Müslümanlara Müjdeyi Duyurmanın İlahiyat ve İnanç Savunması ile İlgili Boyutları
- Ayrıntılar
- Kategori: Müslümanlara Müjdeyi Duyurmanın İlahiyat ve İnanç Savunması ile İlgili Boyutları
- Gösterim: 2386
Yazar: This email address is being protected from spambots. You need JavaScript enabled to view it.
Müslümanlara müjdeyi duyurma konusunda çalışacakları bekleyen zorlu görevlerden biri, Harvie Conn’un “İslam’a ulaşmak için yeni bir inanç savunması” olarak adlandırdığı kavramın geliştirilmeye başlanmasıdır. Müjdesel görevler uzun süredir İslam’a etkin olarak yaklaşmaktan uzaktır ve aksamaktadır. “Muhammed Tartışması” olarak bilinen 19. yy polemiğinin hükmünü yitirmesinin ardından, Müslümanlar için kayda değer bir Hıristiyan İnanç Savunması çalışması yazılmamıştır.
Karl Pfander’in “Balance of Truth” kitabında özetlediği ve esinlendiği 19. yy polemiği; Kutsal Yazıların yetkisini Kabul etmeyen Müslümanları ve çok tanrılı inançları savunanları yanıtlayan Thomas Aquinas’ın teolojik yöntemini çok yakından takip etmektedir, “tüm insanlığın kabul etmek zorunda olduğu doğal akla başvurmalıyız.”
Doğal aklın sözüm ona tarafsız yaklaşımından bakılarak, doktrinler ve ahlak kuralları bakımından İslamın Hıristiyanlığa gore daha alt düzeyde olduğunu kanıtlamak için bu iki inancın titiz biçimde karşılatırılması görevi üstlenilmiştir. Bu engin tartışma edebiyatının amacı İslam’i “yerle bir etmek” ve İslam’ın yanlışlarından kurtarılan ve temizlenen “Kısmi Gerçeklerini” seçici biçimde kullanarak, geriye kalan taş yığınlarından yeni bir Hıristiyan yapısı inşaa etmekti.
Bu edebiyat yaklaşık elli yıl önce ortadan sessizce kalktığında, eski polemik metodu kendi içerisinde bir şekil değişikliğine uğradı. Müslümanlara ulaşmak ve onların fikirleriyle başa çıkmak için yapılan çalışmalar; Müslüman toplumların dillerinde yayınlanmak yerine, artık İngilizce yayınlanıyordu.
Bazı çevrelerde manzara “İslam’ı yerle bir etmek” şeklinden “Yıkmak yerine, tamamlamak” şekline dönmüştü. Ne var ki, İslam’ın “gerçek” parçacıklarını şüpheyle doğrudan Hıristiyan gerçeğine dönüştüren tezler eski polemikçileri andırıyordu. Bununla birlikte, “doğal akıl” ve “tamamlama” metodları arasındaki temel fark her iki tarafın da onaylayacağı düşünülen ve aslında her ikisinin de eski polemiklerde bulunduğu bu iki metodun da tarafsız bir insan için fazla İncilsel bir düzlem üzerine inşa edilmiş oluşuydu
Bu yeni durumda, müjdeciler genellikle Müjde’nin pozitif sunulmasına yoğunlaştılar ve “geçmişin bayat polemikleri” nden kaçındılar. Eski standart polemikleri daha tedbirli olarak kullandılar ya da tezlerini revize ettiler. (Örneğin Pfander’in Balance of Truth ve Tisdall’in Source of Islam kitapları Arapça ve İngilizce olarak tekrar basıldı). Eski polemiklerin kısırlığıyla engellenen birçok müjdeci, Müslümanlara müjdelemede inanç savunmasının yeri olmadığı sonucuna varmak zorunda kaldı.
Bu yazının iddiası, ihtiyaç duyulanın Harvie Conn’un “Tanrı’ya başkaldıran herkese antlaşma insanı olarak hitap edecek” şeklinde tanımladığı “yeni bir tür inanç savunması” olduğudur. Aslında gerçek sorun polemiksel metodunun inanç savunmasına göre daha geniş çapta kullanılması değil midir? İnsan bağımsızlığının ortak gerçek düzleminde yeraldığı varsayıldığında, insanı Tanrı’ya ve Tanrı’nın bildirdiklerine karşı yaklaşımı için hesap vermeye davet etmek nasıl mümkün olabilir? Dahası; sözü edilen doğal aklın tarafsızlığı gerçekten bir kurgu olduğundan, eski polemik Müslümanlarda günahlardan tövbe ve inançlıktan daha çok, adil olmayan kıyaslamalara karşı bir savunma tepkisi geliştirmiştir. Müjdeninin olumlu sunumu kesin bir ihtiyaç olmasına rağmen, İslam’a karşı teolojik düzeyde bir meydan okuma sözkonusu olmadıkça, verimliliği minimum olacaktır. Teolojik konularda böyle bir yüzleşme hem Müslümanlara müjdelemeyi hem de Yeni Kilise ve İlahiyatı’nı yerel kültüre adapte etmeyi destekleyecektir.
İslam’ın polemiksel bir karşı saldırıyı başlattığı bir dönemde, entellektüel arenayı terkedebilecek miyiz? Teolojik Eğitim Merkezi’nden Faslı bir öğrenci, Merkez’in son zamanlarda Kuzey Afrika’da yapmış olduğu anketlerden birisinde inanç savunması konusunda hararetli bir yardım isteğinde bulundu. Ricasını şu şekilde bitiriyordu: “Eğitim Merkezinin sadece İncil’i öğretme ve diğer dinlerle tartışmama bahanesinin ardına sığınarak sorumluluğunu yerine getirmemesini asla kabullenmeyeceğim. Savaşta olup da diğer ülkeye karşı elinde yeterli miktarda silahı bulunmayan her ülke yenilgiye uğrar. Hatta ordusu karşı tarafın safına bile geçebilir!”
Bu çalışmada Müslümanlara müjdelemenin teolojik ve savunumcu boyutlarını değerlendirmeye çalışacağım ve bunu yaparak gerekli olduğunu düşündüğüm yeni tür inanç savunmasını açıklayacağım. Bu yazının taslağı ilk olarak 1970 yılında Kuzey Afrika’da kurulmakta olan kiliselere Hıristiyan Eğitim materyelleri üreten bir proje sırasında oluştu. Projede yardımı olan diğer kişilerin fikir ve önerilerini de içermekle birlikte, son halinden yazar kendisi sorumludur. Taslak o sıralarda daha önemli işlerin tamamlanabilmesi için düzeltilmeden bir kenara kaldırılmıştı. Düzeltilerek son haline gelmiş olan çalışma, “İslam için Yeni bir İnanç Savunması” olarak adlandırılan bu yeni ilahiyatın gelişimi konusunda bir uyarıcı olması ümidi ile şimdi sunulmaktadır.
Eski polemiksel metod ve daha yeni olan tamamlayıcı ekol konusunda tamamen umudumu yitirmiş olmakla beraber, savunmacı metodla ilgili olarak bu metodların bazı iddiaları ve anlayışları halen geçerlidir (Örneğin Müslümanların değiştirilme iddiasına karşılık Pfander’in Kutsal Yazı’ların bütünlüğünü savunması). Tarafsız olduğu varsayılan bakış açısından bir kıyaslama çalışması yapmaya uğraşmaktansa, Kutsal Yazı’ların hükümlerini direkt olarak İslam öğretisi ve ilahiyatına taşımaya çalıştım. Ve Hıristiyanlığı yorumlayabilme yetisinde olduğu varsayılan Kuran’sal verilerdeki “ortak düzleme” odaklanmak yerine İslam topluluğuna hayat veren İslam ideolojisini anlamaya çalıştım. “Ortak düzlem” konusundaki yanlış fikirlerin aksine İslam ideolojisi Hıristiyanlığın ters istikametinde çalışmaktadır.
Bu makalenin temelindeki teolojik iddialar müjdeci ve reformcu olarak adlandırılabilir. Eski ve Yeni Antlaşma metinleri Tanrısal Esin ve yanılmaz ve eşsiz Tanrı Sözü olarak sarsılmaz yetkiye sahiptir ve Kutsal Kitap yorum biliminin tüm sistemlerinin geçerliliği konusunda son hakemdir.
İslam ve Hıristiyanlığı birbirinden ayırmanın anahtarı hakkında son bir söz söyleyeceğim. İlk polemikçiler bu anahtarı İncil’in mi yoksa Kuran’ın mı gerçek vahiy olduğunu sorgulamak olarak kabul ettiler. Bu gerçekten bir anahtar olmakla beraber, aslında sadece daha geniş bir sorunun parçacığıdır ve daha geniş bağlamda ele alınmadıkça uygun olarak yanıtlanamaz. Asıl anahtarın Tanrı’nın doğasını ve yarattıklarıyla olan ilişkisini sorgulamak olduğunu düşünüyorum. İslam ve Hıristiyanlık biçimsel benzerliklere rağmen, bu soruyla birbirinden tamamen ayrılmaktadır. Benim İslami Tanrı öğretisi ile olan tartışmam burada başlar.
Konu İslami Tanrı düşüncesi, insan ve Tanrı ile ilişkisi, Mesih ve Kurtuluş, Kutsal Ruh, Esinleme ve Kutsal Yazılar, Topluluk ve Kilise, Melekler ve Şeytan ve son olarak Eskatoloji başlıkları altında açıklanmıştır. Her başlıkta ilk olarak İslami bakış açısına, sonra bunun Kutsal Metinlerle çeliştiği noktalara ve son olarak İslami bakış açısının sonuçları ve İncilsel yaklaşımın genel hatlarına odaklanılmaktadır.
- İSLAMİ TANRI DÜŞÜNCESİ
- Temel İslami Varsayımlar:
(a)
Tanrı Tamamen Farklıdır (Yücelik). İslam Allah’ı yaratılmış herşeyden (insan da dahil olmak üzere) farklı ve tarihsel alandan tamamen uzak tutar. Yücelik (Tenzih) Tanrı’yı tanımlamakta kullanılan dilde herhangi bir somut anlamı ifade etmemektedir; Tanrı’yı belirtmekte kullanılan kelimenin ima ettiği anlam ile, insanı belirtmekte kullanılan kelimenin ima ettiği anlam arasında kesinlikle bir ilişki ya da benzerlik sözkonusu olamaz. Örneğin, insandaki merhamet ile benzerlik kurarak Tanrı’nın merhametini anlayamayız. Tanrı’nın merhameti ve insanınli tamamen ayrıdır. İslam böyle negatif bir ilahiyata sahip olduğundan, Tanrı’nın ne olduğunu ne değil, ancak ne olmadığını söyleyebilir. Yücelik aynı zamanda Müslüman için Tanrı’nın tarihsel süreç içerisinde dünyada gerçek anlamda asla mevcut ve de gerçek bir insan şeklinde olamayacağını ifade etmektedir. Bu, O’nun yüceliğine ters düşmektedir. O ancak Yaratıcı Sözü aracılığıyla dünya üzerinde etkin olmaktadır.
(b)
Tanrı Eşsiz Olandır (Tevhid). İslam, Tanrı’nın mutlak birliğinde ısrar etmektedir. Tanrı hiçbir şekilde ayrıştırılamaz. “Tek Olan” olarak, “Sebeplerin Yaratıcısı” ve “Çok”un kaynağıdır. Tamamen Yüce olduğundan, O’nun tekliği, yaratılmış olanların tekliğinden tamamen farklıdır.
(c)
Tanrı Dünya ile yalnızca Yaratıcı Sözü aracılığı ile ilişki kurar. Sözü ile, herşeyi yoktan varetmiştir. Aşari öğretisine göre Tanrı’nın yaratışı süreklidir, ilk ve son defa olmamıştır. Aslında O, insanın uzuvlarını yaratırken davranışlarını da yaratmıştır. Böylece, Yaratıcı Sözü ile insanla ilgili herşeyi belirler (takdir) ve kaderini ebediyen yazar (mektub). Bu yüzden İslam’da yaratılış “ilahi takdir” düşüncesini içermektedir. Son olarak Peygamberleri aracılığıyla Sözü’nü yollayarak (tenzil) insana bilmesi gerekenleri açıklar ve işaretleri ile peygamberlerin mesajlarını onaylar. Peygamberlerin görevi O’nun Sözü’nü kaydetmek ve Tanrı’nın gücü ve korumasında zaferle insanlara duyurmaktır. Tüm bunlar Tanrı’nın tamamen yüce ve yarattıklarından ayrı olduğunu kesin ifade eder.
(d)
Tanrı doğruluk ve erdem konusunda bile tamamen özgür ve sınırsızdır. O, daha önce açıkladığı doğruları veya yükümleri sonradan açıkladıklarıyla feshetmekte özgürdür. İyi ve kötü eylemler Kuran’da emredilip yasaklanmalarına göre ayırd edilmelerine rağmen, aynı eylemi bir durumda “iyi” olarak yargılarken, başka bir durumda “kötü” olarak yargılayabilir. Tanrı’nın insanı yargıladığı ve kaderini tayin ettiği kriterler insan tarafından bilinemez. O, günahkarı mahkum etmekte veya affetmekte özgürdür.
- İncilsel Bakış ile Uyuşmazlıklar.
(a)
Tanrı hem bu yaşamda hem de sonraki yaşamda insan için bilinmez ve tanınmazdır. “Tenzil” olmadığı sürece (Tanrı vahiy göndermedikçe) insan Tanrı ya da Tanrı’nın insandan talepleri hakkında hiçbirşey bilemez. Yücelik İslam’da, Tanrı hakkında somut bir bilgiye sahip olmanın olanaksızlığını ifade eder. Tanrı ve insan arasında, kişisel olarak Tanrı’yı tanımayı metafiziksel bir imkansızlık haline getiren geçilemez bir uçurum bulunmaktadır. Bu, Kutsal Kitap’ta bulunan insanın Tanrı’nın suretinde yaratılması (genel vahiy) sebebi ile sezgisel olarak Tanrı’yı ve Yasası’nı ve kendi suçluluğunu bilmesi (Rom. 1&2) öğretisi ile ters düşmektedir. Kutsal Kitap asla ortadan kalkmayacak bir yaratıcı-yaratık ayrımını öğretir fakat bunu kesin bir tanınamazlık ya da bilinemezlik boyutuna taşımaz. İslam bu ayrımı Tanrı’yı insana kesinlikle bilinemez olarak tanıtarak yapmaktadır.
(b)
Tanrı Kişisel ya da Ruhsal bir varlık değildir. Müslüman düşüncesine göre, Tanrı’nın bir kişilik (veya ruh) oluşu fikri O’nun yüceliğine ters düşmektedir. Kişilik insana benzerliği çağrıştırmakta ve bu yüzden reddedilmektedir.
(c)
Tanrı Tarihte etkin değildir, ne yeryüzüne gelir ve de tarihe girer. Tanrı’nın beden alması İslam’ın “Mutlak Yücelik” öğretisine aykırı olduğundan olanaksızdır. Tanrı ne kişisel olarak etkin olabilir ne de Kutsal Kitap’ın belirttiği gibi tarih sürecinde kendisini açığa çıkarır. Yücelik kavramı, O’nun ilahi takdir yolu ile ve vahiy göndererek tarihte etkin olmasını gerektirmektedir. İslam’ın tarihe bakış açısı, tarihin önemli olmadığıdır. Tarih bize Tanrı hakkında hiçbirşey açıklamaz. Bu, Kutsal Kitap’ın Tanrı’nın Yüce olduğu gibi her yerde etkin olduğu, tarih sürecinde çalıştığı, insanın tam olarak anlayamayağı biçimde de olsa İsa Mesih kişiliğinde yeryüzüne geldiği ve böylece tarih boyunca kendisini açıkladığı yönündeki bakış açısı ile çelişmektedir.
(d)
Tanrı günahtan nefret etme ve günaha bakamama anlamında Kutsal veya Doğru değildir. İslamda, kutsallık ve doğruluk gibi ahlaksal nitelikler Tanrı’ya uyarlanamaz. Bu, insana benzerliği çağrıştırmaktadır ve bu da Tanrı’nın Yüceliğine aykırıdır. İslama göre, Tanrı insandan sadece tamamen farklı olduğu için ayrıdır; Kendisi kutsal ve insan günahkar olduğu için değil. Bu nedenle, insanın Tanrı’dan ayrılması normal, kaçınılmaz ve sonsuza dek kalıcıdır. Oysa Kutsal Kitap’a göre bu ayrılık anormaldir ve Tanrı tarafından geçici olması tasarlanmış bir durumdur.
(e)
Tanrı’nın yarattığı herhangi bir varlığa karşı sefkati veya başka duyguları yoktur. Tanrı insanla bir sevgi ilişkisine girmez ve insanı Kutsal Kitap’taki gibi değerlendirmez. Şefkatli, Merhametli, Sevgili gibi güzel isimleri olsa da, bu nitelikler insan için kullanıldığı zamanki anlamları ifade etmez. Tanrı duygularını gösterseydi, bu O’nu insan benzerliğinde yapardı ve bu zayıflık olurdu. Birilerine bereket, zenginlik, sağlık verirken diğerlerine yoksulluk açlık ve cehennem yargısı vermesi O’nun Egemen iradesinin bir sonucudur. Bizim itaatkarlığımızdan hiçbir kazancı ve başkaldırışımızdan hiçbir kaybı yoktur. Tüm bunlar, Tanrı insanoğlunu sevmek kelimesinin en üstün anlamı ile sever diyen Kutsal Kitap öğretisi ile elbette çatışmaktadır. Kutsal Kitap’ın bakış açısında insanın sevgisi,Tanrı’nın mükemmel ve karşılıksız veren sevgisinin yanında kusurlu ve günahla bozulmuş bir benzerlikten ibarettir.
(f)
Tanrı’nın insanlar için kesin birşeyler yapmak üzere antlaşma yapması düşünülemez. Bu, açıkça Tanrı’nın “İstediğini Yapma” özgürlüğüne aykırıdır. Kutsal Kitap bunun tersine, Tanrı’yı “Antlaşma Yapan” ve “Sözüne Sadık” bir Tanrı olarak tanımlar. Antlaşmasına sadık kalacağına güvenilmelidir.
(g)
Tanrı Üç Varlıktan oluşmamaktadır. Üçlü birlik öğretisi İslam’ın “Tanrı’nın Mutlak Birliği” kavramına aykırıdır. Tanrı kişilikten ve her türlü tanınabilir nitelikten soyunmuş; soyut ve fizik ötesi bir Birliğe sahiptir.
- Konu ile ilgili diğer İslami yaklaşım ve düşünceler:
(a)
Müslümanlar dini lisanı materyel olarak ve harfi harfine anlama eğlimindedir. Bunun nedeni, inandıkları Yücelik kavramına göre dünyasal veya tarihsel olayların ve kavramların (örneğin gelenekler ve Eski Antlaşma’daki Tanrı halkının tarihi) ruhsal gerçeklerin birer benzeri ya da türleri olamayacağıdır. Ruhsal gerçekleri simgelemek için lisanın mecazi olarak kullanımı, İslami düşünce yapısına tamamen yabancıdır. Müslümanlar herşeyi harfi harfine ve materyalist bir yaklaşımla almaktadır. Bu yüzden Üçlü birlik öğretisi daima Üç Tanrı’ya inanmak ve İsa’nın Tanrı’nın Oğlu oluşu çok tanrılı inançlardaki gibi fiziksel olarak anlaşılmaktadır. “Ruh” bile görünmez bir öz olarak anlaşılırken sonuç olarak Tanrı Ruh’tur ifadesi olanasıksız olarak nitelenir. Somut bir terim herhangi bir şekilde mecazi anlamda kullanıldığında bunun özel olarak belirtilmesi gerekmektedir. İslamın İmana bakış açısı, Tanrı’ya olan bakış açısıyla uyumludur. Müslümana göre Tanrı dünyadan yukarıda, uzaklarda bulunmaktadır ve tanınamaz ve kişiselleştirilemezdir. Bu yüzden iman sadece zihinsel bir kabul ve sözlü ikrar ile İslami Yasanın gereklerine uygun eylemleri içermektedir. İman İslam’a göre temel olarak, doğruluğa ve Tanrı’nın bildirdiği yükümlülüklere boyun eğmeye eşdeğerdir. Bu, doğru dine (İslam) ve Tanrı’nın belirlemiş olduğu kadere teslim olmak demektir; kişinin kendisini Tanrı’ya emanet etmesini ve bağlamasını içermez. İslam’a bağlılık şartıyla,Tanrı’nın merhametine karşı belirsiz bir ümit içermektedir. Tanrı özgür olduğundan ve kendisini antlaşmaya bağlamayacağından, Tanrı’nın vaatlerini yerine getireceği düşüncesi yoktur. Bu nedenle Kişisel olarak ilişki kurulup tanınabilir, tarihte etkin bir Varlığa karşılık vermek (Kutsal Kitap’ın İmana bakış açısı) yerine sadece Tanrı kavramını zihinsel olarak kabul etmektir.
- Sonuçlar
(a)
İslami Düşüncenin Sonuçları
(i)
Bu bakış açısı insanı Tanrı ile kişisel bir ilişki kurmaktan ve O’nu kişisel olarak tanımaktan yoksun bırakır. Yücelik yaklaşımı böyle bir ilişkiyi sadece sakıncalı kılmakla kalmayıp, aynı zamanda nesnesel doğada imkansız hale getirmektedir.
(ii)
Bu bakış açısı insanı gerçek akılcılıktan yoksun bırakır. Tanrı tanınamaz ve bilinemez olduğundan, insan kendisini veya yaşadığı evreni anlamak için hiçbir üstün referans noktasına sahip değildir. Varlığının anlamı yoktur, anlam bulmaya çalışmak insan için önemsiz ve yararsızdır. Sadece kaderine teslim olmalıdır.
(iii)
Bu bakış açısı son olarak, insanı güzel ahlaklı olmaktan yoksun bırakır. Tanrı tamamen özgür ve ahlaksal niteliklerden bağımsız olduğundan, insan ahlak konusunda üstün bir standarttan yoksundur. Kısaca, ahlak ve doğruluk görecelidir.
(b)
İncilsel Değerlendirme ve Yaklaşım:
İncilsel bakış açısından, Romalılar 1 ve 2’de ayrıntılı olarak açıklandığı gibi, İslami Tanrı öğretisi Gerçeği tamamen bastırarak yerine yanlış bir Tanrı kavramı getirmektedir. Böylece, Müslümanları varoluşlarından gelmesine rağmen Tanrı tarafından verilen Tanrı, Tanrı Yasası ve kendi suçluluğunun bilincinden yoksun bırakmaktadır. Kutsal Kitap’ın Tanrı’ya bakış açısı, bir önyargıyı ortadan kaldırmaktadır; İslam Yaratıcı-Yaratık ayrımı yapar ve insanın günah nedeniyle Tanrı ile olan ayrılığını kesin ve kalıcı bir ayrılık haline getirir ve ardından Kutsal Kitap’ın Tanrı görüşünün akıl dışı olduğunu iddia eder. Müslümanlar bu İslami yaklaşımı iyice özümsemiş olduklarından, bu tutumdan etkisi altındadır. Bu yüzden onlara Tanrı’yı öğretirkenki görevimiz konuyu katı bir Kutsal Kitap Tanrı öğretisi temeline yatırmaktır. Tanrı’nın bizlerden o kadar ayrı, uzak, tanınamaz, kişilik alamaz görünmesinin ve Üçlü birliğinin akıldışı sayılmasının nedeninin insanların Tanrı hakkındaki Gerçeği gizlemeleri ve yerine yanlış bir öğretiyi yerleştirmeleri olduğunu Kutsal Metinleri kullanarak basit bir biçimde göstermeliyiz. İnsanın Tanrı’yı sezgisel olarak tanıdığı fakat kabul etmediği gerçeğini (genel vahiy) vurgulamalıyız ve onları Tanrı hakkında tam bir Kutsal Kitap öğretisine çekmeliyiz. Yeni bir Hıristiyanın, Kutsal Kitap’taki Tanrı öğretisinin kendisine öğretilmesine ihtiyacı vardır. Ancak bu şekilde eski tutumlarını ve düşüncelerini terkedebilir ve Müslüman tanıdıklarına Müjdeyi duyurmaya etkin olarak hazır hale gelebilir.
- İSLAMA GÖRE İNSAN ve TANRI ile İLİŞKİSİ
Bir önceki bölümde bu konuya değinmiştik, fakat şimdi daha detaylı olarak ele alacağız.
- Temel İslami Varsayımlar ve Yaklaşımlar.
(a)
İnsan, Tanrı’nın yarattığı en üstün yaratıktır. Tanrı Meleklere insanın önünde diz çökmelerini buyurdu (Kuran 7:11) ve insanı yeryüzündeki vekili (Halife) yaptı (2:30)
(b)
İnsanın Tanrı ile ilişkisi temel olarak, bir kölenin Efendisi ile olan ilişkisidir. Bu ilişki Tanrı’ya hizmet ederek, emirlerini yerine getirerek ve yasakladıklarından kaçınılarak yürütülür. Böyle bir Tanrı/insan ilişkisi, Tanrı’nın mutlak yüceliği kavramından kaynaklanır. Bu ilişkinin koşulları Dini Yasa olan Şeriata dayanır.
(c)
İnsan şu anki hali gibi iyi fakat zayıf ve değişken olarak yaratıldı (da’if) (4:32). İnsan, Aden Bahçesi’ndeyken Tanrı’nın emrini “unuttu”, Şeytan’ın önerisini dinledi ve sonuç olarak Aden Bahçesi’nden dünyaya düştü (fiziksel olarak). Tanrı’nın mevcut uzaklığı (Yücelik) bu “düşüş” ile ilgili görülebilir fakat aslında sadece fiziksel bir uzaklığı kapsamaktadır; bu ahlaksal boyutta bir uzaklık değildir. İnsan eğer yaşamında Tanrı’nın önderliğini takip ederse, Tanrı istediği takdirde sonraki yaşamında Bahçe’ye girmeye yine hak kazanabilir (2:35-38 ve diğer ayetler).
(d)
İnsan Tanrı ile ilişkisini “inançsızlıkla” (küfür, tanrısızlık), “Tanrı’ya eş koşmak” anlamındaki Şirk ile, O’nun yüceliğine karşı bir günah işleyerek, Tanrı’nın Yasasında yasak olarak bildirdiği şeyleri (Haram) yaparak ya da yükümlülük olarak bildirdiği şeyleri (Farz) yapmayarak bozar. Günah genel olarak Tanrı’nın emrettiğini yerine getirmeme veya Haram olarak bildirdiğini yapmak olarak adlandırılır. İnsan bunu yapar, çünkü zayıf, unutkan, cahildir ve bu yüzden günah ahlak bozukluğu değil, sadece bir hatadır.
(e)
İnsanlara “doğuştan gelen” din verilmiştir.. Allah insanı bir tür içten gelen İslami bilgiyle veya tabiatla (fitre) donatmıştır (30:30). Bu tabiat başlangıçta tarafsızdır fakat eğitimle ya kuvvetlendirilir ya da engellenir. “Her doğan çocuk doğal olarak (İslama) isteklidir”; onu Yahudi veya Hıristiyan ya da başka bir dine mensup kılan ebeveynleridir. İslam böylece insana olan çağrısını içinde ve kendi doğasında olana geri dönmeye davet ederek yapar. İhtiyacı olan tüm bilgiyi Dini Yasa’da sunar.
- Hıristiyan Bakış açısı ile uyuşmazlıklar.
(a)
İnsan ahlaksal ve ruhsal benzerlik anlamında “Tanrı Suretinde” yaratılmamıştır. İslamın insanın Tanrı’nın halifesi olduğu ve O’nun adına yaratılış üzerinde egemenlik kurduğu yönündeki kavramı “Tanrı suretinde yaratılma” düşüncesine kısmen paraleldir. İnsanda bir miktar Tanrı benzerliği olması düşüncesi İslam’in mutlak yücelik öğretisine tamamen karşı gelmektedir. “O’nun gibi hiçbirşey yoktur” (42:11). İnsanın ruhsal yenilenme ile “Tanrısal özyapıya ortak olması” (2 Pet. 1:4) veya “Tanrı’nın benzeyişinde tazelenmesi” (Kol 3:10) ve O’nunla kişisel bir ilişki yaşaması Müslümanlarca anlaşılamayan kavramlardır.
(b)
İnsan doğuştan günahlı değildir. Suçu yüzündenTanrı’dan ayrı düşmemiştir ve O’nun gazabı altında değildir. İslama göre insanın mevcut durumu günahlı değildir; “ayrılık” ahlaksal bir düşüş veya sapma yüzünden değil Tanrı’nın yüceliğinden kaynaklanmaktadır. Ne acizdir ne de Tanrı’yı hoşnut edecek iyi şeyleri yapamaz haldedir. İslam, Kutsal Kitap’taki orjinal günah kavramını inkar etmektedir.
(c)
İnsanın temel problemi günahtan çok cehalettir. Müslümanlara göre insan, bir tür Tanrı bilincini ifade eden doğal bir dine sahip olsa bile, bu sadece doğuştan gelen bir sezgidir. İslam, insanın doğuştan Tanrı Yasasını veya kendi günahlılığını bilmesini kabul etmez. İnsanın sorunu temel olarak ahlaksal değil, Tanrı Yasası konusundaki bilgisizliğidir. Bu bilgi mutlak doğruluk standardı olan Kuran tarafından sağlanır.
(d)
İnsanın, güce veya günahının yol açtığı mahkumiyetten kurtuluşa ihtiyacı yoktur. Çünkü doğuştan günahlı değildir. Kıyamet günü gelip yargı başladığında, cehennemden kurtulmaya ihtiyaç olacaktır fakat bu kurtuluş İslam’ın Yasasını takip ederek kazanılabilir. Günah Yasayı yerine getirme konusunda hata yapmak olduğuna göre, İnsanın temel ihtiyacı Yasa’yı bilmektir.
- Sonuçlar.
(a)
İslami Yaklaşımın sonuçları. İnsanın Tanrı’dan ayrılığı ve mevcut durumu, insanı değil Tanrı’yı izlemeye iter ve bu da kuralcılığı doğurur. İnsan “zayıf” olsa bile iyi olanı takip edebilme yetisinde kabul edilir. Hiçbir eylem veya davranışın özünde günah olmadığı, yalnızca dini yasada “haram” olarak bildirildiği takdirde günah olduğu ve diğer şartlarda günah olmayacağı fikrini düşünün. Bunun bir sonucu olarak, insan vicdanındaki Tanrı Sesi etkisizleşir ve Müslümanlar günahlılıklarının, ahlaklarındaki bozukluğun, suçluluklarının ve kendilerini kurtarma konusundaki acizliklerinin bilincine varamazlar. Ayrıca, insanın “Tanrı Suretinde” yaratıldığını reddederek Tanrı ile kişisel bir ilişki kurma isteği ve çabasından yoksun kalırlar.
(b)
İncilsel Değerlendirme ve Yaklaşım. İslamdaki insan öğretisi, Tanrı öğretisinin doğal sonucu olarak ortaya çıkmaktadır ve gerçeği önleyerek yerine alternatif getirme mekanizmasını açıkça sergiler. İnsanın doğuştan gelen ahlaksal sorununu reddedip bunun yerine basit bir bilgisizlik kavramı koyarak Müslümanları günahlılık ve kurtuluş ihtiyacı bilincinden yoksun bırakır. Aynı şekilde, arayış içindekiler ve yeni imanlılar toplumlarının Gerçekle yüzleşmeyi reddedişlerinden derinden etkilenirler. Bize düşen görev, İslam öğretisinde örtülüp gizlenen “doğadan gelen günahın” maskesini düşürmek ve Tanrı’nın insanı kendi Suretinde yaratmaktaki amacını vurgulamaktır. Bunu yapabilmenin temeli ise, Tanrı ile verimli ve meyve veren bir ilişki içerisinde hazırlık yapmaktır.
- İSLAMIN MESİH’E ve KURTULUŞA BAKIŞI
- Temel İslami Öğretiler.
(a)
İslami Mesih Öğretisi. Mesih sadece Tanrı’nın sözünü duyurmuş, “Tanrı’nın izniyle” mucizeler gerçekleştirmiş, çarmıha gerilmekten Tanrı tarafından kurtarılmış ve cennete canlı olarak alınmış, yeryüzüne döndüğünde İslamı benimseyip yeryüzünü İslami kurallara göre yargılayacak olan bir peygamberdir (2:81,254; 3:37-52; 4:155-6,169; 5:19,50-51,76-79,112-117; 19:16-36; 23:52; 47:57-64; 57:26-27 Sureleri).
(b)
İslama göre Kurtuluş kavramı. İslamda kurtuluş düşüncesi “refah, esenlik, gönenç” anlamına gelen Arapça “falah” kelimesi ile açıklanmaktadır. Bu düşünceye göre kurtuluş İslam ulusunca tarih içerisinde gerçekleştirilmiştir (Ümmet). Kurtuluş Tanrı’nın Vahyini göndermesi ve Kendi Dinsel Topluluğunu kurması ile gerçekleşmiştir. Bir kişi bu topluluğa katılır ve Dini Yasa’ya uygun yaşarsa, kurtuluşa sahip olur. Dini, politik ve sosyal etkinlik Tanrı’nın kurtarış eylemi olarak görülür. Kurtuluş ancak yargı gününden tamamlanır; Tanrı kişinin günahlarını Yasaya göre yaptığı eylemleri ve Kendisine olan inancını temel alarak bağışlar.
- İncilsel Yaklaşım ile Uyuşmazlıklar
(a)
İslamın Mesih öğretisi İncilsel metinleri reddeder. Mesih’e inanmayı ve saygı duymayı öğretir fakat İncil’in Mesih hakkındaki iki çok önemli öğretisini – O’nun Tanrılığını ve Ölümünü - reddeder.
Mesih’in Tanrılığının inkarı: Müslüman için “Tanrı Oğlu” terimi küfür anlamına gelen fiziksel babalık sıfatını ifade eder. Böylece, Müslümanlar sürekli olarak Hıristiyanların asla yüklemediği yanlış bir anlamı bu kavrama yüklerler ve bunu yanlış algılarlar. Genç nesil her zaman “Tanrı Oğlu” kavramına karşı çıkmasa da, onlar da Mesih’i genellikle Tanrı olmaktan çok Tanrı ile yakın bir peygamber olarak algılarlar. Ayrıca, İslamdaki “Tanrı’nın mutlak birliği” vurgusu Müslümanlar için Mesih ve Babası’nın ayrı kimlikte olduğu gibi, aynı zamanda bir olduğu fikrini kavramayı güçleştirir.
Mesih’in Ölümünün inkarı: İslam, gerçek dinin kuruluşunda zafer kazanmış gerçek bir Peygamber olan Mesih’in çarmıha gerilişini tasavvur bile edemez. İslama göre Mesih, gerçek bir peygamber olarak Yahudiler üzerinde siyasi zafer kazanarak Tanrı’nın Elçisi olduğunu ispatlamıştır.
(b)
İslamın İmana bakışı Mesih’e gerçekten iman etmek anlamında değildir. İslam iman konusunda fazla düşünceye sahip değildir. Müslüman kökenden gelen birisi “Mesih’e iman etmek” kavramından, O’nun öğretişlerini kabul etmeyi ve izlemeyi anlayacaktır (Bir Yasa’dan diğerine geçmek şeklinde). İman O’na teslim olmak değil, O’nun yaptıklarını izleyerek eyleme geçmek olarak algılanmaktadır.
(c)
İslamın Tövbeye bakışı, İncilsel yaklaşımla kökten ayrılır. Dindar bir yaklaşım olarak, tövbe saygı duyulması gereken “iyi bir eylemdir”. İncildeki anlamıyla kişinin günahlarından nefret ederek dönmesi ve kurtuluş için kendisini Tanrı’nın adaletine teslim etmesi kavramından hiçbir düşünce içermez. Günah ve İslam Yasasına uymayan eylemler (örneğin şarap içmek ya da domuz eti yemek gibi) günahları hızla çoğaltan günahlı doğadan değil de sadece unutkanlıktan kaynaklandığından, Müslümanın vicdanı günaha yatkınlaşmaktadır. Böylece Müslüman, ümitsiz durumunun farkındalığından yoksun olarak, İncilsel anlamda Tövbeye ihtiyaç duymaz.
(d)
İslamın Kurtuluşa bakışı, aynı şekilde İncil’deki anlayıştan ayrılır. Bu, kurtuluş için Arapçada “azat etme, kurtuluş” anlamlarındaki “Kalas” ın yerine “esenlik, refah” anlamına gelen Falah kelimesinin kullanılmasından anlaşılabilir. İncil’deki kurtuluş düşüncesini açıklamak için genellikle “bedelini ödeyerek kurtarma” anlamındaki “feda” kelimesi kullanılır. Daha önce gördüğümüz gibi, İslam İncil’deki anlamda insanın günahın mahkumiyetinden ve gücünden korunmak için kurtuluşa ihtiyacı olduğunu reddeder. Dolayısıyla, İncildeki kurtuluş öğretisinin anahtar ögeleri İslam’daki kurtuluşta yeralmamaktadır.
(e)
Çeşitli İslami kavramlar, Müslüman kökenli fakat arayış içerisinde olan insanları Tanrı’nın çocukları olarak Mesih ile kişisel bir ilişki aramaktan alıkoyar. İslam Tanrı’yı bütünüyle farklı ve böylece insan tarafından bilinemez ve erişilemez olarak gösterir. Cennet hakkında ise Kuran Tanrı ile birliktelikten çok, maddesel rahatlığı ve tensel zevkleri vurgular. İnsanın konumu “kul” olarak (evlat yerine) Tanrı ile birliktelikten zevk almak değil, ibadetsel eylemlerle Tanrı’yı onurlandırmak ve O’nun yasalarına itaat etmektir. Tanrı ile kişisel bir ilişki sağlamak ve bunu aramak fikri islam’a tamamen yabancıdır. Müslümanlar Tanrı ile ilişki kurmaktan bahsedebilirler fakat bununla kişiler arasındaki bir ilişkiyi kastetmezler. Bu tür bir ilişki mümkün değildir; Tanrı onlar için bir Kişi değildir. Sufiler Tanrısal huzuru tecrübe etmek için çabalayarak böyle bir ilişkiye yaklaşıyor görünebilirler fakat, amaçları Tanrı’ya konsantre olarak O’nunla bir tür birleşmeyi tatmaktır. Bu birleşme amacı İncil mesajına geleneksel İslam kadar yabancı ve karşıttır.
- Sonuçlar
(a)
İslami Yaklaşımın Sonuçları. Bu kavramlar ve yaklaşımlar, Mesih’e Rab ve Kurtarıcı olarak iman edecek Müslümanların yoluna büyük bir engel oluşturmaktadır. Bir kişi iman etmiş olsa bile kültürleri tarafından empoze edilen bu düşüncelerden ve yaklaşımlardan yoğun olarak etkilenmektedir.
Mesih’in Tanrılığının ve vücut bulmasının ve tövbe ve iman kavramlarının soyutlanması temelini İslam’daki Tanrı’nın Yüceliği öğretisinden almaktadır ve İslam’ın “Tanrı’nın gerçeğinde tutma” çabasının başka bir sonucudur.
Çarmıhın reddededilişi ise, direkt olarak Tanrı’nın Egemenliği ve Kurtuluş kavramlarının dünyasal sözlük anlamında anlaşılmasından kaynaklanır. Tanrı Elçilerinin kurmaları için gönderildiği bu “egemenlik” kendi kurtuluşunu Yasaya uygun hareket ederek sağlayan dini-politik bir topluluk olarak algılanmaktadır (Ümmet). Gerçek bir peygamberin siyasi anlamda başarılı olması gerektiğini düşündüren de budur. Müslümanlar çarmıhı, Mesih’in kurmaya geldiği egemenliği toplumsal olarak düşündüklerinden reddetmektedirler (kendi peygamberleri gibi).
İslamdaki eylemlere ve mutlak Tanrı yazgısına dayalı Kurtuluş öğretileri birbirleriyle çelişmekte ve yeni imanlının yüreğinde kurtuluş garantisinin gelişmesini engellemektedir. Kişinin iyi ve kötü eylemleri Yargı Gününde tartılacaksa, o günden önce kim kurtulup kurtulamayacağına emin olabilir ki? Ve Tanrı dilediği kişileri kurtarıp, dilediği kişileri cezalandıracaksa ve Tanrı iradesi anlaşılamaz bir kavramsa; insan kurtulup kurtulmadığını nasıl anlayabilir?
(b)
İncilsel değerlendirme ve yaklaşım. Temel görevimiz, İslamın Mesih’i reddedişinin aslında Tanrı hakkındaki gerçeği gizleme ve Kutsal Kitap’ın Tanrısı’ndan kaçış çabasından kaynaklandığını göstermektir. Bunun gibi, Mesih’in kurmaya geldiği Krallığın ruhsal bir kavram ve bizlere getirdiği kurtuluşun ahlaksal, ruhsal, fiziksel ve evrensel bir değişim olduğunu göstermek görevimizdir.
Bu bilgi ışığında, Mesih’in çarmıha gerilişi (her ne kadar dünyasal siyaset açısından öyle görünse de) aslında bir yenilgi değildir. Asıl olarak; günah, ölüm ve Şeytan üzerinde ölümden diriliş ile kazanılan evrensel bir zaferin ilk taktiksel adımıdır. Bu tamamen anlaşıldığında, gerçek tövbe ve gerçek Mesih inancı için gerekli zemin hazırlanmış olacaktır.
- İSLAMIN KUTSAL RUH GÖRÜŞÜ
- Kutsal Ruh hakkında İslami Fikirler. Kuran hem “Ruh”tan, hem “Kutsal Ruh”tan (ruh-ül kudüs) hem de “İman Ruhu”ndan (el-ruh el-amin 26:193) sözeder. Yaratılıştan, Allah Adem’e Kendi Ruh’unu üflemiştir (15:29). İsa’dan da, Allah’tan bir Ruh olarak sözedilir (4:171) ve bu yüzden Müslümanlar genellikle onu “Allah’ın Ruhu” olarak adlandırır. Bununla birlikte, Müslümanların neredeyse tümü “Kutsal Ruh” ve “İman Ruhu” olarak vahiy meleği olan Cebrail’i kastederler. Kuran İsa, Muhammed ve diğerlerinin Kutsal Ruh tarafından güçlendirildiklerinden bahsederken açıkça Cebrail’den sözetmektedir. Bu yüzden Kutsal Kitap’ta söz edilen Kutsal Ruh İslam tarafından tanınmamaktadır (Yuh 14:19). Meleklerin vahiy aracıları olduğu yönündeki İslami fikirler ve Yeni Antlaşma’daki vahiy öğretisi (Gal. 3:19, İbr. 2:2) arasında parallelikler görülse de, bu fikirler Yeni Antlaşma’daki vahiye uygun değildir, ancak ve ancak Yahudilikteki öğretinin bir yansıması olabilir.
- Kutsal Kitap ile çatışan diğer İslami Düşünceler.
(a)
Müslümanların Tanrı kavramı Kutsal Ruh’un Tanrılığı ve Kişiliği ile çatışmaktadır. Tanrı’nın Mutlak Birliği kavramı, Kutsal Ruh’un Tanrı olma imkanını ortadan kaldırır. Kutsal Ruh’un kişiliği ve gerçekte Kutsal Ruh’u içimizde yaşatarak Tanrı’yı tanıma imkanı; İslamdaki Allahın mutlak yüceliği kavramı ile uyuşmaz.
(b)
Müslümanların insan hakkındaki görüşü de İncilsel öğreti ile çatışmaktadır. İnsan yalnızca zayıf, günahla bozulmamış sayıldığından Kutsal Ruh’un yenilemesine, kutsallaştırmasına ve rehberliğine veya doğruluk meyvelerini geliştirmesine ihtiyacı yoktur. Yeni bir yaratık olma ihtiyacı hissetmez. Kendi çabalarıyla kendi durumunu düzeltebilir. Gerçek Dini Yasayı (şeriat) izlemek, insanı mükemmelleştirmek için yeterlidir.
İnsan Allahın kulu olduğundan, Tanrı’ya evlatlık Ruh’u ile yakınlaşmayı ve paylaşıma girmeyi aramaz. Ruh’un imanlının içinde yaşaması düşüncesi İslam ilahiyatına terstir. Tanrı ile O’nun çocukları olarak ilişkilendirilmemiz veya O’nun yüreklerimizi konut edinmesi düşünceleri çok uazktır. Sadece Sufiler Tanrı ile birlikte olma düşüncesini amaçlar fakat onlara göre bu, Kutsal Ruh’un yürekte konut kurması ile değil insanın yoğun çabası ile gerçekleşir.
(c)
İslamın İsa’nın Kutsal Ruh hakkındaki öğretişinde, Muhammedin gelişine dair peygamberlik ettiği iddiası. Kuran, İsa’nın “Yüce Olan” (Ahmed 61:6) adındaki başka bir “Haberci” nin gelişini bildirdiğini belirtir. Ahmed ise Muhammedin isimlerinden birisi olarak kabul edilir. Müslüman tartışmacılar sıklıkla, bu peygamberliğin Yuhanna İncilinde (Yuh 14:16,26 etc) “tahrip edilmemiş” halde bulunduğunu iddia eder. Genel iddia, Grekçe’de aslında “periklytos” (ünlü, görkemli, yaklaşık olarak Ahmed’e eşit) olan kelimenin okunuşunun değiştirilip bozularak “parakletos” (savunucu, teselli edici) olarak kullanıldığı yönündedir. Ve bazıları da “parakletos” aslına uygun olarak kullanılmış olsa bile yine de Muhammed’i kastettiğini söylemektedir. Bu konuda elyazmalarına ait somut delillerinin olmayışı, onları rahatsız etmemektedir.
- Sonuçlar.
Çeşitli Kuran öğretileri ve İslamın Tanrı ve insan kavramları, İncil’deki Kutsal Ruh öğretisini anlamayı engellemektedir. Yeni bir Hıristiyanın iman yaşamının ilk günlerinde bunlar bazı yanlış anlamalara yol açabilir.
Ne var ki, bir kişi kurtarılmaya ve yeniden doğmaya ihtiyacı olduğunu kabul ettiğinde ve Mesih’e geldiğinde, İncil’in Kutsal Ruh öğretisini anlama konusundaki temel engel aşılmış olur. Müslümanlara müjde duyurmaya çalışan kişinin, onların İncilsel öğreti konusundaki önyargılı varsayımları ile mücadele ederek ön hazırlık yapması gerekmektedir. Kutsal Ruh öğretisi olumlu bir biçimde sunulduğunda, İslamda öğretildiğinden ne kadar farklı olduğu açığa çıkacaktır. Kutsal Ruh öğretisine dair en ikna edici kanıt, Ruh ile dolu bir Hıristiyanın kendisidir.
- İSLAMA GÖRE VAHİY ve KUTSAL YAZILAR
Temel İslami Varsayımlar ve Öğretiler
(a)
Vahiy Süreci (Tenzil): Tanrı, insanlığa ileteceklerini ve buyruklarını peygamberlere indirir. Bunu, “vahiy” ile gerçekleştirir. Melek Cebrail yeryüzüne iner ve peygambere gerekli bilgiyi fısıldar. Vahyedilen kutsal yazılar da göksel ve sonsuz kaynaklı;Tenzil olarak adlandırılır.
(b)
Kutsal Yazıların Doğası: Kutsal Yazılar, dini yasanın (şeriat) kaynağıdır. İnsanın neye inanması, Tanrı’yı hoşnut etmek için ne yapması ve hem bu yaşamda hem de sonraki yaşamda refahını korumak için nasıl davranması gerektiğini içerir.
(c)
Peygamberler ve Vahyedilmiş Kitaplar: Tanrı, birbirini izleyen peygamberlere, ard arda vahiyler gönderir. Musa’nın Tevrat’ı (Torah), Davut’un Zebur’u (Mezmurlar) ve İsa’nın İncil’i; Kuran’da bu şekilde vahyedilen kitapların üçü olarak anılır. Yukarıdaki ilk iki ismin, Eski Antlaşma’nın İbranice bölümlendirilmiş şekline – Yasa, Peygamberler, Kitaplar (veya Mezmurlar) biraz da olsa benzerliği dikkat çekmektedir. “Peygamberler” bölümü yerine getirilen “İncil”; müslümanlar için İsa hakkında bir kitap değil, İsa’ya indirilen kitap anlamına gelmektedir. Savunma İlahiyatçıları, Eski ve Yeni Antlaşma’dan bahsederken sıklıkla bu Kuransal terimleri kullanırlar.
(d)
Müslümanlar, son peygamber olan Muhammed dışında, her peygamber ve kitabının bir öncekinin yerini aldığına ve öncekini feshettiğine inanırlar. İsa Musa’nın yerine gelmiş ve Muhammed de İsa’nın yerine gelmiştir. Fakat, Kuranın önceki kitapların hükmünün kaldırıldığından asla bahsetmediğine dikkat etmek gerekir. Bu, yalnızca diğer ayetleri yürürlükten kaldırdığı söylenen Kuransal ayetleri ilgilendirir. Birçok tartışmacı, bu durumun İbranice Hıristiyan Yazıları için geçerli olmadığını iddia etmiştir. Bu konu tartışmaya açıktır. Kuran açıkça iptal edildiklerini söylemezken, prensip olarak feshedişi öğretmekte ve Muhammed ve kitabını “peygamberlerin mührü” olarak adlandırarak (33:40) Kutsal Yazılar sıralamasında en üst seviyeye yerleştirmektedir. Bu yüzden, Kuranda Kutsal Yazıların hükmünü kaldırıp yerine geçme amacının kesin olduğunu söylemek adil olacaktır.
(e)
Kuran önceki kitapların tümünü özetler ve yerlerine geçer. Kuran sonuncu ve kusursuz vahiydir (bu iddia, Kurandaki ifadelerden kesin olarak anlaşılmaktadır). Kuranın biçimi (okuma yazma bilmeyen bir peygamber tarafından yazıldığı varsayılan kafiyeli düzyazı) belki de içeriğinden daha çok vurgulanmaktadır. Edebi üstünlüğünün kitabı bir “mucize” haline getirdiği ve doğrudan Tanrı tarafından gönderildiğine kanıt teşkil ettiği söylenmektedir. Musa’nın doğa üstü ve İsa’nın şifa mucizelerinin karşısında, edebi bir mucizedir.
(f)
İncil Kuransal iddialarla sıklıkla çatıştığından Müslümanlar daha da ileri giderek mevcut İncil’in, tahrif edilerek değiştirilmiş olduğunu (örneğin Muhammede yönelik peygamberliklerin silinmesi gibi) ve artık güvenilmez olduğunu iddia ederler. Dahası, şekli ve tarzı teorik olarak “Tenzil” ile (Tanrı vahyi) uyuşmamaktadır (örneğin Eski Antlaşma Kitaplarının çoğunun, Müjdeler ve Elçilerin İşleri’nin tarih kitabı gibi oluşu).
- İncilsel Bakış ile Uyuşmazlıklar
(a)
İslamdaki vahiy ile Hıristiyanlıktaki vahiy kavramları birbirinden tamamen farklıdır. Buna rağmen, hem İslam hem de Hıristiyanlık vahyin sözlü ve kavramsal olduğundan bahsetmektedir. Bu farklılıklar sonuçta Tanrı ve dünya ile ilişkisi hakkındaki farklı kavramlardan kaynaklanmaktadır. Tanrı’nın mutlak yüce ve kişilik dışı olduğunu söyleyen İslami bakışta, mümkün olan tek vahiy türü yüce bilginin “yukarıdan”, “aşağıya” insan seviyesine inmesidir. Bunu “Bilinçüstü Vahiy” olarak adlandırabiliriz. Gerçekte İslam “vahiy” ve “esinleme” arasında bir ayrım yapmaz. Müslümanlar genellikle bu iki terimi birbirinin yerine kullanır. Tanrı’nın Kendisini esinlemesi fikri İslam’da yer bulmaz. Bu, O’nun yüceliği ile çelişmektedir. Aslında Müslümanlar Tanrı’nın Kendisini açıklamasını şiddetle redderler.
İncilsel öğretide, tam tersi olarak, Tanrı’nın kişisel olarak tarihte etkin olduğu, hatta o kadar ki İsa Mesih kişiliğinde beden alarak oldukça dikkate değer bir tarihsel olay gerçekleştirdiği mevcuttur. Böylece tarih, Tanrı’nın kendisini esinlediği (açıkladığı) ilk araçtır. Bu şekildeki ikinci araç, dildir. İncilsel İlahiyat esinleme sürecindeki iki aşamayı birbirinden ayırır: İlk olarak tarih içerisinde Tanrısal hareket vardır – özellikle Tanrı’nın beden alışında – ve ardından kutsalların Tanrı tarafından esinlenerek olayları Kutsal Metinlerde hatasız olarak kaydetmesi ve yorumlaması gelir. Vahyin kaleme alınışı, İslamdaki gibi bir “yukarıdan aşağıya” inişi
gerektirmemektedir, fakat her ne kadar kaynağı ve nedeni tarihin kendisinden yüce olsa da, büsbütün tarihten meydana gelmektedir. Kutsal Kitap, Müjdenin bildirilmesidir, fakat bu Tenzil anlamında değildir. Daha çok, Tanrı’nın tarihteki Kendini-Açıklayıcı eylemlerinin Kutsal Ruh’un esiniyle yazılması ve açıklanmasıdır. Aslında, tarihsel esinleme ve Metinsel esinleme ayrılmaz ve birdir. Bunu Bilinçüstü Vahiy’den ayırmak için, “Tarihsel-Esinsel Vahiy” terimi ile adlandırabiliriz. Bu iki vahiy kavramı, her ikisi de vahiy süreci ile ilgili olmasına rağmen kökten farklıdır.
(b)
Kutsal Kitap’ta kullanılan terimler İslam’da tamamen farklı anlamlara sahiptir (örneğin dua, günah, doğruluk gibi). Kutsal Kitap’taki kişilerin hikayeleri ve olaylar Kuranda doğruluğu kabul edilmeyen (apokrif dışı) ve değiştirilmiş eklemelerle yer almaktadır.
(c)
Üçlü Birlik, İsa’nın Tanrılığı ve Ölümü gibi temel Kutsal Kitap öğretileri yanlış yorumlanmış ve kesinlikle reddedilmiştir.
(d)
Kutsal Kitap’ın İslami yorumları. “Hıristiyan potansiyeli” taşıyan Kuran ayetlerini Hıristiyan yorumları yükleyerek okumaya çalışan eski metoda karşılık olarak, Müslüman yazarlar Kutsal Kitap’ın İslami bir yorumunu geliştirdiler. Metinleri İslami açıdan yorumladılar ve İslami olarak yorumlayamacakları ifadeleri yerine çağdaş Kutsal Kitap eleştirilerinde yer alan ifadeleri kullandılar.
- Sonuçlar.
(a)
Müslümanlar, Kutsal Kitap’ı okumaya ihtiyaç duymazlar. Çünkü Kutsal Kitap’taki herşeyi içeren son ve tüm bilgiye sahip olduklarını düşünürler (Kuran sayesinde). Eğer okumaları gerekirse de, Kuran ile karşılaştırıp, Kurana göre yargıda bulunurlar. Yeni bir Hıristiyan Kutsal Kitap’a genellikle İslami önyargıları ve varsayımları ile ve Kurandan öğrendikleri ile yaklaşır. Bazen, aradaki karşıtlıklar nedeni ile zorluklar yaşar. Bununla birlikte, çoğu zaman Kutsal Kitap’a İslami anlamlar ve yorumlar yükler. Kutsal Kitap’ın biçimi ile ilgili problemler yaşayabilir.
(b)
İncilsel Yaklaşım. Yeni Hıristiyanları doğru bir yaklaşıma ve Kutsal Kitap anlayışına yönlendirirken, kişinin öncelikle Kutsal Kitap’ın Tanrı görüşü konusunda sağlam bir temel kurması, ardından Kutsal Kitap öğretilerini sunması ve aynı zamanda akılları bilinçli bir şekilde yanıltıcı ve yanlış İslami anlayışlardan temizlesi gerekir. Kutsal Kitap “tenzil” değildir – başka bir dini yasadır- fakat esinlenmiş olarak Tanrı’nın Kendini Açıklayışıdır. Dahası, hiçkimse dini bir yasayı uygulayarak kurtulamaz. Yeni Antlaşma, Eski Antlaşmayı hükümsüz kılmaz fakat Eski Antlaşma’da bildirilen ve O’nu tek başına anlaşılabilir kılan Mesih’i anlatarak tamamlar. Çünkü Eski ve Yeni Antlaşma Tanrı’nın kurtarış öyküsünü bildirir ve Tanrı’nın son ve tam Sözü’dür, bizim yanılmaz iman ve uygulama rehberimizdir.
Savunma ilahiyatımızın öngördüğü gibi, bilinçüstü ve tarih-dışı doğasının tartışılmaz oluşu Tenzil’i doğrulanamaz kılmaktadır. Müslümanların Kuranın gerçek vahiy olduğunu kanıtlamak için kullandıkları bütün ifadeler dairesel ifadelerdir; kendini tekrarlar. Kanıtlamaya çalıştıkları iddianın doğruluğunu varsayarak anlatıma başlarlar. Bu, Tenzil vahyinin doğruluğunu kuşkulu kılar. Bunun tam tersi olarak, İncilsel vahyin en güçlü noktası tarihsel doğası değil midir? Evet, bu nokta konuyu tarihsel eleştiri ve “tarihin değiştirilmesi” durumuna getirir ve savunma görevini daha zor ve karışık kılar. Fakat aynı zamanda, İncilsel vahyin tarihe ayrılamaz biçimde bağlı olduğu gerçeği, Kutsal Ruh’un ikna edici tanıklığı ile birlikte Kutsal Yazıları kendi kendini doğrular kılmaktadır.
- İSLAMIN TOPLUM VE KİLİSE GÖRÜŞÜ
- Temel İslam Kavramları.
(a)
İslamın Ümmet (Ulus, halk) İdeali. İslamda dini topluluk dini-siyasal olarak dikkate alınır ve belirli bir kültürel gelenek ve dile bağlanır. Bu düzende, Müslümanlar Şeriata göre kurulan ve yönetilen dini ve siyasal (teokratik) bir topluluk olan İslami bir Ümmeti oluşturmaktadır. Müslümanın aklındaki din kavramı, bu yüzden temel olarak milliyete, politik ve kültürel yakınlığa dayanmaktadır. Her ne kadar, İslam dünyası aslında birçok bağımsız ülkeye bölünmüşse de, Tek İslam Ümmeti (kabaca Arap Ümmeti) kavramı halen erişilmesi gereken parlak bir ideal olarak görülmektedir. Bu yüzden “Hıristiyan”, “Yahudi” gibi diğer din grupları da dini-siyasal topluluklar olarak görülmektedir. İslami yasa ile yönetilen İslami bir devlet idealini gerçekleştirmek için, İslam ülkelerindeki Yahudi ve Hıristiyan azınlıklardan devlet içinde ayrı millet sistemleri oluşturuldu (örneğin üyeleri sadece ikinci dereceden vatandaşlık konumuna sahip olabilen “ahl al-dhimma” toplulukları gibi) ve kendi dini önderlerinin yönetiminde, sınırlı biçimde kendilerini yönetme imkanı verildi. Müslümanların düşüncesine göre, sonradan Hıristiyanlığı seçenler ve Batı tipi tüzüklere bile sahip olsalar İslam ülkelerindeki kiliseler ile ilgili olarak bu düzenleme kesindir.
(b)
İslami kanunlara göre yönetilen Ümmetin üstünlüğü kavramı. Müslümanlar, bir ulusa İslami kanunların uygulanmasının bu ulusu diğerlerinin üzerinde yücelteğine inanırlar. Doğru düşünmenin ve doğru eylemlerin (kanunda tanımlandığı gibi) bireylerin ahlaksal karakterlerini arındıracağını düşünürler. Dini yasaya uygun dini, politik ve sosyal davranışlar, toplumun Tanrı tarafından kayırılmasına neden olur. Böylece Şeriata göre yönetilen ulusun diğer toplumlardan üstün olacağı düşünülür, çünkü böyle mükemmel yasaya sahip başka bir din yoktur.
- İncilin Toplum ve Kilise düşüncesi ile uyuşmazlıklar
(a)
Müslümanlar Hıristiyanlığın özel bir dini ve politik topluluk olduğunu düşünürler.
İncildeki kilise kavramı bu düşünceden tamamen farklıdır.İncil’de kilise apolitik, kültür üstü, ruhsal olarak görülür. Ne var ki, İslam’ın hatalı kilise kavramı geçmişte Hıristiyanlığı isteyerek Batı medeniyeti ile tanımlayan ve modern çağlarda da kiliseyi ruhsal bir kurum yerine sosyal adaleti getirecek bir tür dünyevi kurum olarak düşünen Hıristiyanlar ve misyonerler tarafından çoğu kez güçlendirilmiştir.
İslamdaki gibi, bazı ilahiyatçılar ve misyonerler tarafından desteklenen bu modern kilise görüşü de İncil’e aykırı ve iyimser bir insani görüştür.
(b)
Müslümanların Kiliseyi İslamdan aşağı seviyede görüşü. İslama göre, toplum için temel olarak Şeriat ile başka hiçbir dini yasa karşılaştırılamaz.
(c)
Müslümanlar Hıristiyanlıktaki uygulamaları, İslamdakileri yorumladıkları gibi “esrarengiz” olarak yorumlarlar. Vaftiz ve Rab’bin Sofrası törenleri, kişiyi Hıristiyan yapan kutsal uygulamalar olarak görülür. Bazıları, Rab’bin Sofrasını,Hıristiyan olmak için tekrarlaması gereken bir “şifre” gibi kabul eder (kişinin Müslüman olmak için tekrarladığı “şehadet” gibi)
- Sonuçlar ve Hıristiyanlığın Yaklaşımları
İslamdaki “Ümmet” idealinde yine insanın günahlılığını gizleme çabasının diğer bir yüzünü görmekteyiz. İslam, varlığını korumak amacı ile, yasaya uygun davranmanın insanı bir zerre bile yüceltemeyeceği gerçeğini kabul etmemektedir.
İnanç ve kültür arasında böylesi bir ilişki anlayışı, beklentileri hiçbir dini topluluğun yerine getiremeyeceği biçimde arttırmakta ve sonuç olarak daha başka yanılsamalara ve haksızlıklara neden olmaktadır. Bu anlayışlar İslam’dan Hıristiyanlığa geçmiş kişilerin oluşturduğu yerli kiliselerin İslam toplumunda köklenmesini ve toplumla sağlıklı ilişkiler kurmasını daha güç hale getirmektedir. İslamdaki Ümmet anlayışı, Hıristiyanların azınlık toplulukları olarak görülmesine ve toplumdan ayrılmasına yol açmaktadır.
Bu nedenle görevimiz, mükemmel dini yasa ve mükemmel dini topluluk olmadığını, herkesin kurtarılışa ihtiyacı olduğunu göstermektir. Tanrı’nın dünyada üstün bir teokratik toplum kurma amacının olmadığını, Mesih’in ikinci gelişinde araya girmesine dek mükemmel toplumun olamayacağını Kutsal Yazılar’dan göstermemiz gerekmektedir. O’nun amacının apolitik, birlikteliği kültür üstü seviyede Mesih’e imana dayanan, tövbe etmiş ve Mesih’e iman ile Tanrı ile barışmış ve Kutsal Ruh tarafından ruhsal olarak yıkanmış bir topluluk yaratmaktır. Toplumda ancak bireylerin tövbe etmesi, Tanrı ile barışması ve yenilenmesi ile insan ilişkileri için verimli ve derin bir gelişim umudu sözkonusu olabilir. Bununla birlikte, mükemmel adalet yalnızca Mesih’in yeryüzüne ikinci gelişi ile sağlanacaktır. Bu yüzden Hıristiyanlar toplumdaki adaletsiz düzeni değiştirmeye çalışırken, çabalarının köklü bir değişim getireceği gibi bir yanılgıya düşmemelidir. Bu, ancak Mesih’in ikinci gelişinde sağlanacaktır.
- İSLAMIN MELEKLER VE ŞEYTAN HAKKINDAKİ GÖRÜŞLERİ
Temel İslami inançlar ve uygulamalar
(a)
Müslüman, varoluş hiyerarşisine göre Allah ve insan arasında bulunan doğaüstü varlıklar ve güçlerle dolu bir ortamda yaşar.
(b)
Melekler İncil’de görüldüğü kadarıyla, inananlara yardım eden varlıklar olarak tanımlanır (İbraniler 2:14). Bununla birlikte, İslamın melekler hakkındaki öğretisi oldukça ayrıntılıdır; bir çok meleğin adları mevcuttur ve görevleri tanımlanmıştır (2:97,98,102; 35:1; 82:10-12 gibi).
(c)
Müslümanlar, Tanrı’ya isyan eden ve insanların yüreklerine kötü fikirler fısıldayan kötü melek Şeytan ya da İblisten korkarlar. Ayrıca melekler ve insan arasında yeralan kötü ruhlu varlıklar olan cinlerden de korkarlar. Dindar bir müslümanın onlara karşı gelmek için temel yöntemi “Allah’a sığınırım” demek ve Allah’ın adını tekrarlamaktır (zikir). Kötü güçleri kovmak için tekrarlanan bu eylem, zafer kazanmak için ilahi güce yalvarıştan çok “sihirli bir formule” güvenmeyi tasvir eder (15:26-43; 114:1-6).
(d)
Müslümanların çoğu “kötü göz”den korkarlar. Bu, bazı insanların diğerlerine zarar verebilecek doğaüstü güce sahip gözlere sahip olduğu yönünde bir inançtır. Doğaüstü veya diğer insanlardan üstün güçler edinmek için birçoğu büyüye başvurur.
- Sonuçlar ve özet.
Tanrı’nın yakın varlığından ve yardımından yoksun olan mutlak yücelik öğretisi nedeniyle, Müslümanlar kendilerini etraflarında bulunduklarını düşündükleri doğaüstü varklıkla ve güçlere bağımlı görürler. “Allah’a sığınırım” demelerine ve Allah’ın adını tekrarlamalarına rağmen, kendilerini bu kötü güçlere karşı zaferli kılacak ilahi gücün bilincinde değildirler. İslamın kesinlikle yasaklamasına rağmen, bazıları büyücülükle uğraşır. Bu durumda, en büyük sorumluluğumuz Mesih’in ölümü ve dirilişi ile Şeytan’ı ve tüm kötü güçleri yendiğini; insanın Mesih’teki güç ile tüm bu kötü güçlerin (Şeytan, büyü, cinler vs) üstesinden gelebileceğini ve böylece Mesih’in ismiyle Şeytan’a karşı koyabileceğini bildirmektir.
- İSLAMIN SON GÜNLER HAKKINDAKİ ÖĞRETİSİ
- Temel İslami Kavramlar
(a)
Sonu günü belirten işaretler: Son günden önce, Mesih Karşıtının (Deccal) geleceğine ve inancın bozulacağına inanılır. Ardından, İsa yeryüzüne dönecek, Mesih Karşıtını öldürecek ve inancı (İslam) tekrar sağlayacaktır.
(b)
Diriliş: İlk borazan sesinin duyulmasıyla yaşayan her varlık ölecek ve bir süre sonra ikinci borazan sesiyle tümü dirilerek yargı yerine gelecektir (Sure 39:68).
(c)
Yargı: Allah tüm bireyleri sorgulayacak, herbiri Allah’ın kitabına göre yargılanacaktır. Kişinin iyi işleri ve kötü işleri tartılacak; yasaya göre doğru olanları yapanlar Sırat köprüsünü geçecek ve kötü olanları yapanlar bu köprüden ateşe düşecektir.
(d)
Cennet Bahçesi, temel olarak Ademin kovulduğu Aden Bahçesini ifade etmektedir. Fiziksel ve tensel bir cennettir. İnananlar orada, bu yaşamdaki fiziksel varlıklarının sonsuz şeklini tadacaktır.
(e)
Cehennem, bu yaşamdaki en kötü fiziksel dehşetlerin daha da fazlasını ifade eder. Orada, Allah’a inanmayanlar veya O’nun isteklerini yapmayanlar sonsuza dek fiziksel acı çekecektir. İnananlar ateşe düşse bile, Muhammed’in aracılığıyla serbest bırakılacaklar ve cennete gideceklerdir.
- İncilin Bakış Açısı ile Uyuşmazlıklar
(a)
Mesih’in İkinci Gelişi nin önemi, İslamın Mesih anlayışı ile orantılı olarak azaltılmıştır. Mesih anahtar figür omak yerine yalnızca sonun bir işaretidir. Kutsal Kitap’ta, Mesih’in gelişi Tanrılığını açıklamakta ve tarihteki eşsiz aracılığı sonsuz adalet ve doğruluğu sağlamaktadır. İslami anlayışta gerçek adalet ve doğruluk İslamın yasasının tamamen uygulanması ile gerçekleşmektedir. Bu nedenle, dünyanın sonunda ilahi bir müdahale gerekmemektedir.
(b)
Diriliş ve Cennet de aynı şekilde, Kutsal Kitap’takinden farklı olarak görülmektedir. Kutsal Kitapta, İsa’nın ödediği bedel ile kurtulanların dirilişi fiziksel olduğu kadar ahlaksal bir değişim de içermektedir. Kurtuluş, kurtarılan kişinin günahtan, ahlaki bozulmuşluktan arınmış ve sonsuza dek Mesih ile yaşayacak şekil değiştirmiş bir beden alışıyla tamamlanmaktadır. Bu, Hıristiyanın ümidinin ve beklentisinin bir parçasıdır. İslamda böyle şekil değiştirmiş bir biçimde varolma beklentisi bulunmamaktadır. İslamın insan anlayışı, insanın günahtan kurtulmasına olan ihtiyacı kabul etmez. Dahası, insanın temel ihtiyacının toplumda dini yasanın uygulanması ile yeterince karşılanacağına inanır. Bu yüzden, Kutsal Kitap’ta açıklandığı gibi köklü bir değişim umulmamaktadır. Müslüman için Cennet, sonsuz oluşu haricinde esasen bu dünyadaki yaşam gibidir.
(c)
Yargı ile ilgili düşünceler de oldukça farklıdır. İslamda, insanlar dünyada yaptıkları iyi işlerin ağır gelmesine göre cennete ya da kötü işlerin ağır gelmesine göre cehenneme hak kazanırlar. Bu düşünce, İslamdaki insanın erdem kazanabilme anlayışı ile bağdaşmaktadır. Kutsal Kitap’ta ise, insanın işleriyle yargılanması halinde Tanrı’nın kusursuz itaat gerektiren düzenine göre kaçınılmaz olarak suçlu bulunacak ve hiçbir hatası bağışlanmayacaktır. İnsanın tek umudu tövbe edip, Tanrı’nın Mesih’te ödediği kefareti kabul etmede ve bu kurtuluş teminatını yaşamına alarak, bu şekilde Tanrı’nın yargısına önceden uğrayarak son yargıdan muaf olmaktadır.
- Sonuçlar ve Özet
Açıktır ki, İslamın ahiret görüşü, kendi insan ve din anlayışı ile yakından ilgilidir. İslam insan ve Tanrı hakkındaki gerçeği reddetmesi nedeniyle, Tanrısal müdahaleye ve insanın kökten yenilenmesine olan ihtiyacı tasavvur edemez. Müslüman, sonraki yaşam ile ilgili bir garantiye sahip olmadan, gönül rahatlığı içerisindedir ve Mesih’i reddeder.
Sonradan iman etmiş bir kişi, bu düşüncelerin çoğuna farkında olmasa da sahiptir. Bu yüzden görevimiz, kişiyi Kutsal Kitap’ta açıklanan insan hakkındaki gerçeğe tamamen getirmek ve insanın tek ümidi olarak (sadece kendi kurtuluşunu sağlayan kişi olarak değil, aynı zamanda evrensel doğruluk ve adaleti getirecek kişi olarak) Mesih’i görmesini sağlamaktır.
SONUÇ:
Kısaca; Kutsal Yazıların ışığında, İslam insanın Tanrı’nın genel vahyi sayesinde sahip olduğu bilgiyi, O’nun insandan istediklerini, insanın suçunu ve kendini kurtarma konusundaki acizliğini bastırarak gizleyen bir tavır göstermektedir. Gerçeği bastırmanın yanında, İslam aynı zamanda Kutsal Kitap vahyinin bir çok konusunu reddetmiş veya köklü biçimde farklılaştırarak yorumlamıştır. Ayrıca Gerçeğin yerine, Tanrı’nın mutlak yüceliğini onaylayan ve mükemmel insan ve toplumu yaratacak Yüce Vahiy’i anlatan humanistik bir düşünce sistemi getirmiştir. Bu da, gerçekte Tanrı’ya isyan olan bu düşüncenin aslını, Tanrı’nın Rab ve Mesih olan İsa ile ilan edilmiş olan lütfunun ve müjdesinin duyurulması sayesinde sevgiyle ortaya çıkaracak yeni bir savunma ilahiyatını gerektirmektedir.
Upper Darby, Pennsylvania
___________________________________________________________________________________
Originally published in Westminster Theological Journal, Vol. 42, No. 2 (Spring 1980), pp. 335-366, and subsequently in the book, Discipleship in Islamic Society, by Samuel P. Schlorff (Marseille, ERB, 1981, pages 13-39), obtainable from Middle East Resources, P.O. Box 96, Upper Darby, PA 19082. Reproduced by permission of Middle East Resources.