerek ve yüreklerini bunların peşine düşmekten alıkoyarak müjdenin açıkladığı geleceğin sonsuz mutluluğuna yönelmeleri için derin bir heves duymalarını sağlayan, onları günahın korkunçluğuna, yol açtığı suçluluğa ve maruz bıraktığı sefalete inandırarak Tanrı’nın egemenliğinin ve doğruluğunun ardından gitmeye yönelten ruh Tanrı’nın Ruhudur.  

Şeytan’ın insanları günahlarına dair ikna etmesi ve vicdanı uyandırması düşünülemez. Bunlar O’nun amacına asla hizmet etmez, çünkü Rab’bin ışığını daha parlak kılar ve Tanrı’nın insan canındaki temsilcisinin yani vicdanın ağzını açar. Vicdan insanın canındaki gözlerini ve ağzını açık tutarak Şeytan’ın karanlık amaçlarını tıkayıp engeller, onun işlerini aksatır, çıkarlarına köstek olur, onu sessizleştirir. Böylece Şeytan kişinin zihnine dolaysız saldırıda bulunmaksızın hiçbir şey başaramaz. İnsanları günahta tutmak için İblis ilk önce onların vicdanlarını uyandırıp aydınlatarak günahın korkunçluğunu görmelerini sağlar mı, günahtan fazlasıyla korkmalarına, geçmiş günahların yarattığı sefaleti hatırlamalarına ve suçluluktan kurtulmaya muhtaç olduklarını fark etmelerine neden olur mu? Günahlara karşı daha dikkatli, titiz ve uyanık olmalarını, gelecekteki günahlardan kaçınmalarını ve İblis’in ayartılarından korkup korunmak için daha dikkatli olmalarını sağlar mı? Böyle işlev gören ruhun Kutsal Ruh değil de İblis’in ruhu olduğunu zanneden insanlar akıllarını nasıl kullanıyor? 

Bazı kişiler, İblis’in insanları kandırmak için onların vicdanlarını dahi uyandırabileceğini, böylelikle Tanrı’nın Ruhunun kurtarıcı etkinliğine maruz kaldıklarını zannettirirken onları aslında acılığın pençesinde tutabileceğini söyleyebilir. Buna verilecek yanıt, uyanmış vicdanı olan bir insanın, dünyada aldatılabilecek en zor insan olduğunu söylemektir. Körleştirilmesi en kolay olan vicdan uyuklayan, duyarsız ve akılsız olan vicdandır. Hastalıklı bir canın vicdanı ne kadar duyarlıysa, gerçek şifa olmadan susturulması o denli zor olur. Vicdan günahın korkunçluğuna ve insanın kendi suçunun büyüklüğüne karşı ne kadar duyarlı olursa, kendi doğruluğuyla rahat etmesi ya da gölgelerle sakinleşmesi o denli zor olur. Kendisini bekleyen tehlike karşısında dehşete ve perişanlığa düşmüş bir kişinin gururu, iyi bir gerekçe olmadan kolay kolay okşanıp güvende olduğuna kanmaz. Vicdanı uyandırmak ve günahın kötülüğüne ilişkin ikna etmek günahın ve Şeytan’ın yer etmesine değil, kesilip atılmalarına yol açar. Bu nedenle, böyle işlev gören ruhun İblis’in ruhu olmadığı iddiası doğrudur. Kendisinde etkin olan ruhun İblis’in ruhu olduğunu söyleyen Ferisilere Mesih’in nasıl cevap vereceğini bilmediğini varsaymazsak bu doğrudur (Mat.12:25,26). Dolayısıyla, insanlar günahın korkunç doğasına ve Tanrı’nın hoşnutsuzluğuna uyandıklarında kendi başlarına ne kadar perişan durumda olduklarını, sonsuz kurtuluşu ciddiyetle düşündüklerini, Tanrı’nın acımasına ve yardımına muhtaç olduklarını fark ettiklerinde ve bu kurtuluşu Tanrı’nın belirlediği şekilde aramaya kararlı olduklarında, bunların Tanrı’nın Ruhundan kaynaklandığı sonucuna kesin bir şekilde varabiliriz. Eğer bu sürece çığlıklar atma, bağırma, bayılma, kasılma gibi bedensel belirtiler eşlik ediyorsa, bu sonuç değişmez.  

Eğer insanların yürekleri bu dünyadan uzaklaşıyor, dünyasal tutkulardan kopuyor ve dünyasal arayışlara sırt çevirerek müjdede vaat edilen ilahi unsurların mükemmelliğine ve başka bir dünyanın ruhsal zevklerine yöneliyorsa, Tanrı’nın Ruhunun etkisi daha da çok görülecektir.  

2.3. İnsanların Kutsal Yazılara daha büyük bir saygı duymalarına, gerçekte ve ilahiyatta pekişmelerine neden olacak şekilde işlev gören ruh, kesinlikle Tanrı’nın Ruhudur. Elçinin 6. Ayette bize verdiği kural budur: “Bizse Tanrı'danız; Tanrı'yı tanıyan bizi dinler, Tanrı'dan olmayan dinlemez. Gerçeğin Ruhu'yla yalan ruhunu böyle ayırt ederiz.” Bizler Tanrı’danız, yani “Bizler Tanrı’nın gönderdiği ve dünyaya öğretiş vermek, uymaları gereken öğreti ve buyrukları insanlarla paylaşmak için görevlendirdiği kişileriz. Tanrı’yı tanıyan bizi dinler.” Elçinin buradaki iddiası, Tanrı’dan olan herkesi eşit derecede kapsar. Tanrı’nın, kilisesine iman ve uygulama ilkelerini ulaştırmak için görevlendirip vahiy verdiği bütün peygamberlerin ve elçilerin öğretileri, yani Kutsal Yazıları kaleme alan herkes Efesliler 2:20’de görüldüğü gibi kiliseyi geliştirmek için temel oluşturur. İblis insanların kiliseye bütün dinsel konularda ve canlarıyla ilgili her konuda, her çağda yön vermek için büyük ve kalıcı bir hüküm oluşturan ilahi söze kulak verecek bir şey yapmalarını istemez. Aldatma ruhu, insanların Tanrı’nın ağzından çıkacak sözlerle yön bulmalarını istemez. Kendilerinde ışık olmayan kötü ruhlar insanları asla yasaya ve tanıklığa yönlendirmez. Çünkü Tanrı’nın isteği, insanların kendi aldanışlarını keşfetmeleridir. Yşa. 8:19,20: Birileri size, "Fısıldaşıp mırıldanan medyumlarla ruh çağıranlara danışın" dediğinde, "Halk kendi Tanrısı'na danışmaz mı; yaşayanlar için ölülere mi danışılır?" deyin. “Tanrı'nın öğretisine ve bildirisine dönmek gerek! Böyle düşünmezlerse, onlar için hiç şafak sökmeyecek.” Kötü ruhlar, kendilerinde ışık olmadığı için Tanrı sözüne uygun bir şekilde konuşarak insanları Tanrı’nın öğretisine ve bildirisine döndüremezler. İblis, İbrahim’in yaptığı gibi, “Onlarda Musa'nın ve peygamberlerin sözleri var, onları dinlesinler” diyemez. Aynı şekilde, Mesih’e ilişkin gökten gelen ses gibi “Onu dinleyin” diye buyruk veremez. Yanılgı ruhu insanları aldatmak için yanılmayan hükmü onurlandırmalarını, O’nun üzerinde çok düşünüp O’na kulak vermelerini ister mi? Karanlığın önderi, karanlık egemenliğini yaymak için insanları güneşe yönlendirir mi? İblis o Kutsal Kitap’a karşı sadece ölümcül bir kin ve nefret göstermiştir. Çünkü kendisinin karanlık egemenliğini yıkacak ışığın o Kitap olduğunu bilir. Çağlar boyunca o Kitap nedeniyle Tanrı’nın amacını alt edememiş ve tasarılarına engel olamamıştır. O Kitap İblis’in başının sürekli derdidir. Mikail’in İblis’le savaşmak için kullandığı başlıca silah bu Kitap’tır. Ruh’un Kılıcı olduğundan ötürü İblis’i delip geçer ve mağlup eder. Tanrı’nın Levyathan’ı, o yalancı yılanı cezalandırmak için kullandığı büyük ve güçlü kılıç Kutsal Kitap’tır. Vahiy 19:15’te okuduğumuz keskin kılıç budur. Atın binicisinin ağzından çıkan ve düşmanlarını yenen kılıç budur. Kutsal Kitap’ın her metni eski yılana işkence yapan birer oktur. Binlerce kez o okların acısını hissetmiştir. Bu nedenle Kutsal Kitap’a karşı savaş halindedir ve her sözünden nefret etmektedir. İblis’in, insanların Kutsal Kitap’a sevgi ve saygı duymalarını sağlayacak hiçbir girişimde bulunmayacağından emin olabiliriz. Ne yazık ki ilkesizlerde yaygın görünen tutum, bu yazılı Tanrı hükmünü küçümsemeleri, içsel ışığı ya da başka bir hükmü Kutsal Kitap’ın üzerinde görmeleridir.   

2.4. Ruhları ayırt etmek için başka bir kural da 6. ayetin son sözlerinde karşıt ruhlara verilen seslenişte görülebilir. “Gerçeğin Ruhu ve yalanın ruhu.” Bu sözcükler, Tanrı’nın Ruhuyla O’nu taklit eden diğer ruhların birbirine karşıt olan karakterlerini ortaya koyar. İnsanlar arasında etkin olan bir ruhun işleyiş tarzını gözlemleyerek, insanları gerçeğe yönelten, gerçeklere dair onları ikna eden ruhun gerçek ve doğru Ruh olduğundan emin olabiliriz. Örneğin, işlev gören ruh insanları Tanrı’nın varlığına, O’nun yüce ve günahtan nefret eden Tanrı olduğuna, hayatın kısalığına ve belirsizliğine, başka bir dünya olduğuna, canların ölümsüzlüğüne ve Tanrı’nın huzurunda hayatlarının hesabını vereceklerine, gerek doğaları, gerekse eylemleri itibarıyla günahlı olduklarına, kendi başlarına çaresiz olduklarına, sağlam öğretiyle ilgili diğer gerçeklere dair ikna ediyorsa, o zaman işlev gören bu ruhun gerçeğin ruhu olduğunu ve gerçekleri olduğu gibi temsil ettiğini bilebiliriz. Bu ruh insanları ışığa getirir, çünkü Elçi Pavlus’un Efesliler 5:13’te belirttiği gibi, gerçeği ortaya koyan her şey ışıktır. “Işığın açığa vurduğu her şey görünür.” Dolayısıyla, gerçeği bu şekilde keşfeden ve ortaya koyan ruh, karanlığın ruhu olamaz. İsa Mesih, Şeytan’ın yalancı ve yalanlar babası olduğunu, egemenliğinin de karanlığın egemenliği olduğunu söyler. Şeytan’ın egemenliği sadece karanlıklar ile yanılgılarla ayakta durur ve devam eder. Şeytan sadece karanlık sayesinde egemenlik sürme gücüne sahiptir. Bu yüzden Luka 22:53  ve Kol.1:13 gibi metinlerde karanlığın gücünden söz edildiğini görürüz. Cinlere “bu karanlık dünyanın yöneticileri” denilir. Karanlığımızı kaldıran, bizi ışığa getiren, hilelerden kurtaran ve gerçeğe dair ikna eden her ruh bize iyilik etmektedir. Eğer gerçeği görmeye başladıysam, her şeyi olduğu gibi görme duyarlılığına sahip olmuşsam, bana bu iyiliğin hangi yolla ulaştığını sorgulamadan önce görevim hemen bunun için Tanrı’ya teşekkür etmek olmalıdır.   

2.. Eğer insanlar arasında işlev gören ruh Tanrı’ya ve insana yönelik sevgiyle işlev gören bir ruhsa, bu onun Tanrı’nın Ruhu olduğuna dair kesin bir belirtidir. Elçinin bölümün sonuna doğru ısrarla vurguladığı bu belirti 7. ayette dile getirilir. “Sevgili kardeşlerim, birbirimizi sevelim. Çünkü sevgi Tanrı'dandır. Seven herkes Tanrı'dan doğmuştur ve Tanrı'yı tanır.” Elçinin burada birbirine karşıt ruhların etkisi altındaki iki tür insandan söz ettiği açıktır. Kimin Gerçeğin Ruhuna sahip olduğunu anlamanın belirtisi ise sevgidir. Bu gerçek özellikle 12. ve 13. ayetlerde belirgindir: “Hiç kimse hiçbir zaman Tanrı'yı görmüş değildir. Ama birbirimizi seversek, Tanrı içimizde yaşar ve sevgisi içimizde yetkinleşmiş olur. Tanrı'da yaşadığımızı ve O'nun bizde yaşadığını bize kendi Ruhu'ndan vermiş olmasından anlıyoruz.” Bu ayetlerde adeta sevginin Kutsal Ruh’un öz doğasında bulunduğu ifade edilmektedir. İçimizde bulunan ilahi sevgi ile Tanrı’nın Ruhunun aynı şey olduğu dile getirilmektedir. Önceki bölümün son iki ayeti ve bu bölümün 15. ayeti için de aynı şey geçerlidir. Bu nedenle elçi, gerçeğin Ruhuna ilişkin verdiği bu son belirtinin en belirgin belirti olduğunu söyler gibidir. Bu belirtiye tüm diğer belirtilerden daha çok ağırlık verirken, 7., 11. ve 12. ayetlerde insana yönelik sevgiyi, 17., 18. ve 19. ayetlerde hem Tanrı’ya hem de insana yönelik sevgiyi ve son iki ayette de insan sevgisinin Tanrı sevgisinden doğduğunu dile getirir. 

Bu nedenle, insanlar arasında etkin olan ruh bu şekilde işlev gördüğünde, onları İlahi Varlıkla ve O’nun muhteşem vasıflarıyla ilgili yüce ve yüksek düşüncelerle doldurduğunda, İsa Mesih’in görkemine hayran ve tutkun bıraktığında, O’nu onbinlerce binlerin başı olarak temsil ettiğinde, insan canı için O’nun ne denli değerli olduğunu gösterdiğinde, elçinin sözünü ettiği ayetlerdeki gibi yüreği sevgi için gayrete getirip alevlendirdiğinde, Tanrı’nın biricik Oğlunu kendisine sevgi yerine düşmanlık besleyen bizlerin uğruna ölüme teslim ederek gösterdiği harika ve karşılıksız sevgiyi ortaya koyduğunda, bu ruhun Kutsal Ruh olduğundan emin olabiliriz (a.9, 10). Tanrı biricik Oğlu aracılığıyla yaşayalım diye O'nu dünyaya gönderdi, böylece bizi sevdiğini gösterdi. Tanrı'yı biz sevmiş değildik, ama O bizi sevdi ve Oğlu'nu günahlarımızı bağışlatan kurban olarak dünyaya gönderdi. İşte sevgi budur. a.16. “Tanrı'nın bize olan sevgisini tanıdık ve buna inandık. Tanrı sevgidir. Sevgide yaşayan Tanrı'da yaşar, Tanrı da onda yaşar”. a.19 “Bizse seviyoruz, çünkü önce O bizi sevdi.” Bu niyetlerle sevgiyi gayrete getiren, Tanrı’nın müjdede açıklanan ve Mesih’te ortaya konulan vasıflarını insan düşüncesinin zevk veren uğraşı kılan, insan canını Tanrı’nın ve Mesih’in ardınca giderek onların varlığına, yakınlığına, benzerliğine ve beraberliğine yönelten, Onları hoşnut edecek ve onurlandıracak şekilde yaşamaya özendiren, insanlar arasındaki tartışmaları yatıştıran, barış ve iyi niyet uyandıran, iyi eylemler için teşvik eden, insanların kurtuluşu için içten bir gayret uyandıran, Tanrı’nın çocuklarına ve Mesih’in izleyicilerine sevinç veren bir etkinlik, gerçek ve ilahi ruhun işlevinin en büyük kanıtıdır.  

Tabii ki aldatma ruhunun etkisi altında olanlarda sıkça görülen sahte bir sevgi var. En çılgın şevklilerin arasında, öz sevgiden kaynaklanan bir tür birlik ve yakınlık vardır. Kendilerini başkalarından büyük ölçüde ayıran ama geriye kalan insanların alaylarına neden olan noktalarda birleşirler. Başkalarının onlarda hor gördüğü tuhaflıklara daha da çok değer verip bağlanırlar. Reformun başlangıç günlerinde ortaya çıkan eski çağın gnostikleri ve çılgın fanatikleri birbirlerine büyük sevgi duymakla böbürlenirlerdi. Hatta onların arasındaki bir cemaat kendilerine sevgi ailesi adını takmışlardı. Ancak bu sevgi, benim tanımladığım Hristiyan sevgisinden çok başka bir şeydir. Bu gerçek sevecenlik değil, bütün dünyayla savaş halinde olan korsanların arasındaki birlik ve dostluğa benzer olan günahlı insan doğasının öz sevgisidir. Bu metinde gerçek Hristiyan sevgisini bu tür sahtelerinden ayırmaya yetecek kadar çok şey söylendi. Bu sevgi, Tanrı’nın sevgisinin İsa Mesih’te bize yönelik karşılıksız lütfunun ve mutlak yetkisinin harika zenginliklerinden kaynaklanır. Bu sevgi karşısında kendimizin tümden değersizliğini, Tanrı’ya ve Mesih’e yönelik nefretimizi ve düşmanlığımızı fark ederek kendi üstünlüğümüzü ve doğruluğumuzu reddetmemiz gerekir. Bkz. a.9,10,11 ve 19. Gerçek ilahi doğaüstü sevginin, onu günahlı doğanın öz sevgisine dayalı tüm sahtelerinden ayıran en mutlak niteliği, Hristiyanlığın alçakgönüllülük erdemidir. Alçakgönüllülük tüm diğer erdemlerden daha çok benliği inkâr eder, reddeder ve yok eder. Hristiyan sevgisi alçakgönüllü sevgidir. Sevgi sabırlıdır, sevgi şefkatlidir. Sevgi kıskanmaz, övünmez, böbürlenmez. Sevgi kaba davranmaz, kendi çıkarını aramaz, kolay kolay öfkelenmez, kötülüğün hesabını tutmaz (1Ko.13:4,5). Bu nedenle, insanların kendi küçüklüklerinin, kötülüklerinin, zayıflıklarının ve yetersizliklerinin farkında olmaları, kendine güvensizlik, kendini boşlamak, kendini inkar etmek ve yoksul bir ruha sahip olmak gibi tutumlar Tanrı’nın Ruhunu belli eden işaretlerdir. 

Sevgide yaşayan Tanrı’da yaşar ve Tanrı da onda yaşar. Elçi Gerçeğin Ruhunun büyük kanıtından söz ederken, 12. ayette görüldüğü gibi, Tanrı’nın sevgisinin ya da Mesih’in sevgisinin bizde yetkin kılındığını belirtir. Bu sevginin türü en iyi şekilde Mesih’in örneğinde görülebilir. Tanrı Kuzusunda görülen sevgi yalnızca dostlara değil düşmanlara yönelik, yumuşak huylu ve alçakgönüllü bir ruhun eşlik ettiği sevgidir. İsa Mesih, “Benden öğrenin, çünkü ben yumuşak huylu ve alçakgönüllüyüm” der. Sevgi ve alçakgönüllülük, İblis’in ruhuna, dünyaya ve kötü ruhu belli eden kin ve gurura en çok karşıt olan iki niteliktir.  

Şu ana kadar elçinin sıraladığı, Gerçeğin Ruhundaki etkinliğin çeşitli belirtilerinden söz ettim. İblis’in elinden gelse, yapmayacağı bazı şeyler vardır. Vicdanı uyandırmaz ve insanların günahtan ötürü içinde bulundukları sefil durumu görmelerine, Kurtarıcı’ya duydukları ihtiyacı fark etmelerine, İsa Mesih’in Tanrı’nın Oğlu ve günahkarların Kurtarıcısı olduğu gerçeğini kabul etmelerine, insanların O’na verdikleri değer ve takdirin artmasına izin vermez. İnsanların zihinlerinde Kutsal Yazıların gerçeğine, gerekliliğine ve yararına dair düşünceler oluşmasına, Kutsal Yazıları kullanarak gerçeği görmelerine, canlarıyla ilgili kaygı duymalarına, aldanıştan kurtulmalarına, karanlıktan ışığa çıkmalarına ve her şeyi gerçek ışıkta görmelerine izin vermez. İblis’in yapmayacağı ve yapamayacağı başka şeyler de vardır. İnsanların ilahi sevgiyi tatmalarını, Hristiyan alçakgönüllüğüne ve ruh yoksulluğuna sahip olmalarını istemez. Kendisinde olmayan şeyleri insanlara veremez. Bunlar onun doğasına tamamen aykırı şeylerdir. Dolayısıyla insanların zihinlerinde oluşan olağanüstü bir etkinin içeriğinde bu nitelikler varsa, etkinliğin gerçekleştiği koşullar ne olursa olsun, Tanrı’nın mutlak yetkisinin hangi işlevleri görünürse görünsün, ne gibi araçlar kullanılırsa kullansın ne gibi yöntemlerle çalışılırsa çalışılsın, hayvan ruhlarının ne gibi hareketleri görünürse görünsün, insan bedeninde ne gibi belirtiler oluşursa oluşsun, bunun yine de Tanrı’nın etkinliği olduğundan emin olabiliriz. Elçinin bize verdiği bu belirtiler kendi başlarına yeterlidir ve kendi kendilerini destekler. Bunlar Tanrı’nın işleyişinin açık göstergesidir. Binlerce küçük itirazdan, tuhaflıklardan, düzensizliklerden, yöntem hatalarından, bazı insanların deliliklerinden ve skandallarından daha büyük ağırlıkları vardır.  

Bazı kişiler, Elçi Pavlus’un 2. Ko. 11:13,14’te sözünü ettiği gerçek karşısında bu belirtilerin yeterli olmayacağı itirazında bulunabilirler: “Bu tür adamlar sahte elçiler, düzenbaz işçiler, kendilerine Mesih'in elçisi süsü verenlerdir. Buna şaşmamalı. Şeytan da kendisine ışık meleği süsü verir” (2 Ko.11:13,14).  

Buna cevap olarak, Şeytan’ın ışık meleği olarak göründüğü sahte elçilerin ve peygamberlerin etkinliğinde Gerçeğin Ruhunu sahtesinden ayırt edebilmek için bu belirtilerin yeterliliğine itiraz edilemez. Çünkü zaten elçinin bu belirtileri yazmasının nedeni böyle insanları sınamaktır. “Sevgili kardeşlerim, her ruha inanmayın. Tanrı'dan olup olmadıklarını anlamak için ruhları sınayın.” Elçi, “Birçok sahte peygamber dünyanın her yanına yayılmıştır” diyerek bize bu ayırt edici belirtileri verir. “Şeytan’ın elçileri olup da kendilerine Tanrı’nın peygamberleri süsünü veren kişiler, Şeytan’ın kendisini ışık meleği olarak gösterdiği kişilerdir. Bu nedenle, size vereceğim ilkeleri kullanın ki bu süsün altında yatan sahte ruhu gerçeğinden ayırabilesiniz.” Elçi Yuhanna’nın sözünü ettiği bu sahte peygamberler, hiç kuşkusuz Elçi Pavlus’un sözünü ettiği kişilerle, yani Şeytan’ın ışık meleği süsü vererek etkin olduğu sahte elçilerle, düzenbaz işçilerle aynı kişilerdir. Bu nedenle bu belirtilerin, Gerçeğin Ruhu ile Işık Meleği kisvesindeki İblis’i ayırt etmek için özellikle kullanılabileceğinden emin olabiliriz. Bunların bize verilmelerinin nedeni zaten budur. Elçinin açıkça belirttiği niyet ve amaç, Gerçeğin Ruhunu sahtelerinden ayırt edebileceğimiz belirtileri sağlamaktır. 

Bu sahte peygamberler ve elçiler hakkında söylenenlere baktığımızda (İncil’de onlar hakkında çok şey söyleniyor) ve İblis’in onlarda nasıl ışık meleği kisvesi kullandığını gördüğümüzde Gerçeğin Ruhunu sahtelerinden ayırt edecek belirtilerin yeterliliğine gölge düşürecek hiçbir şey bulamayız. İblis kendisini onlarda ışık meleği olarak gösterdiğinde ilahi şeyler hakkında olağanüstü bilginin verdiği kibirlenme görülür. Kol. 2:8. 1 Ti.1:6,7 ve 6:3-5. 2 Ti.2:14-18. Tit 1:10,16. Bu nedenle takipçileri, sahip olduklarını varsaydıkları büyük bilgiden ötürü kendilerini Gnostikler diye adlandırırdı. İblis onlarda Kutsal Ruh’un mucizevi armağanlarının, yani görümlerin, vahiylerin, peygamberliklerin ve mucizelerin sahtesini sergiledi. Onlara sahte elçiler ve peygamberler denilmesinin nedeni budur. Bkz. Mat. 26:24. Ayrıca yalanlarla ortaya konulan büyük bir kutsallık ve dindarlık iddiası vardır. Rom. 16:17,18. Ef. 4:14. Bu nedenle onlara düzenbaz işçiler, yağmursuz bulutlar ve kuyular denilir 2 Ko.11:13. 2 Pe.2:17. Yah. 12. Bu kişilerde olağanüstü takva, doğruluk ve yüzeysel ibadet gösterişi vardır. Kol. 2:16-23. Kibirli ve kötü niyetli bir gayret içindedirler. Gal. 4:17,18. 1 Ti. 1:6 ve 6:4,5. Dışsal kötülüğü ve acılığı maskeleyen sahte alçakgönüllülükle birlikte benliğin düşünceleriyle ve dindarlıkla boş yere böbürlenme tutumu vardır. Kol. 2:18,23. Peki ama bunların hangisi Gerçeğin Ruhunun ayırt edici kanıtlarına gölge düşürebilir? İblis’in işlerinin yanı sıra Kutsal Ruh’un bazı işleri, kurtuluşa götüren lütufla karıştırılabilir, ama bunlar Gerçeğin Ruhunun işleri olduğu halde kurtuluşla sonuçlanmadığı için bizim konumuzun dışındadır.     

İlk başta niyet ettiğim gibi, gözlemlediğimiz herhangi bir etkinliğin Tanrı’nın Ruhundan kaynaklanıp kaynaklanmadığına dair hüküm vermemizi sağlayacak ayırt edici kesin belirtileri sıralayarak görevimi tamamladım. Şimdi Uygulama adımına geçiyorum. 

Pratik sonuçlar

3.1. Söylenenlere dayanarak şu sonucu çıkaracağım. Son zamanlarda görülen, insanların zihninde dinle ilgili sıra dışı ilgi ve şevk uyandıran şeyler hiç kuşkusuz genel olarak Tanrı’nın Ruhundan kaynaklanmaktadır. Böyle bir etkinlik hakkında hüküm vermek için bilinmesi gereken iki şey var: Gerçekler ve ilkeler. Tanrı sözündeki ilkeleri önümüze serdik. Gerçeklere gelince, onların ilkelere uyup uymadıklarını belirlemek için iki yol var. Bunlardan biri kendi gözlemimiz, diğeri ise gözlem yapma fırsatı bulanlardan aldığımız bilgilerdir.

Bu etkinlik hakkında, Elçi Yuhanna’nın ilkelerine uyduğu için genel haliyle Tanrı’nın işi olduğuna dair hüküm vermek için yeterli bilgimiz var. Kutsal Ruh insanların zihinlerini bu dünyanın boş şeylerinden alıp sonsuz mutlulukla ilgili derin bir ilgi uyandırmakta, kurtuluşlarını aramak için onları içten bir gayretle doldurmakta, günahın korkunçluğunu, suçluluklarını ve sefil durumlarını ortaya koymaktadır. İnsanların vicdanlarını uyandırmakta, Tanrı’nın gazabının dehşetini göstermekte, O’nun beğenisine sahip olmaları için insanlarda büyük bir arzu, ilgi ve şevk oluşturmaktadır. Tanrı’nın belirlemiş olduğu lütuf araçlarından daha titiz bir şekilde yararlanmalarını, Tanrı sözünü daha çok dikkate almalarını, onu dinlemek ve okumak konusunda eskisine oranla çok daha istekli olmalarını sağlamaktadır. Etkin olan ruhun, genel olarak Gerçeğin Ruhu olduğu son derece bellidir, çünkü insanları sonsuz kurtuluşlarıyla ilgili konulardaki gerçeklere karşı çok daha duyarlı olmaya yöneltmektedir. İnsanlar hayatın kısa ve belirsiz olduğunu, kendilerinin ölüme mahkûm olduklarını, günahtan nefret eden Tanrı’nın önünde hesap vereceklerini, Tanrı’nın kendilerini başka bir dünyada sonsuzluğa maruz bırakacağını ve Kurtarıcı’ya ne kadar muhtaç olduklarını fark etmektedir. İnsanların, çarmıha gerilmiş olan İsa Mesih’in değerini ve O’na muhtaç olduklarını daha iyi anlamalarını, büyük bir ilgiyle ve gayretle O’na yönelmelerini sağlamaktadır. Ülkenin genelinde insanların bu etkinlikten haberlerinin olmaması mümkün değildir, çünkü bunlar bir köşede yapılmamıştır. Ücra yerlerdeki birkaç kasabayla sınırlı kalmayıp ülkenin birçok yerine, hatta en nüfuslu, kalabalık halk merkezlerine yayılmıştır. İsa Mesih nasıl Yahudiye’de mucizelerini gerçekleştirdiyse, şimdi de bizim aramızda çalışmaktadır. Bu işler epeydir devam ettiğinden, etkinliğin gidişatını gözlemlemek için birçok fırsat olmuştur. Bu süreçte, etkinliğe maruz kalanlarla da çokça görüşme olanağı olduğundan, elçinin ilkelerine uygun bir şekilde Tanrı’nın işi olduğu ortaya konulmuştur.    

Küçük bir bölgede ve birbiriyle sıkça görüşen küçük insan gruplarına nazaran çok değişik yerlerde ve çok çeşitli insanlardan oluşan büyük kalabalıklarda gözlem yapıldığında işlev gören ruhun doğasını ve eğilimini herhangi bir yanlış etki altında kalmadan çok daha büyük bir kesinlikle tespit etmek mümkündür. Birkaç kişi, olmamış şeyleri uydurup başkalarında yanlış bir izlenim yaratabilir. Ancak etkinlik ülkenin büyük ve birbirinden uzak bölgelerine, birbirinden çok değişik her yaştan, sağduyulu, anlayışlı ve dürüst insanlara yayıldığında, onları gözlemleyerek ve dinleyerek varılacak sonuca bakarak nasıl bir etkinin altında olduklarını tespit edememek mümkün müdür? Üstelik bu gözlemin aylar boyunca onları eskiden beri tanıyan ve yakınlığı olan insanlar hesaba katılarak yapıldığını varsaydığımızda, şu soruların cevabını bulmak zor mudur? Vicdanları uyanmış mı yoksa uyuşmuş mu, kurtuluşu arıyorlar mı yoksa ihmal mi ediyorlar, Kutsal Yazılara mı yoksa deizmi me bağlılar, dinin büyük gerçeklerini az mı dikkate alıyorlar, çok mu?  

Burada gözlemlenmesi gereken bir şey daha var. İnsanların belli bazı ilahi gerçeklere ikna olmaları, kurtuluşlarıyla sonuçlanacak şekilde bunları saymaları ve sevmeleri ile bunların gerçekliğine dair eskisine göre daha çok ikna olup tasdik ettiklerini ve daha çok dikkate aldıklarını söylemeleri farklı şeylerdir. Sağduyu sahibi dürüst insanlar, ikinci ifadeye birincisinden daha çok itibar edilmesini bekleyeceklerdir. Aslında birincisinde, belli bazı kişilere nazaran insanların genel olarak aldanmaları daha küçük bir olasılıktır. Ancak insanların kanaatlerinin, ilgi ve eğilimlerinin onları kurtuluşa kavuşturacak şekilde değişmesi şu anki sorumuzun dışındadır. İnsanların değer yargılarının, ilgi ve eğilimlerinin üzerinde etki varsa, bu onların kurtuluşa kavuşmalarını sağlayacak düzeyde ve şekilde olsa da olmasa da bu Tanrı’nın Ruhunun işleyişinin belirtisidir. Kutsal Yazıların ilkeleri, Tanrı Ruhunun genel etkisini ve kurtuluşa götüren etkisini diğer kaynakların etkisinden ayrı tutmaya yarar.     

Tanrı’nın sağlayışıyla son birkaç ayımı, etkinliğe maruz kalan insanların arasında geçirerek bazı kişilerde rahatsızlık yaratan olağanüstü belirtileri gözlemleme imkanına kavuştum. Çığlıklar atan, bağıran, bedenlerinde büyük sarsıntılar yaşayan insanlara tanık olarak bu tür etkilerin ürünlerini birkaç ay boyunca takip ettim. Bu insanların birçoğunu o zamandan beri yakından tanıma fırsatını bulduğum için kendimi bu konuda tanıklık verme hakkına sahip görüyorum. Böyle bir etkinliğin doğasının ve eğiliminin, oradan gelip geçen bir gözlemciden çok titiz ve dikkatli bir sorgulayıcı tarafından ifade edilebileceğini, etkinliğe maruz kalanların da yüreklerini böyle bir sorgulamaya daha çok açacaklarını düşünüyorum. Bu etkinlik hakkında yazılmış olan her makalede ve başka birçok belgede bu durum böyle olmuştur.   

Olağandışı belirtilere maruz kalanlar ikiye ayrılır. Günahlarının ve sefil durumlarının farkına vararak büyük sıkıntı yaşayanlar. İlahi unsurların büyüklüğü, yüceliği ve güzelliği karşısında kendinden geçenler. 

İlk gruptakilerin büyük bir kısmının ıstırapları içten bir kanaatten ve bir dereceye kadar gerçeğin ne olduğunu kavramaktan kaynaklanıyordu. Bu tür belirtiler yaygın bir şekilde görüldüğünde, kişilerin ıstıraplarını göstermekten kaçınmak için kendilerini çok fazla tutmaya çalıştıklarını pek sanmıyorum. Çok az sayıda insan, bu tür belirtileri kendiliklerinden uydurur gibi görünüyorlardı ama büyük bir çoğunluk için bunlardan kaçınmak tamamen olanaksızdı. Genel olarak, bu ıstırapları yaşayanların bilinci tamamen açıktı ve konuşmayı başaranlar akıllarından geçeni oldukça iyi bir şekilde ifade edebiliyor, neler yaşadıklarını anlatabiliyorlardı. Bazıları ise bu açıklamaları daha sonra yapabildiler. Sadece birkaç kişi, etkinliğin en yoğun anında kısa süreliğine bilincini yitirdi. Fakat bu tür ıstırapları yaşayan yüzlerce ve binlerce kişi arasında bilincini tamamen kaybeden kimse görmedim. Birkaç kişinin ıstırabına bunalım karıştığı belliydi ve bu durumun kanaatten başka nedenlerle olduğu anlaşılıyordu. Istıraplarının tek nedeni gerçek değil, Kutsal Yazıya ya da akla yer vermeyen bazı boş gölgeler ve düşüncelerdi. Büyük ıstırap çeken bazı kişiler kendilerini tam olarak ifade edemediler ve sıkıntılarının nedenini açıklayamadılar ama bu kişilerin doğru kanaatler altında olmadıklarını düşündürecek bir neden göremedim. Bu duruma şaşılmaması gerekir, çünkü yaşadıkları ruhsal durum onlar için çok yeniydi. Düşüncelerini ve içsel hislerini sözlerle nasıl ifade edeceklerini bilemiyorlardı. Bazı kişiler ilk sorgulama sırasında kendilerine ne olduğunu bilmediklerini söylediler ama daha sonraki ifadelerinde kendi sözleriyle ve ifade tarzlarıyla tam olarak başaramasalar da durumlarını daha iyi ortaya koydular. 

Bazı kişiler, bu tür belirtileri yaratan korkuların sadece nedensiz bir ürküntü olduğunu zannediyor. Ama dehşet verici bir gerçeği kavramanın yarattığı aşırı ıstırap, yani nedeniyle doğru orantılı olan bir belirti ile nedensiz ve gereksiz bir korku arasında farkın görülmesi gerekir. İkinci tür korku, gerçek olmayan bir şeyden kaynaklanır (Ben bunalım yaşayan birkaç kişide bunun örneğini görmüştüm). İkinci olarak, dışsal bir gürültünün ya da tehdidin oluşturduğu bir kaynak söz konusudur. Zihinleri herhangi bir gerçekle meşgul olmayan kişiler, nedensiz yere korkutucu bir şeyin etkisi altına girmektedir. Gerek yaşlılar gerekse gençler arasında bu türden korkuyla çok az karşılaştım. 

Ancak gerçeği kavramanın yoğun ıstırabını yaşayanlar, ortak bir ifadeyle kendilerinin kötülüğüne, gerçek günahlarının sayıca çokluğuna ve ciddiliğine, dehşet verici kirliliklerine, düşmanlıklarına ve sapkınlıklarına, yüreklerinin inatçılığına ve katılığına, Tanrı’nın huzurundaki büyük suçluluklarına ve günahın hak ettiği cezanın korkunçluğuna dair derin bir hissiyatı dile getirmişlerdir. Sonsuz sefaletin korkunç uçurumuna dair keskin bir fikirleri olduğu gibi, kendilerini ellerinde tutan yüce Tanrı’nın gazabının da farkındadırlar. Bu gazap onlara şaşırtıcı derecede korkutucu gelmektedir. Tanrı’nın öfkesinin ve gazabının arttığını hissettikçe, büyük bir tehlikeyle ilgili beklentileri de artmaktadır. Tanrı’nın artık kendilerine tahammül etmeyeceğine, kesip atacağına, gördükleri korkunç uçuruma düşeceklerine ve başka hiçbir sığınak olmadığına kanaat getirmektedirler. Güvendikleri ve övündükleri her şeyin boşluğunu görmekte, her şeyin verdiği umutsuzluğu tatmakta ve tamamen kendilerine karşı öfkeli olan Tanrı’nın isteğine bağlı olduklarını fark etmektedirler. Tümüyle hak ettikleri gazabın ve gözlerinin önündeki yıkımın yarattığı olağanüstü hislerin etkisi altına girmişlerdir. Her an bu sonun infaz edilebileceği korkusunu yaşamakta, bunu tümüyle hak ettiklerini ve Tanrı’nın gerçekten de mutlak egemen olduğunu bilmektedirler. Tanrı’nın mutlak yetkisiyle ilgili bir ayet onların zihinlerine ulaştığı zaman sıkça sakinleşirler. Büyük elemlerin ardından Tanrı’nın ayaklarının dibinde kendilerini sessizce toparlayarak adil ve egemen Tanrı’ya teslim olurlar, ama bedensel kuvvetlerini yitirmişlerdir. Hayatlarını adeta kaybetmişler ama sonra Kutsal Yazıların tatlı davetiyle birlikte ışığın görünmesiyle, yüce Kurtarıcı’nın harika ve her şeye yeterli olan lütfuyla hayatlarına kavuşmuşlardır. Bu ışık bazen ansızın ortaya çıkmakta bazen yavaş yavaş canlarını sevgiyle, hayranlıkla, sevinçle ve alçakgönüllülükle doldurmaktadır. Böylece yürekleri, sevgiyle dolu olan harika Kurtarıcıya yöneltmekte, O’nun huzurunda toprak içinde öylece uzanmaya özlem duymaktadırlar. Diğerleri ise Kurtarıcı’ya hayranlıkla bakarak O’nu kucaklamaya ve O’nun tarafından özgür kılınmaya özlem duyarlar. O’nun yüceliğinde yaşama isteğiyle dolarlar ama kendi gözlerinde kötü olduklarından ve yürekleri çokça kıskançlıkla dolu olduğundan kendi başlarına hiçbir şey yapamayacaklarının bilincindedirler. Bunun ardından gerçek bir yürek değişiminin bütün belirtileri ortaya çıkar. Lütuf, zaman zaman eskiden iman etmiş olan kişilerdeki gibi işlev görmeye başlar. Aynı zorluklar, ayartılar, bocalamalar ve teselliler vardır ama ışık ve teselli normalden daha yüksek derecelerdedir. Böylece birçok küçük çocuk doğar. Kötü ruhlar çoğu kez insanları sarsıp büyük çığlıklar atarak çıkarlar. (Mar. 1:26 ve bölüm 9:26). Bazı kişiler, cinlerden özgür kılınmadan önce büyük ıstıraplarla dövünürler ama bazılarında ıstırapların ardından özgür kılınma gerçekleşmez.   

Bazı kişiler, böyle durumlarda fazlaca gürültü olmasına bakarak bunun büyük bir karışıklık olduğunu ve Tanrı’dan kaynaklanamayacağını söyleyerek itiraz ederler. Çünkü Tanrı karışıklık değil düzen Tanrısıdır. Gerçek karışıklığın amacı, unsurlar arasındaki düzeninin bozulması, böylece usulüne uygun bir şekilde atılmaları için aralarındaki bağlantının koparılmasıdır. Dinsel toplantıların amacı ise günahkarların ikna olarak iman etmeleridir.  Olağanüstü etki altında olan kişilerin, ciddi ibadetleri sırasında bu tür dışsal belirtilerden ellerinden geldiğince kaçınmaya çalışmaları gerektiğini düşünüyorum. Ancak Tanrı insanların vicdanlarını imana yöneltmekten hoşnutsa, bu gerçekleşirken insanlar dışsal belirtilerden kaçınamıyorlarsa, bu arada toplantının düzeni bozuluyorsa, bu bir kesinti ya da karışıklık sayılamaz. Yağmur duasına çıkmış olan bir grubun, ansızın boşalan sağanak yüzünden dualarına ara vermek zorunda olmaları bir kesinti sayılamaz. Keşke Tanrı, önümüzdeki Pazar günü ülkedeki bütün toplantıları böyle bir karışıklıkla kesintiye uğratsa! Düzenin ulaşması gereken amaç yüzünden düzen kesintiye uğruyorsa, bundan üzüntü duymamız gerekmez. Hazineye ulaşması gereken bir kişi, yolculuğun ortasında hazineyi bulduğu için durmak zorunda kalmışsa üzülmesi gerekmez.   

Kanaat ve ıstırabın etkisi altına girenlerin yanı sıra, yakın zamanda Kurtarıcı’nın muazzam yüceliğiyle, canını feda eden sevgisinin harika yönleriyle, kendi küçüklüklerinin ve aşkın kötülüklerinin derin hissiyatıyla kendilerinden geçerek bedensel kuvvetlerini kaybeden çok kişi gördüm. Sadece yeni iman edenlerin değil, eski imanlıların da özellikle iman ettiklerinden beri Tanrı’nın yüceliği için yaşamadıklarından ötürü tövbe ve pişmanlıkla ama sonra sevgi ve sevinç gözyaşlarıyla sarsıldıklarını gördüm. Bu kişiler kendi düşkünlüklerini ve yüreklerinin kötülüğünü eskisinden çok daha net görmüşlerdi. Gelecekte çok daha iyi bir yaşam sürmeye yönelik çok daha ciddi bir arzu duyuyorlardı ama kendilerinden daha az emindiler. Başkalarının canı için acıma duyan ve kurtuluşları için yanıp yakılan çok sayıda insan vardı. Bu olağanüstü etkinlikte sıraladığım belirtilerin her birinin cevabı vardır. Bu etkinlik, Elçi Yuhanna’nın, Gerçeğin Ruhunun belirtilerine ilişkin yaptığı sıralamaya tamamen uyuyordu.  

Tanrı’nın lütfuyla O’nun işlerinin daha önceden devam ettiği bir yere düştüm. Saygıdeğer Stoddard ile birlikte iki yıl boyunca o yerde yaşadığım için mutluydum. O mevsimde, kendisinin hizmet etmiş olduğu bir grubu tanıdım. Daha önce onun hizmet ettiği kişilerin deneyimlerini yakından inceleyip ilahiyat öğretilerine uygunluğunu sınama fırsatım olmuştu. Yakın zamanda yine orada olağandışı işlerin gerçekleştiğini, bunların farklı dönemlerde gerçekleşse de belli ki eski işlere benzer olduğunu ve yeni bazı koşullar oluştuğunu öğrendim. Eğer iman edenleri ve Hristiyanların yaşadığı deneyimleri görmezden gelirsek, Kutsal Kitaplarımızı ve açıklanmış dini bir kenara bırakırsak, bunun Tanrı’nın işi olmadığını söyleyebiliriz. Kutsal Ruh’un etkisinin, insanların bedenlerindeki belirtilerin derecesiyle ölçülebileceğini ya da bedende görülen bu belirtilerin en iyi deneyimler olduğunu varsaymıyorum. Gözlemlenen düzensizliklere, bir miktar aldanışa ve bazı akılsızlıklara gelince, uzun soluklu ve neredeyse evrensel bir ölümün ardından gelen reform döneminde, uyanış henüz tazeyken böyle şeylerin görülmüş olduğuna şaşmamak gerek. Tanrı, ilk yaratılışında dünyayı birdenbire tamamlamadı. Büyük miktarda düzensizlik, karanlık ve kaos vardı. Tanrı bundan sonra “Işık olsun” dedi ve her şey mükemmel haline kavuştu. Tanrı, halkını kurtarmaya yönelik büyük etkinliğine ilk başladığı zaman, Mısır’da uzun süren bir tutsaklık döneminin ardından bir süre için gerçek mucizelerle birbirine karışan sahte mucizeler vardı. Bunlar yüzünden imansız Mısırlıların yüreği katılaştı ve bütün etkinliğin ilahi kökeninden kuşku duydular. İsrailoğulları uzunca bir süre uzakta ve ihmal edilmiş bir şekilde kalan Tanrı’nın sandığını ilk kez getirmeye gittikleri zaman Rab’be doğru bir şekilde yönelmediler. 1. Ta.15:13. Tanrı’nın oğulları Rab’bin huzuruna çıktıkları zaman, Şeytan da onların arasındaydı. Süleyman’ın gemileri altın, gümüş ve inci getirdikleri zaman içlerinde maymunlar ve papağanlar da vardı. Karanlık bir gecenin ardından şafak ilk kez söktüğünde, gün ve güneş ansızın mükemmel bir şekilde parlamaz, bir süre için karanlık ve ışık birbirine karışmış durumdadır. Yeryüzünün meyveleri olgunlaşmadan önce yeşildirler ve uygun mükemmelliğe kavuşmaları için bir süre geçmesi gerekir. İsa Mesih bize Tanrı’nın egemenliğinin de böyle olduğunu söyler. Markos 4:26,27,28. "Tanrı'nın Egemenliği, toprağa tohum saçan adama benzer. Gece olur, uyur; gündüz olur, kalkar. Kendisi nasıl olduğunu bilmez ama, tohum filizlenir, gelişir. Toprak kendiliğinden ürün verir. Önce filizi, sonra başağı, sonunda da başağı dolduran taneleri verir.” 

Bu etkinliğe eşlik eden akılsızlıkların ve yanılgıların, özellikle daha az tecrübesi ve istikrarı olan, aşırılıklara kaymaya daha eğilimli olan gençlerde kendisini göstermesine şaşırmamalıyız. Şeytan insanları mümkün olduğu kadar elinde tutmaya çalışır ama bunu artık yapamadığı zaman onları aşırı uçlara, Tanrı’ya saygısızlığa ve dini zedelemeye yöneltir. Hiç kuşkusuz, birçok yerde insanlar hizmetkarların bu etkinlikle ilgili yanlış düşünceleri olduğunu açıkça görüp hiç düşünmeksizin kendilerini kılavuz olarak atayarak kılavuzsuz kalmaktadır. Bunun sonucunda çobansız koyunlar gibi kalan insanlar yoldan çıkmaktadır. Bu şartlardaki insanların kılavuzlara ihtiyaçları vardır ama kılavuzların da kendilerinde bulunandan çok daha fazla bilgeliğe ihtiyaçları vardır. Eğer insanların bu etkinliğe olumlu yaklaşan ve sevinç duyan hizmetkarları varsa, sevinin. Ancak ne insanların ne de hizmetkarların bu olağanüstü yeni etkinliği doğru bir şekilde yönetmeyi bilmeleri beklenmemelidir. Çünkü bu etkinlik yenidir, daha önce hiç böyle bir şey yaşamamışlar, bunun sonuçları ve sorunlarıyla karşılaşmamışlardır. Tanrı’nın aralarında yaşamamı sağladığı insanlarda bu deneyimin mutlu sonuçları bugün bile son derece açıktır.  

Bu yıl orada devam eden işlerin, altı yıl öncesine nazaran çok daha saf olduğunu söylemeliyim. Çok daha ruhsaldır, doğal benlikten ve ahlaksızlıklardan özgür, aşırı şevklilerin azgınlıklarından ve aşırılıklardan daha arıdır. Gerek Tanrı’nın gerekse insanların huzurunda derin bir alçakgönüllülük ve benliği inkâr tutumu vardır. Akılsızlıklardan ve düzensizliklerden çok daha özgürdür. Daha önce birçok kişi, sevinçlerinde ve tesellilerinde Tanrı’yla aralarındaki mesafeyi çabucak unutarak Tanrı’yla ilgili konulardan ve kendi deneyimlerinden söz ederken bunları çok hafife alacak şekilde konuşurlardı. Oysa artık böyle bir tutum olmadığı gibi, Tanrı’nın yönlendirişiyle daha ağırbaşlı, saygılı ve alçakgönüllü bir sevinç söz konusudur (Mez. 2:11). Bunun nedeni daha az sevince sahip olmaları değil, tam tersine daha sevinçli olmalarıdır. Önceki dönemin etkisi altında kalan birçoğumuzun Gök’le iletişimi onların o zaman sahip olduğundan çok daha fazladır. Fakat bu sevinç şimdi bambaşka bir tutumla ortaya koymakta, benlik inkâr edilmekte, yürekler kırılmakta ve toz haline gelmektedir. Sevinçten söz edilirken kahkahalar değil gözyaşları vardır. Daha önce gülenler şimdi ağlamakta ama hep bir ağızdan sevinçlerinin eskisine kıyasla şimdi çok daha pak ve tatlı olduğunu söylemektedir. Şimdi Beytel’de Tanrı’yı gören ve cennete uzanan merdivene tanık olduğu zaman “Burası ne korkunç!” diyen Yakup gibidirler. Tanrı’nın dağdaki yüceliğini gören ve sonra koşarak yere kapanan Musa gibidirler.  3

3.2. Hiçbirimiz bu işlere engel ya da köstek olacak hiçbir şey yapmamak, tam tersine elimizden geldiğince desteklemek için dikkatli olalım. İsa Mesih Gök’ten Kutsal Ruh’un olağanüstü ve harika bir etkinliğiyle bu dünyaya geldi. O’nun bütün öğrencilerinin O’nu tanıması ve onurlandırması gerekir. 

İsa Mesih’in ve elçilerin günlerindeki Yahudilerin örneği, bu etkinliği kabul etmeyen ve büyük bir kıskançlığa sahip olan insanlara, söyleyecekleri ve yapacakları şeyler konusunda son derece dikkatli olmalarını gerektirir. İsa Mesih o zaman dünyadaydı ama dünya O’nu tanımadı. Kendi halkına geldi ama kendi halkı O’nu kabul etmedi. İsa Mesih’in gelişi, onların ellerinde bulunan Kutsal Yazıların peygamberliklerinde sık sık bildirilmişti ve uzun süredir bekleniyordu. Ancak Mesih onların bekledikleri şekilde gelmediği için ve onların benlikteki mantıklarına uygun düşmediği için O’nu kabul etmediler. Hayır, O’na karşı direndiler, O’na deli dediler ve O’nun aracılığıyla etkin olan ruhun İblis’in ruhu olduğunu ilan ettiler. Mesih’in yaptığı büyük işler karşısında hayrete düştüler ama bunlardan ne sonuç çıkaracaklarını bilemediler, sürçme taşında sürçtüler ve sonunda O’nu reddettiler. Tanrı’nın Ruhu elçilerin günlerinde harika bir şekilde döküldüğü zaman bunu karışıklık ve çılgınlık olarak nitelediler. Gördükleri ve duydukları şeylerden ötürü şaşkınlığa düştüler ama ikna olmadılar. Yşa. 29:14’te söylediği gibi, anlayışlarında ve bilgilerinde budalalığa düşerek Tanrı’nın işlerini reddettiler. “Onun için ben de bu halkın arasında yine bir harika, evet, şaşılacak bir şey yapacağım. Bilgelerin bilgeliği yok olacak, Akıllının aklı duracak." Dinsellikleri ve dindarlıklarıyla bilinenlerin çoğu, Ruh’un işlerine karşı büyük bir kin duydular, çünkü kendilerinin saygınlığını azalttığını, şekilciliklerini ve kayıtsızlıklarını yüzlerine vurduğunu gördüler. Bazıları bu nedenlerle Tanrı’nın Ruhunun işlerine açıkça karşı durdular, bunları kötülediler ve içsel kanaate karşı gelerek Şeytan’ın işleri olarak niteleyerek Kutsal Ruh’a karşı bağışlanmayacak günahı işlediler.  

İsa Mesih’in, kendi egemenliğini yeryüzünde kurmak için ikinci ruhsal gelişi vardır ve ilk gelişi gibi bu da Tanrı’nın kilisesi tarafından uzun bir süredir beklenmekte olup Kutsal Yazıların peygamberliklerinde çokça konu edilmiştir. Bu konuda söylenenlere bakarak, bu gelişin birçok yönden ilk gelişle paralel olacağını düşündürecek nedenlerimiz var. Tanrı’nın göze görülen kilisesinin son zamanlarda içinde bulunduğu düşkün halin o günlerdeki Yahudi cemaatinin haliyle paralel olduğu dikkate alınırsa, Mesih geldiği zaman işlerinin birçoklarına tuhaf görüneceğine şaşmamak gerek. Şu anki etkinlik, Mesih’in egemenliğini kurmak için sık sık bildirilen yüce gelişinin başlangıcı olsun ya da olmasın, bunun aynı Ruh’tan ve aynı doğadan kaynaklandığı bellidir. Mesih’in işlerini tanımayı reddetmeye devam eden insanların – özellikle bunların arasında kilisede öğretmenlik yapanların – yolda bulunan sürçme taşlarından ne sonuç çıkardıklarına ya da etkinlikten kuşkulanmak için hangi nedenleri olduğuna bakılmaksızın, Mesih’i reddeden eski çağın Yahudileri gibi Tanrı’yı öfkelendirecekleri muhakkaktır. Yahudi cemaatinin öğretmenleri, kendilerine aşılmaz gelen sayısız sürçme taşı buldular. İsa Mesih’te ve göğe alınışından sonra Kutsal Ruh’un işlerinde gördükleri birçok şey onlara aşırı derecede tuhaf görünüyordu. Tereddütlerinin doğru gerekçelere dayandığından emindiler. İsa Mesih ve O’nun işleri Yahudiler için sürçme taşı oldu. İsa Mesih, “Benden ötürü sendeleyip düşmeyene ne mutlu!" dedi (Luka 7:23). Mesih’in ortaya çıkışı ne kadar tuhaf ve beklenmedik olsa da O’nun Yahudiye’deki mucizeleri herkese gözlem yapma fırsatı vermişti. Yine de O’nu kabul etmediler ve Tanrı’nın huzurunda kendi üzerlerine korkutucu bir yargı getirdiler. İsa Mesih onları mahkûm ederek şöyle dedi: “Sizi ikiyüzlüler! Yeryüzünün ve gökyüzünün görünümünden bir anlam çıkarabiliyorsunuz da şimdiki zamanın anlamını nasıl oluyor da çıkaramıyorsunuz?” Luka 12. 

Yüce Yahve’nin gökleri eğip de uzun süredir lütfunun ve gücünün muhteşem işleriyle ülkenin bu denli kalabalık yerlerinde ve hatta her yöresinde böyle kapsamlı bir şekilde görünmesine rağmen büyük kitlelerin ve hatta kilisesindeki birçok öğretmenin O’nu tanımadan, kabul etmeden, onurlandırmadan, lütufkar huzurunda sevinç duymadan, bize dünyanın sunduğu bütün geçici bereketlerden daha çok iyilik göstererek lütfuyla gerçekleştirdiği yüce ve kutlu işler için şükretmeden O’nun huzurunda suçsuz kalabileceklerini düşünmek mümkün değildir. Böyle bir durumda, özellikle hizmetkarların uzun süreli sessizliği kuşkusuz Tanrı’nın gazabını uyandırır. Gizli bir direniştir bu ve gerçekten etkinliği engellemeye meyillidir. Bu sessiz hizmetkarlar, Mesih’in "Benden yana olmayan bana karşıdır” sözleri doğrultusunda Tanrı’nın yoluna engel olmaktadır. Eski günlerin Yahudileri gibi bu tuhaf etkinliğin ne olduğunu merak edenler, nasıl bir sonuç çıkaracaklarını bilemeyenler, kabul etmeyi reddedenler ve ondan söz ederken kötüleyici bir dil kullananlar, Elçi Pavlus’un kendilerine yönelik şu sözleriyle titremelidirler: “Dikkat edin, peygamberlerin sözünü ettiği şu durum sizin başınıza gelmesin: “Bakın, siz alay edenler, Şaşkına dönüp yok olun! Sizin gününüzde bir iş yapıyorum, Öyle bir iş ki, biri size anlatsa inanmazsınız.”” (Elç. 13:40,41). Olağanüstü düzeyinden ve işleyiş tarzından ötürü bu etkinliğe inanmakta güçlük çekenler Samiriye’deki imansız komutanın “RAB göklerin kapaklarını açsa bile, olacak şey değil bu!" ifadesine Elişa’nın verdiği cevabı düşünmelidirler: "Sen her şeyi gözlerinle görecek, ama onlardan hiçbir şey yiyemeyeceksin!" (2 Kr. 7:19). Tanrı’nın İsrailine ışık veren etkinliği Mısırlılar’ın bulut ve ateş sütunu olarak görmeleri gibi bu etkinliği de bulut ve karanlık olarak görenler kendilerinin yıkımına neden olmasın diye dikkat etmelidir. 

Sağduyulu davranmak adına kendilerini sessizliğe teslim ederek işlerin nereye varacağını ve bu etkinliğe maruz kalanların ne gibi bir ürün vereceğini görmeyi bekleyenlerin, böyle yapmakla bugün kendisini harika ve lütufkar bir şekilde ülkede gösteren İsa Mesih’i tanımakta geciktiklerini düşünmelerini isterim. Böyle bekleyen birçok kişi, büyük olasılıkla neyi beklediklerini bilmemektedir. İçinde zorluklar ve sürçme taşları olmayan bir Tanrısal etkinlik bekliyorlarsa, nehir kenarında bütün suyun akışını bekleyen akılsız biri gibidirler. Tanrı’nın hiçbir işi sürçme taşları olmadan gerçekleşmez. Tanrı’nın, aracılığıyla kendisini dünyaya gösterdiği hiçbir büyük etkinlik zorluklardan yoksun değildir. Başlangıçta birçok şey insanların günahlı benliğe uyan imansız yüreklerine tuhaf, tutarsız ve zor görünse de Tanrı’nın etkinliği O’nun işidir. İsa Mesih ve O’nun işleri birçokları için daima sürçme taşı ve denenme kayası olmuştur ve olmaya devam edecektir. Hoşea peygamber (14. Blm), Tanrı’nın kilisesindeki görkemli dinsel uyanıştan söz ederken Tanrı’nın sözlerini şöyle bildirir: “Çiy gibi olacağım İsrail'e; Zambak gibi çiçek açacak, Lübnan sediri gibi kök salacaklar. Dallanıp budaklanacaklar, Görkemleri zeytin ağacını, Kokuları Lübnan sedirini andıracak.” Ardından sözlerini şöyle sonuçlandırır: “Bilge kişi kavrasın bunları, Anlayan anlasın. Çünkü RAB'bin yolları adildir; bu yollarda yürür doğrular, ama başkaldıranlar bu yollarda sendeler.”     

Şu anda bu etkinliğe eşlik eden sürçme taşlarının, azalmak yerine bazı yönlerden çoğalma olasılığı var. İmandan sapma ve günaha saplanma gibi olayları muhtemelen daha çok göreceğiz. Sürçme taşlarından biri kalksa, başkaları gelecektir. Mesih’in benzetmeleri için geçerli olan şeyler, işleri için de geçerlidir. İnsanların karanlık zihinlerine zor gelen şeylerin amacı mizaçlarını ve ruhsal durumlarını sınamaktır. Bakıp bakıp görmeyen, duyup duyup anlamayan imansız, sapkın, her şeyde kusur arayan ruhları ve çürük zihinleri açığa çıkarmaktır. Şimdi bu etkinliğin sonucunu görmeyi bekleyenler, o zaman daha iyi karar vereceklerini zannetmekte ama çoğu yanılmaktadır. Yahudiler Mesih’in mucizelerini gördüler ama O’nun Mesih olduğuna dair daha iyi kanıtlar görmek için beklediler. Gökten bir belirti istediler ama boşuna beklediler. Sürçme taşları azalmak yerine daha da çoğaldı. O taşların sonu bir türlü gelmek bilmedi ve imansız yürekler giderek daha da katılaştı. Birçok kişi, Kutsal Yazı’da sözü geçen o yüce reform için dua ediyorlar (Mesih’in gelişini bekleyen Yahudiler gibi) ama ne için dua ettiklerini bilmiyorlar ve reform gerçekleştiğinde onu ne fark ediyor ne de kabul ediyorlar.

İnsanların bu etkinliği tanımadan önce uzun bekleyişlerine neden olan bu sözde sağduyunun, en sonunda muhtemelen sağduyudan en büyük yoksunluk olduğu anlaşılacaktır. Tanrı’nın New England’a verdiği bu denli büyük bereketten pay almayacak, ilahi ışıktan, lütuftan, teselliden, göksel ve sonsuz yararlardan yoksun kalacaklar. Göksel pınar bu denli harika bir şekilde akarken, büyük kalabalıklar koşup da canları için zengin kaynaklara kavuşurken, onlar uzakta durup kuşkular ve hayretler içerisinde hiçbir şey alamıyor ve bu değerli mevsim geçip gidiyor. Bu denli olağanüstü dışsal belirtilerin eşlik ettiği bu etkinlikten kuşku duyanlar, bilgilenmek amacıyla fazla zahmete girmeden böyle şeylerin görüldüğü yerlere giderek, dikkatlice ve titizlikle gözlem yapıp sorgulayarak iki ya da üç vakayla yetinmeden kendi gözlemlerinin doyurucu sonucuna varana dek kuşkularının üzerine gitmeliler. Eğer bunu yaparlarsa, zihinlerini kanaate kapatmamış olan herkesin ikna olacağından kuşku duymuyorum. Sadece başkalarının kulaktan dolma şikayetlerini dinleyerek konuşmaya başlayanların yanılgısı ne büyük! İmansız Yahudi’nin uyarısı onlara daha sağduyulu olmayı öğretebilir: “Şimdi size şunu söyleyeyim: Bu adamlarla uğraşmayın, onları rahat bırakın! Çünkü bu girişim, bu hareket insan işiyse, yok olup gidecektir. Yok eğer Tanrı'nın işiyse, bu adamları yok edemezsiniz. Hatta kendinizi Tanrı'ya karşı savaşır durumda bulabilirsiniz." (Elç. 5:38,39). Bu yazıda ifade edilenler, bu etkinliğin Tanrı’dan olup olmadığına dair bir kanaat oluşturmaya yeterli midir, bilemem. Ama gelecek için umudum, bu kişilerin en azından Gamaliel’in öğüdüne kulak asmalarıdır. Umarım bu öğüde karşı durarak ya da dolaylı olarak itibarını sarsacak bir şey söyleyerek kendilerini Kutsal Ruh’a karşı savaşır durumda bulmazlar. İnsanın canı için en yıkıcı ve tehlikeli günahlar, Kutsal Ruh’a karşı işlenen günahlardır. İnsanların yüreklerinde lütufla işleyen Kutsal Ruh’u kötülemektense, Baba Tanrı’nın ya da Oğul Tanrı’nın aleyhinde konuşmak yeğdir. Kutsal Ruh’un içimizdeki işlerinden yararlanmamıza engel olacak bundan daha ciddi bir şey yoktur.       

Hala bu etkinliği kötülemeye kararlı kişiler varsa, bağışlanmayacak günahı işlememeleri için onlara yalvarmak isterim. Kutsal Ruh’un büyük ölçüde döküldüğü, insanların şehvetinin, kayıtsızlığının ve ikiyüzlülüğünün O’nun güçlü işleyişiyle azarlandığı dönemler, bu günahın işlenme olasılığının en büyük olduğu dönemlerdir. Bu etkinliğin devam ettiği yerlerde, ona karşı düşmanlık besleyenler arasında hiç kimsenin bu günaha düşmemiş olmalarını dilerim. Bu etkinliğe kötü niyetle karşı duran, kötüleyen ve İblis’in işi olduğunu söyleyenlerin, bağışlanmamış günahtan tek bir eksikleri vardır, o da bunu vicdanlarındaki içsel kanaate karşı yapmış olmalarıdır. Bazıları bu etkinliğe açıkça direniş gösterip kötüleme yoluna gitmeyecek kadar sağduyuludur ama yine de Rab’bin düşmanlarına karşı görkemle yürüdüğü bugünde, özellikle sessiz ve edilgen kalan hizmetkarların, Rab’bin meleğinin lanetini kendi üzerlerine çekmekten korkmaları gerekir. Hak. 5:23: “‘Meroz Kenti'ni lanetleyin’ dedi, 'Halkına lanetler yağdırın. Çünkü RAB'bin yardımına, Zorbalara karşı RAB'bin yardımına koşmadılar.’” 

Yüce Tanrı Gök’ten geldiği ve kendini bu ülkede harika bir şekilde gösterdiği için, ruhsal durumumuz ve koşullarımız içerisinde bundan mümkün olduğu kadar büyük bir şekilde etkilenmeyi umut ederiz ve Tanrı’nın beğenisine saygı duyarız. Bundan daha büyük bir mutluluk duymayanlar, daha çok suçlu ve sefil duruma düşeceklerdir. Bu etkinliği kabul edenler için bu mevsim lütuf yılı, diğerleri için ise gazap yılıdır (Yşa. 59:2) Tanrı sözünü gönderdiği zaman ona boş dönmeyecektir ve aynı şey Ruh’u için de geçerlidir. İsa Mesih Yahudiye’de olduğu günlerde birçokları O’nu hakir görüp reddettiler ama sonuçta bunun kayıtsız kalabilecekleri bir şey olmadığı belli oldu. Tanrı oradaki bütün insanların İsa Mesih’in aralarında olduğunu hissetmelerini sağladı ve kendi çıkarlarından ötürü O’nu hissetmeyenler, kendilerini büyük kederlere teslim ettiler. Tanrı, Hezekiel peygamberi İsrailoğullarına gönderdiği zaman ister kulak versinler isterse kulak tıkasınlar, yeter ki aralarında bir peygamber olduğunu bilsinler demişti. Aynı şekilde, Tanrı bu ülkede kendisini harika bir şekilde gösterdiği zaman yüce Yahve’nin New England’da bulunduğunu herkese bildirecektir. Şimdi de son kısma geliyorum. 

3.3. Bu etkinliğin dostu olan, ortağı olan ve desteklemek için gayret gösterenlere seslenmek isterim. Her türlü yanılgıdan, kötü davranıştan, etkinliği karartıp lekeleyecek her şeyden kaçınmak için büyük titizlik göstersinler. Bu etkinliği kötülemeye hazır olanlara hiçbir fırsat vermesinler. Elçi fırsat vermek isteyenlerin eline hiçbir fırsat vermemeye kararlıydı. Aynı elçi Titus’a, hem öğretişine hem de davranışına özen göstermek için çağrıda bulundu: “Öyle ki bize karşı gelen, hakkımızda söyleyecek kötü bir söz bulamayıp utansın.” Bizim yılan gibi zeki, güvercin gibi saf olmamız gerekir. Böyle bir günde tümüyle masum ve sağduyulu davranmamız sonuçsuz kalmayacaktır. Bu etkinliğin büyük düşmanı bize karşı elinden geleni yapacak, bizi körleştirip yanlış yönlendiren bir şey yapmamıza neden olduğu taktirde zafer kazanacaktır. Bu zafer, başka yüz kişiyi alt etse kazanacağı zaferden daha büyük olacaktır. Gözümüz açık olmalı ve dua etmeliyiz, çünkü bizler sadece küçük çocuklarız. Kükreyen bu aslan bizim için fazla güçlü, bu eski yılan bizim için fazla sinsidir. 

Alçakgönüllü, kendimizden emin olmayan ve tümüyle Rabbimiz İsa Mesih’e bağımlı olan bir tutum en büyük bir savunmamızdır. Bu nedenle ruhsal gurura karşı en büyük dikkatimizi verelim. Kavuşabileceğimiz en yüce göksel lütuflarla, olağanüstü deneyimlerle ve tesellilerle canımız yüceldiğinde gurura kapılmayalım. Bu tür bereketlere kavuştuktan sonra kendi yüreklerimizi sımsıkı ve kıskanç bir denetimle özel bir şekilde koruyalım. Öyle ki, kavuştuğumuz şeylerle kendimizi yücelterek, kendimize gereğinden fazla değer vererek kutsalların en önde gelenlerinden, cennetin en sevilenlerinden olduğumuzu ve Rab’bin özel sırlarına sahip olduğumuzu zannetmeyelim. Bu kötü kuşağın büyük eğitmenleri ve öğretmenleri olduğumuzu sanarak kendi bilgeliğimizi ve sezgilerimizi haddinden fazla büyütmeyelim. Cennetin olağanüstü elçileriymişiz ve peygamberleriymişiz gibi bir havaya girmeyelim. Canımıza Tanrı’nın büyük vahiyleri verildiğinde, kendi gözümüzde fazla parlamamalıyız. Dağda Tanrı’yla görüşen Musa’nın yüzü Harun’un ve halkının gözlerini kamaştıracak kadar çok parlıyordu. Ama Musa kendi gözünde parlamıyordu ve yüzünü peçeyle kapatmayı tercih etti. Hiç kimse kendisini en iyi haliyle bile bu ruhsal gururun tehlikesinden muaf görmesin. Tanrı, Üçüncü Gök’te kendisiyle konuşan Elçi Pavlus’un (gelmiş geçmiş en üstün kutsal olduğu halde) bu tehlikeden muaf olmadığını gördü (bkz. 2 Ko. 12:7). Yürekteki en zehirli yılan gururdur. Evrene ilk giren ve bütün günahların temelini oluşturan günah gururdur. En gizli, sinsi ve hileli işlev gören günah gururdur. Gurur her şeye sızar ve Tanrı’nın en çok tiksindiği şeydir. Müjde’nin ruhuna en karşıt olan, en tehlikeli sonuçları doğuran, İblis tarafından kutsalların yüreklerine sızarak onlara kendi hilelerini bulaştıran günah gururdur. Gururu en üstün kutsallarda bile birçok kez gördüm. Onlar Tanrı’yla olağanüstü bir beraberlik ve yüce deneyimler yaşadıktan sonra İblis bu kapıya gelerek onları ne yazık ki kandırdı ve saptırdı. Tanrı onların gözlerini açtı, özgür kıldı ve ardından kendileri gururun ihanetine uğramış olduklarını anladılar. 

Tanrı Ruhunun etkinliğinin bazı gerçek dostları, zihinlerindeki güçlü izlenimlere ve etkilere gereğinden fazla ağırlık vererek yanılgıya düştüler. Bu izlenimleri, adeta Gök’ten kendilerine verilen ve bazı şeylerin gerçekleşeceğine dair belirtilermiş ya da Tanrı’nın düşüncesine ve isteğine göre yapmaları gereken bazı şeylermiş gibi davrandılar, oysa Kutsal Kitap’ın hiçbir yerinde bunların işareti ya da vahyi yoktur. Eğer bu izlenimler gerçekten Tanrı’nın Ruhundan geliyorsa, O’nun kutsalların yüreklerindeki lütufkar işlevlerinden oldukça farklı bir doğadadır. Bunlar, Kutsal Ruh’un olağanüstü armağanlarının doğasından olup eski çağın elçilerine ve peygamberlerine verilen vahiy niteliğindedir. Elçi bunları Kutsal Ruh’un lütfundan ayrı tutar, 1. Ko 13.    

Bazı kişilerin bu tür izlenimlere ağırlık vermeye hazır olmalarının bir nedeni, kilisenin yaklaşmakta olan mutlu günlerindeki yüceliğin Kutsal Ruh’un olağanüstü armağanlarını yeniden kiliseye kazandıracağı düşüncesidir. Bu düşünce, Kutsal Ruh’un işleyişinin iki türünün doğası ve değeri olduğunu dikkate almamaktan kaynaklanıyor. Bu iki işleyişten biri olağan ve lütufkar, diğeri ise olağanüstü ve mucizevi işleyiştir. Birinci işleyiş, elçinin gösterdiği gibi en yüce ve muazzam olandır (1 Ko. 12:31). Elçi, Kutsal Ruh’un olağanüstü armağanlarından söz ettikten sonra şöyle der: “Ama siz daha üstün armağanları gayretle isteyin. Şimdi size en iyi yolu göstereyim.” Bundan sonraki bölümde, Kutsal Ruh’un lütfuyla mümkün olan bu üstünlüğün ne olduğunu özetler. Bu üstünlük sevgi, ya da ilahi sevgidir. Bütün bölüm boyunca sevginin neden daha çok üstün olduğunu ifade eder. Tanrı kendi doğasını insanın canına mucizevi armağanlardan daha çok kurtuluşa götüren lütufla açıklar. Tanrı’nın doğası o armağanlardan çok sevgiyi içerir. İnsan canının mutluluğu, üstünlüğü ve yüceliği sevgiden kaynaklanır. Sınırsız derecede üstün bir ürün veren kök budur. Kurtuluşa kavuşmak ve Tanrı’dan sonsuza dek zevk almak ilahi lütuf ile mümkündür, armağanlarla değil. Olağanüstü armağanlara sahip olan bir kişi, Tanrı’nın gözünde iğrenç olabilir ve cehenneme atılabilir. İnsan canının ruhsal ve sonsuz yaşamı, Kutsal Ruh’un lütfu aracılığıyla mümkündür ve Tanrı bunu yalnızca sevdiği çocuklarına bağışlar. Diğerini ise bazen Balam’a, Saul’e, Yahuda’ya ve ilk kilisede bağışlanmayacak günahı işleyenlere yaptığı gibi köpeklerin ve domuzların önüne atar (İbr. 6). Yargı gününde birçokları şöyle diyerek yalvaracaktır: “Ya Rab, ya Rab! Biz senin adınla peygamberlik etmedik mi? Senin adınla cinler kovmadık mı? Senin adınla birçok mucize yapmadık mı?” Elçilerin ve peygamberlerin en büyük ayrıcalığı mucizeler yaratmaları ya da vahiyler almaları değil, üstün kutsallıklarıydı. Onların yüreklerindeki lütuf, mucizevi armağanlarından bin kat daha fazlasıyla saygınlıkları ve onurlarıydı. Davut’un teselli bulduğu şeyler O’nun kral ya da peygamber olması değil, Tanrı’nın Ruhunun kendi yüreğine ilahi ışığı, sevgiyi ve sevinci aktaran kutsal etkisiydi. Elçi Pavlus, tüm diğer elçilerden daha fazla görümler, vahiyler ve mucizevi armağanlar alıyordu. Ama Mesih’i tanımanın üstün değeri yanında bunların hepsini kayıp sayıyordu. Elçilerin isimlerinin Gök’te yazılı olmasının kanıtı armağanları değil, lütuflarıdır. İsa Mesih cinlerin onlara tabi olmalarından çok adlarının Gök’te yazılı olmasına sevinmelerini buyurmuştu. Bakire Meryem için daha büyük bir ayrıcalık, En Yüce Olan’ın gölge salması sayesinde rahminde Üçlübirlik’in ikinci şahsını taşımaktan çok yüreğinde lütuf sahibi olmaktı. “İsa bu sözleri söylerken kalabalığın içinden bir kadın O'na, ‘Ne mutlu seni taşımış olan rahme, emzirmiş olan memelere!’ diye seslendi. “İsa, ‘Daha doğrusu, ne mutlu Tanrı'nın sözünü dinleyip uygulayanlara!’ dedi.” (Luka 11:27,28).  Aynı amaç için bkz. Mat 12:47. Kutsal Ruh’un etkisi ve yürekte ilahi sevgi, Gök’teki en üstün başmelekin en büyük ayrıcalığı ve yüceliğidir. Yaratığın, bütün güzelliği ile birlikte Baba ile Oğul’un bizzat kendisiyle sahip olduğu beraberliğin özünde bu yatar. Kutsallar da bu şekilde ilahi doğanın ortakları olurlar ve Mesih’in sevinci onlarda tamamlanmış olur. 

Elçinin Efesliler 4:11,12,13’te ortaya koyduğu gibi, Tanrı Ruhunun kutsal kılan olağan etkisi bütün olağanüstü armağanların sonucudur. Ruhsal armağanlar bu amaca hizmet ettikleri için hiçbir işlevleri kalmamıştır. Bu amaç olmadığı sürece ruhsal armağanlar insanların sefaletini kötüleştirmekten başka bir işlev görmeyecektir. Elçinin gözlemlediği gibi, Tanrı’nın Kutsal Ruh’unu kilisesine aktarmasının en üstün yolu, kilisenin bütün çağlardaki en büyük yüceliği budur. Peygamberlikler, bilinmeyen diller ve diğer mucizevi armağanlar son bulduğu zaman yeryüzündeki kilisesinin yüceliği gökteki kilisenin yüceliğine benzer olacaktır. Tanrı, Ruhunu elçinin sözünü ettiği en üstün yolla, yani asla boşa çıkmayan ilahi sevgiyle aktarmaktadır. Bu nedenle kilisenin yaklaşmakta olan mutlu durumunun yüceliği olağanüstü armağanları gerektirmez. Kilisenin durumu gökteki mükemmelliğe yaklaştıkça, olağanüstü armağanların son bulacağını ve ortadan kalkacağını düşünüyorum. İlahi sevginin ışığı bütün karanlığı ortadan kaldırdığında, gecenin karanlığında ışığı yansıtan yıldızlara ve aya gerek kalmayacaktır. Elçi mucizevi armağanların, ilahi sevgiyle etkin olan Ruh’un etkisine kıyasla çocuksu olduklarını söyledi. Bunlar kilisenin azınlık dönemine ait olmak üzere, kilisenin kalıcı yönetimi yetkinliğe erene dek etkin olmak üzere verilmiştir. Kilise yetişkinlik durumuna eriştiğinde, lütfun olağan aracıları son bulacaktır. 1 Ko 13:11 “Çocukken çocuk gibi konuşur, çocuk gibi anlar, çocuk gibi düşünürdüm. Yetişkin biri olunca çocukça davranışları bıraktım.” Bu ayeti, önceki üç ayetle karşılaştırın.   

Elçi bu bölümde peygamberliklerin, bilinmeyen dillerin, vahiylerin son bulmasından ve kiliseden kaybolmasından söz ederken, yani kilisenin azınlık durumundan yetişkinlik durumuna geçişini ifade ederken, yetişkinlik durumunun Gök’te olduğu gibi bu dünyada gerçekleşeceğini söyler gibidir. Çünkü mucizeler ve vahiyler son bulduktan sonra kalıcı olan üç şeyden, yani İman, Umut ve Sevgiden söz etmektedir. Elçinin buradaki konuşma tarzı, belli ki daha önce sözünü etmiş olduğu şeylerle bağlantılıdır. 8. ayette kalıcı olan şeylerle geçici olan şeylerin karşıtlığı söz konusudur. Elçi, kilisenin çocukluk dönemine eşlik eden bütün bu mucizevi armağanların, kilisenin yetişkinlik dönemine ermesiyle son bulacağını göstermektedir. Bunun ardından, oradan kalkan şeylerle birlikte hangi şeylerin geride kalacağını gözlemlemeye başlar. Kilisenin yetişkin döneminde kalıcı olan üç şey İman, Umut ve Sevgidir. Özellikle dünyanın son çağlarında, kilisede bunlar geçerli olacaktır. Elçinin bunları özellikle Korint kilisesi için gündeme getirmesi önemlidir, çünkü bu kilise henüz çocukluk dönemindeydi (bölüm 3:1,2) ve mucizevi armağanlara tüm diğer kiliselerden daha çok sahipti. Kilisenin yücelik dönemi geldiğinde, ışık o denli büyük olacaktır ki 12. ayette belirtildiği gibi yüz yüze görüşme söz konusu olacaktır. (bkz. Yşa. 24:23 ve 25:7). 

Bu nedenle, kilisenin yücelik günleri yaklaşırken mucizevi armağanların geriye dönmesini beklemiyorum. Bana kalırsa, bu armağanlar son zamanların yüceliğine bir şey katmak yerine onun yüceliğine gölge düşürecektir. Ben şahsen bir yıl boyunca peygamberlik görümleri ve vahiyler yerine, 15 dakika boyunca Kutsal Ruh’un, Mesih’in ruhsal ilahi güzelliğini, sınırsız lütfunu, fedakâr sevgisini, imanın kutsal eylemlerini, ilahi sevgiyi, tatlı hoşnutluğu ve Tanrı’da alçakgönüllü sevinci teşvik eden tatlı etkilerini tercih ederim. Bana öyle geliyor ki Tanrı’nın, kilisenin yaklaşmakta olan yeryüzündeki yüce ve kusursuz durumundan çok karanlık zamanlarda kutsallarına peygamberlik vahiy vermesi daha muhtemeldir. Kilisenin o mutlu durumunu başlatmak ve Tanrı’nın egemenliğini yeryüzünde kurmak için bu olağanüstü armağanların herhangi birine ihtiyaç yoktur.  

Bu nedenle Tanrı’nın halkına bu tür şeylere kulak verirken çok dikkatli olmalarını rica ederim. Birçok kez boşa çıktıklarına tanık oldum. En olağanüstü lütuf eylemleri, Tanrı’yla en tatlı beraberliği, Kutsal Yazılara en güçlü bağlılığı olan üstün kutsalların zihinlerinde bile bu tür izlenimlerin Gök’ten gelen kesin belirtiler olmadığını tecrübe yoluyla biliyorum. Bu tür izlenimlerin amacına ulaşmadığı zamanlara tanık oldum. Tanrı’nın bize verdiği peygamberlik sözlerinin karanlık yerde parlayan ışık gibi olduğunu düşünen kişiler, bu izlenimleri ve etkileri takip ederek kutup yıldızının kılavuzluğunu bırakıp el fenerinin peşine düşen insanlara benzer. Böylelerinin bazen üzücü aşırılıklara kapılmalarına şaşmamak gerek.

Üstelik vahiyden söz ederken, insan öğrenimini de hor görmemeliyiz. İnsan öğreniminin ruhsal hizmette pek az yararı olduğunu iddia edenler, ne dediklerini pek düşünmüyorlar, çünkü düşünselerdi söylemezlerdi. İnsan öğreniminden kastettiğimiz şey insanlardan ve dışsal kaynaklardan edinilen genel bilgidir. Dolayısıyla insan öğreniminin pek az yararı olduğunu söylemek, bir çocuğun eğitiminin ya da bir yetişkinin genel bilgisinin işe yaramadığını iddia etmektir. Bu mantıkla, dört yaşındaki bir çocuk, otuz yaşındaki çok bilgili bir adam kadar Tanrı’nın kilisesinde öğretmen olmaya ve Mesih’in egemenliğini ilerletmeye yeterli demektir. Yetişkinlerin hizmet etmek için daha büyük bir becerileri ve üstünlükleri varsa, bunun nedeni çocuklardan daha bilgili olmalıdır. Elbette bilginin çoğalması bir kişinin, eğilimi doğrultusunda iyilik etmeye de kötülük etmeye de gücünü artırır. Ama Tanrı’nın, Elçi Pavlus’ta, Musa’da ve Süleyman’da insan öğrenimini büyük ölçüde kullandığını inkâr etmek mümkün değildir.    

İnsanlar aracılığıyla edinilen bilgiyi hor göremeyeceğimiz için bu bilgiyi edinme yollarını da ihmal edemeyiz. Çalışmak hem öğrenmenin hem de başkalarına toplu olarak öğretmeye hazırlanmanın en büyük yoludur. Yüreğin Tanrı Ruhunun güçlü etkileriyle dolu olması, insanları çalışma olmaksızın mükemmel konuşma becerisiyle donatır. Ancak aşağıya inmenin bir yolu varsa, bu fazla hızlı olmasa da Rab’bin meleğinin bizi tutacağına güvenip de tapınağın üzerinde gereksiz yere atlamaktan yeğdir. Bu nedenle, halka seslenişlere hazırlanırken çalışma yönteminin hem anlayışımız hem de hafızamız açısından tümüyle ihmal edilmemesi gerektiğini düşünüyorum.

Tanrı’nın sevgili çocuklarının daha ciddi düşünmesini rica ettiğim başka bir konu, diğer Hristiyanları ikiyüzlü ya da gerçek din bilgisinden yoksun olarak nitelerken hangi Kutsal Yazı ilkelerine ve ne gibi gerekçelere dayandıklarıdır. Kutsal Yazıların sık sık ve katı bir şekilde yasakladığı bir yargılama ve kınama şekli vardır. Kutsal Yazıların bu ilkelerine bakılmasını ve bunların dikkatlice değerlendirilmelerini arzularım. Mesih’e ait olan başka insanların ruhsal durumlarını değerlendirip onlara kötü insan hükmü vermemiz İncil’de İsa Mesih tarafından gerçek anlamda yasaklanır. Mesih’in öğrencileri, kendilerini ne denli yeterli görseler ve bunu ne kadar gerekli görseler de yine de bu adetten kaçınmalıdırlar. Tanrı’nın, yalnızca kendisine ait gördüğü bu yargılama, bizler için yasaktır. İnsanların yüreklerini yargılamak yalnızca Tanrı’nın ayrıcalığıdır. “Göklerden, oturduğun yerden kulak ver ve bağışla. İnsanların yüreklerini yalnızca sen bilirsin. Onlara yaptıklarına göre davran” (1 Kr. 8:39). Eğer bu konuyu incelersek, Tanrı’nın ayrıcalığı olduğu belirtilen yürek yargılamasının yalnızca insanların belli bazı eylemlerinin altında yatan yürek niyetlerini ve amaçlarını değil, özellikle yüreklerinin din konusundaki durumlarını yargılamakla ilgili olduğu görülecektir. Şu ayetlere bakıldığında, bu gerçeği net bir şekilde görmek mümkündür: 1 Ta. 28:9. Mez. 7:9-11. Mez. 26. Özd. 16:2, 17:3,  21:2. Eyüp 2:23-25. Va .2:22,23. Tanrı’nın işi olan yargılama bizlere yasaktır. “Sen kimsin ki, başkasının kulunu yargılıyorsun? Kulu haklı çıkaran da haksız çıkaran da efendisidir. Kul haklı çıkacaktır. Çünkü Rab'bin onu haklı çıkarmaya gücü vardır” (Rom. 14:4). “Sizin tarafınızdan ya da olağan bir mahkeme tarafından yargılanırsam hiç aldırmam. Kendi kendimi de yargılamıyorum. Kendimde bir kusur görmüyorum. Ama bu beni aklamaz. Beni yargılayan Rab'dir” (1 Ko. 4:3,4).  

Yargı gününe ait olan her türlü yargılama, bize yasaktır: “Bu nedenle, belirlenen zamandan önce hiçbir şeyi yargılamayın. Rab'bin gelişini bekleyin. O, karanlığın gizlediklerini aydınlığa çıkaracak, yüreklerdeki amaçları açığa vuracaktır. O zaman herkes Tanrı'dan payına düşen övgüyü alacaktır” (1 Ko. 4:5). Ne var ki dindar görünen ve dindar hareketleri olan ikiyüzlüleri, gerçek kutsallardan, koyunları keçilerden ayırmak yargı gününde gerçekleşecektir ve hatta o günün esas amacıdır. Dolayısıyla kimlerin içten olduğunu belirleme görevini üstlenen kişiler büyük yanılgıya düşerler. Gerçek kutsallarla ikiyüzlüleri, koyunlarla keçileri, sağ eldekilerle soldakileri, buğdayla deliceleri ayırmak bize düşmez. Tarla sahibinin birçok hizmetkarı kendilerini buna yeterli görürler ve bu amaçla hizmetlerini sunarlar. Ama Rab şöyle diyor: “Mal sahibi, 'Bunu bir düşman yapmıştır' dedi. 'Gidip deliceleri toplamamızı ister misin?' diye sordu köleler. 'Hayır' dedi adam. 'Deliceleri toplarken belki buğdayı da sökersiniz. Bırakın biçim vaktine dek birlikte büyüsünler. Biçim vakti orakçılara, önce deliceleri toplayın diyeceğim, yakmak için demet yapın. Buğdayı ise toplayıp ambarıma koyun’” (Mat. 13:28-30). Elçinin, “Hiçbir şeyi zamanından önce yargılamayın” ifadesi de bu doğrultudadır (1 Ko.4:5). Bu benzetmede, tarlaya bakması gereken köleler ile Luka 20’de bağın ürünüyle ilgilenmesi gereken köleler aynıdır. Rab’bin hasadını kaldırmakla yükümlü olan kölelerin müjdenin hizmetkarları olduğunu biliyoruz. Matta 13. bölümde yer verilen benzetmede adamlar uyurken (kilisenin derin uykuda ve cansız olduğu bir zaman), düşman deliceleri ekti. Ekin gelişip başak salınca, yani din uyanışı gerçekleşince görevli köleler “Gidip deliceleri toplayalım” dediler. Dinin gücü konusunda tecrübeli olan bazı kişiler, başkalarıyla iki laf edince onların durumunu kestirmek ve belirlemek için kendilerini yeterli görürler. Ancak tecrübelerime göre bu bir yanılgıdır. Bir zamanlar insan yüreğinin bu kadar gizli olduğunu hayal edemezdim. 

Eskisine göre daha az merhametle doluyum ve eskisine göre daha fazla merhametliyim. Kötü insanlarda, onların dindarlar gibi görünmelerini sağlayan daha çok şey buluyorum. Dindar insanlarda da onların şekilci, ölü ikiyüzlüler gibi görünmelerini sağlayan daha çok kalıntı buluyorum. Yaşım ilerledikçe Tanrı’nın, insanların yüreklerini yargılama işini kendi ayrıcalığı olarak görmesini ve bunu biçim vaktine bırakmasını daha iyi anlıyorum. Tanrı’nın bana ve kardeşlerime yönelik bilgeliğine ve iyiliğine daha çok hayran kalıyorum. Çünkü yargılama işini bu denli zayıf, düşkün ve anlayışsız, böylesine kör, kibirli, taraf tutan, ön yargılı ve hileli yüreğe sahip olan bir yaratığa bırakmamış, bu işe sınırsız derecede uygun düşen birisine, yani bizzat kendisinin ellerine almıştır. 

Bazı insanların konuşmaları ve kendi tecrübeleriyle ilgili anlattıkları şeyler son derece tatmin edicidir. Bu onların Tanrı’nın değerli çocukları olduklarından başka bir düşünceye yer vermez. Onlara karşı tam bir sevgi göstermemiz gerektirir ve hatta adeta mecbur kılar. Ancak yine de ruhsal ve ilahi yaşamın gizli kalması gerektiğini söyleyen Kutsal Yazara izin vermeliyiz (Kol. 3:3,4). Onların yiyeceği saklı mandır, başkalarının bilmediği eti yerler ve bir yabancının onların sevinçlerine karışmaması gerekir. Yürekleri ilahi ve mükemmel süslerle doludur ve bunlar sadece insanın iç varlığını görebilen Tanrı’nın gözündedir (1 Pe. 3:4). Mesih’in onlara verdiği yeni adı, o adı alacak kişiden başka kimse bilmez. (Va. 2:17). Gerçek İsraillilerin övgüsü, insan eliyle değil Tanrı’nın eliyle yapılmış olan yürek sünnetidir (Rom. 2:29). Onların İsrailli olduğu mutlaka bilinir ve ayırt edilir, ama bunun yüceliği yalnızca Tanrı’ya aittir. Aynı elçinin 1 Ko.4:5’teki ifadesinde de bunu görmek mümkündür. Burada doğruları yargılama ayrıcalığının yalnızca Tanrı’nın ayrıcalığı belirtilir. O bunu yargı gününde yapacak ve o zaman herkes payına düşen övgüyü Tanrı’dan alacaktır. 

Yahuda’nın durumu dikkat çekicidir. Diğer öğrencilerin arasında bulunmuş, gerçek tecrübeleri yaşamış ve diğerlerinde onun samimi bir öğrenci olduğundan başka bir düşünce uyandırmamıştır. Bu durum onun gerçek yüzünü ifşa edene kadar sürüp gitmiştir. Ahitofel’in örneği de dikkat çekicidir. Davut son derece bilge, kutsal ve ilahi bir kişi olduğu ve Kutsal Yazıları iyi bildiği halde ondan kuşkulanmamıştı. Öğretmenlerinden ve eski insanlardan daha çok şey biliyordu, tecrübelerle yaşlanmıştı ve en olgun hüküm verme çağındaydı. Üstelik büyük bir peygamberdi ve Ahitofel’i yakından tanıyordu. Ahitofel kralın yakın bir dostuydu, ruhsal ve dinsel konularda yoldaşıydı. Ancak Davut onun gerçek bir kutsal olduğuna güvenmiş ve ikiyüzlülüğünü hiçbir zaman keşfetmemişti. Onunla dinsel sohbetleri tatlı buluyor ve onu üstün bir kutsal sayıyordu. Hatta insan canıyla ilgili konularda onu herkesin üzerinde bir kılavuz ve danışman atamıştı. Oysa Ahitofel kutsal olmak bir yana son derece kötü yürekli, cani ve sefil bir insandı. “Yıkıcılık kentin göbeğinde, Zorbalık, hile eksilmez meydanından. Beni aşağılayan bir düşman olsaydı, katlanabilirdim; bana küstahlık eden bir hasım olsaydı, Gizlenebilirdim. Ama sensin, bana denk, Yoldaşım, yakın arkadaşım. Birlikte tatlı tatlı yarenlik eder, Toplulukla Tanrı'nın evine giderdik” (Mez. 55:11-14).    

İnsanların görülebilen Hristiyanların canlarının durumunu belirleme becerisine ve hakkına sahip olduklarını, kutsallar ile ikiyüzlüleri, sanki iki ayrı grup varmış gibi ayırt edebileceklerini varsaymak tutarsızlıktır. Çünkü Tanrı’nın insanlara, görülebilen kilisesinin içinde başka bir görülebilen kilise yaratma gücü verdiğini varsayar. Oysa hiçbir insan görülebilen kiliseden kimseyi dışlama hakkına sahip değildir. Bizlere düşen, Tanrı’nın görülebilen kilisede oluşturmuş olduğu kilise düzenini devam ettirmektir. Tanrı’nın bu etkinliğini devam ettirmek için gerçek bir gayret içinde olanlara bu konuları dikkate almaları için yalvarışta bulunurum. Canlarla ilgilenenler bana şimdi kulak vermezlerse, daha fazla tecrübeye sahip oldukları zaman aynı düşüncede olacaklardır.  

Tanrı’nın yüce işlerini gerçekleştiren gayretli dostlara başka bir ricam, karşıtlarla ateşli tartışmalara girmemek, öfkeye teslim olmamak, özellikle dua toplantılarında ve vaazlarda karşıtlara zulüm etmemektedir. Onların yaşadığı zulüm zaten on kat büyüktür ve bu kadarını söylemekle yetinmek iyi olur. Hristiyanlar kuzular gibi olacaksa, canları yandığında şikâyet edip ağlaşmamayı, ağızlarını açmak yerine susup aptal gibi görünmeyi tercih etmeli, dokunulduğunda bağrışan domuzlar gibi davranmamayı, sevgili Kurtarıcımızı örnek almayı öğrenmelidir. Samiriyeliler bize karşı gelip de bizi köylerine almadıkları zaman Gök’ten ateş yağdırmayı düşünmemeliyiz. Tanrı’nın gayretli hizmetkarları, elçi Pavlus’un başka bir gayretli hizmetkara verdiği öğüt doğrultusunda davranmalıdır. “Rab'bin kulu kavgacı olmamalı. Tersine, herkese şefkatle davranmalı, öğretme yeteneği olmalı, haksızlıklara sabırla dayanmalıdır. Kendisine karşı olanları yumuşak huyla yola getirmeli. Gerçeği anlamaları için Tanrı belki onlara bir tövbe yolu açar. Böylelikle ayılabilir, isteğini yerine getirmeleri için kendilerini tutsak eden İblis'in tuzağından kurtulabilirler” (2 Ti. 2:24-26).  

Rab İsa Mesih’i sevenlere alçakgönüllülükle vereceğim tavsiye, Mesih’in bizlere bıraktığı sağduyulu ilke doğrultusunda O’nun egemenliğini ilerletmeleridir. “Hiç kimse eski giysiyi yeni kumaş parçasıyla yamamaz. Çünkü yeni kumaş çeker, giysiden kopar, yırtık daha beter olur. Hiç kimse yeni şarabı eski tulumlara doldurmaz. Yoksa tulumlar patlar; hem şarap dökülür, hem de tulumlar mahvolur. Yeni şarap yeni tulumlara konur, böylece her ikisi de korunmuş olur." (Mat 9:17). Bence şu anda bu ülkenin bazı kısımlarında bu ilkeye uyulmadığı için şarap bitiyor. Dinsel işlerin idaresinde kendimizi belli bazı yöntemlerle fazlaca kısıtladığımıza inanıyorum. Bu yüzden dinimiz sadece kuru bir şekle indirgenmiştir. Ancak büyük bir keşif görünümünde olup da insanların zihinlerini şaşırtan ve hayrete düşüren, onları konuşturan ve tartışmalara sevk eden bir şey dinin ilerleme gücünü engelleme tehlikesine de sahiptir. Bazı kişilerin düşmanlığına, diğerlerinin kafalarının karışmasına ve birçoklarının kuşkulara ve vicdani rahatsızlıklara kapılmalarına neden olur. İnsanları büyük görevden alıkoyarak kenarda boş patırtılarla meşgul eder. Bu nedenle, doğası itibarıyla çok önemli olmayan bir konu yoksa, esas hizmetlere devam edilmelidir. Bu noktada, dinin gücünü artıran en büyük başarı örneklerinden birini takip edeceğiz. “Yahudiler'i kazanmak için Yahudiler'e Yahudi gibi davrandım. Kendim Kutsal Yasa'nın denetimi altında olmadığım halde, Yasa altında olanları kazanmak için onlara Yasa altındaymışım gibi davrandım. Tanrı'nın Yasası'na sahip olmayan biri değilim, Mesih'in Yasası altındayım. Buna karşın, Yasa'ya sahip olmayanları kazanmak için Yasa'ya sahip değilmişim gibi davrandım. Güçsüzleri kazanmak için onlarla güçsüz oldum. Ne yapıp yapıp bazılarını kurtarmak için herkesle her şey oldum. Bunların hepsini Müjde'de payım olsun diye, Müjde uğruna yapıyorum” (1 Ko. 9:20-23).  

George Marshall tarafından düzeltilmiştir.