Olumsuz belirtiler ya da Tanrı’nın Ruhundan olmayan işleyişin kanıtlarını sınamak için bakacağımız belirtiler nelerdir?
1.1 Çok sıra dışı ya da olağanüstü bir şekilde devam eden bir etkinlik, ne denli farklılık ve çeşitlilik gösterirse göstersin, yine de Kutsal Yazıların kuralları dahilinde anlaşılabilir. Kilisenin alışık olduğu şeyler bizim sınamak için kullanabileceğimiz bir ilke değildir. Çünkü Tanrı’nın işleyişinin yeni ve olağanüstü şekilleri olabilir. Tanrı yepyeni şeyler, tuhaf işler gerçekleştirip bunlarla hem insanları hem de melekleri hayrete düşürmüştür
Tanrı’nın geçmiş zamanlarda böyle çalışmış olmasına bakarak yine bu şekilde çalışacağını düşünmememiz için hiçbir neden yoktur. Kutsal Yazılardaki peygamberlikler, Tanrı’nın daha önce hiç görmediğimiz şeyler yapacağını düşünmemiz için bize neden verir. Şimdiye kadar alışık olduğumuz şeylerden büyük bir sapma olması, Tanrı’nın yazılı kuralından sapma olmadığı sürece işleyişin O’nun Ruhundan olmadığına dair bir iddia oluşturmaz. Kutsal Ruh, işleyişi üzerinde mutlak yetkilidir ve işlev görürken büyük bir çeşitliliği kullandığını biliyoruz. Kendisinin belirlediği kurallar içerisinde ne denli büyük bir çeşitliliği kullanacağını biz söyleyemeyiz. Tanrı’nın kendisini kısıtlamadığı bir yerde biz de O’nu kısıtlamamalıyız.
Bu nedenle, insanların zihni fazlaca kurcalanıyor diye bir etkinliğin Tanrı’nın Kutsal Ruhundan olmadığı sonucuna varmak makul olmaz. Eğer bu işleyiş günahın ölümcül doğasına dair olağanüstü bir yargı uyandırıyor, Mesih’ten yoksun olmanın sefaletini çarpıcı bir şekilde ortaya koyuyor, Tanrı yolunun yüceliğine ve kesinliğine muazzam bir şekilde işaret ediyor, insanlarda derin bir korku, keder, arzu, sevgi ya da sevinç yaratıyor, söz konusu değişim son derece ani ve olağanüstü hızla gerçekleşiyor, büyük bir kısmı gençlerden oluşan çok sayıda insan etkileniyor, nadir görülen gelişmeler yaşanıyor ve bunlar Kutsal Ruh’un işleyişine dair Kutsal Yazılar’ın öngördüğü belirtileri ihlal etmiyorsa, işleyişin Tanrı’nın Ruhundan gelmediğine dair bir iddia oluşturamaz. Eğer etkinliğin doğası Kutsal Yazılarda belirtilen ilkelere ve belirtilere uyumluysa, o zaman olağanüstü, alışılmadık hali ve işleyişinin gücü lehte bir durumdur. Çünkü doğası ilkeye ne kadar yüksek düzeyde uyumluysa, ilkeye o denli çok uyuyor demektir ve uygunluk da o denli çok belirgindir. Küçük düzeydeki olaylar, ilkeye uyumlu gibi görünse dahi, doğalarının uyup uymadığı pek kolayca görülmez.
İnsanların tuhaf şeylerden kuşkulanmaya yönelik büyük bir eğilimi vardır. Özellikle yaşlı insanlar, kendi günlerinde alışık olmadıkları, bizzat hiç duymadıkları ve babalarının günlerinde dahi duyulmamış olan şeyleri doğru bulmazlar. Ancak bir etkinliğin, hiç alışılmadık olduğu için Tanrı’nın Ruhundan olmadığını söylemek iyi bir iddiaysa, o zaman elçilerin günlerinde de böyleydi. O günlerde Kutsal Ruh, dünya kurulalı beri birçok açıdan hiç duyulmadık ve görülmedik yepyeni işler yapıyordu. Bu işler hiç olmadığı kadar görsel ve güçlü bir şekilde gerçekleşiyordu. Tanrı’nın Ruhunun bu denli güçlü ve harika işleri, büyük kalabalıklarda ani değişiklikler, büyük bir ilgi ve heves uyandırıyor, kasabalar, şehirler ve ülkeler ansızın değişiyor, süratli ve yaygın bir işleyiş gösteren bu etkinliğe olağanüstü olaylar eşlik ediyordu. Etkinliğin büyük olağanüstülüğü Yahudileri şaşırtmıştı. Bunu nasıl karşılayacaklarını bilmiyorlar ama Tanrı’dan geldiğine inanamıyorlardı. Elçilerin İşleri 2:13, 26:24 ve 1. Korintliler 4:10’da görebileceğiniz gibi, birçokları o etkinliğe maruz kalan insanların akıldan yoksun olduğunu düşünüyordu.
Kutsal Yazılardaki peygamberliğe bakarak dünyanın son çağlarında Tanrı’nın Ruhunun son ve en büyük dökülüşünün başlamasıyla, etkinliğin daha önce hiç görülmemiş boyutlarda, son derece olağanüstü olacağını varsayacak ve Yeşaya 66:8’deki sözleri söyleyecek nedenimiz var: “Kim böyle bir şey duydu? Kim böyle şeyler gördü? Bir ülke bir günde doğar mı, Bir anda doğar mı bir ulus? Ama Siyon, ağrısı tutar tutmaz çocuklarını doğurdu.” Etkinliğin olağanüstü doğasının, son derece olağanüstü olaylar yaratacağını ve Tanrı’nın dünya üzerinde yüce bir değişim gerçekleştireceğini beklemek makul olur.
1.2 Bir etkinlik insanların bedenlerindeki belirtilere, yani gözyaşlarına, titremelere, iniltilere, yüksek çığlıklara, bedenin sancılarına ya da bedenin güçten düşmesine bakılarak sınanmaz. Kutsal Yazılar bize bu konuda herhangi bir kural vermediği için insanların yaşadığı bedensel etkilerle ilgili öyle ya da böyle hüküm veremeyiz. İnsanların bedenlerinde bu tür belirtiler gördüğümüz için onların Gerçeğin Ruhunun etkisi altında olduğu sonucuna varamayız, çünkü Gerçeğin Ruhunun sağladığı sınama ilkelerinden birisi bu değildir. Öte yandan, Kutsal Yazılar bize bedenin belirtilerine bakarak ruhları sınamak için bir ilke vermediğinden, insanların yaşadığı bu tür dışsal belirtilerin Tanrı’nın Ruhundan kaynaklanmadığı sonucuna varmak için de herhangi bir nedenimiz yoktur. Tanrısal ve sonsuz unsurların doğasını, insanın doğasını, can ile bedenin birliğinin yasalarını dikkate alarak doğru bir belirtinin, gerçek ve uygun bir şekilde beden üzerinde kuvvetin tükenmesi, kıvranmalar, çığlıklar gibi en olağanüstü türden etkilere yol açıp açamayacağını söyleyemeyiz. Cehennemin sefaletinin hiç kuşkusuz son derece korkunç, sonsuzluğun da son derece engin olduğunu bilerek bir insanın bu sefaleti net bir şekilde kavradığında, üstelik bunun tehlikesi altında olduğunu ve oraya düşmeyeceğine dair herhangi bir güvencesi olmadığını düşündüğünde, zayıf bünyesinin bunu hiçbir şekilde kaldıramayacağını tahmin edebiliriz. İnsan doğasını düşündüğümüzde, insanlar bu denli korkutucu bir gerçekliği algıladıklarında, aynı zamanda kendi kötülüklerinin ve Tanrı’nın gazabının farkına vardıklarında kendilerini ani ve hızlı bir yıkımın beklediğini zannederler. İnsan doğası, kendisinin korkunç bir felakete karşı tehlikede olduğunu bildiği zaman onun hemen geldiğini düşünmeye hazırdır. İnsanların yürekleri savaş zamanında korkuyla dolu olduğunda, yaprak düşse titrer. Her an düşmanla karşılaşmaya ve öldürülmeye hazır hissederler. Bir insan alev alev yanan büyük bir uçurumun kenarında, ağırlığını kaldıramayacak kadar zayıf bir ipe asılı durduğunu gördüğünde ve büyük kitlelerin kendisinden önce aynı durumda olduğunu, çoğunun düşüp mahvolduğunu ve etrafta tutunabileceği hiçbir şeyi olmadığını bildiğinde ne büyük bir dehşet yaşar! İpin her an kopacağını ve korkunç alevler tarafından ansızın yutulacağını bilir! Böyle bir durumda olan kişi feryat etmez mi? Kendilerini sonsuz, sınırsız derecede daha korkunç olan bir uçurumun kenarında asılı bulan ve gazapla dolu olan Tanrı’nın elini gören kişilerin hali ne denli daha haraptır! Tanrı’nın gazabının küçük bir kısmı göründüğü zaman dahi insanın kuvvetinin tükenmesine şaşmamalı!
O halde Rab İsa Mesih’in yüce ihtişamını, canını feda eden harika sevgisini, gerçek ruhsal sevgiyi ve sevinci yaşamak insanın bedensel kuvvetini tüketebilir. İnsanın Tanrı’yı görüp hayatta kalamayacağını hepimiz kabul ederiz ama kutsalların Gök’te tanık oldukları Mesih’in yüceliğinin ve sevgisinin küçük bir kısmını bile yaşamak şimdiki bedenimizin dayanabileceğinden fazladır. Bu yüzden Tanrı’nın bazen kutsalların bedensel gücünü azaltma pahasına Cennet’i tatmalarına izin vermesi hiç de tuhaf değildir. Eğer Süleyman’ın görkemini görmeye gelen Saba kraliçesinin bedensel kuvvetini yitirip kendinden geçmesi anlaşılabilirse, dünyanın uçlarından toplanıp bir araya getirilen, yabancı ve garip, günahlı ve sefil bir haldeyken kurtarılan Saba kraliçesinin işaret ettiği Kilisenin, Süleyman’ın işaret ettiği Mesih’in yüceliğini gördüğü zaman kendinden geçmesi de anlaşılabilir. Mesih’in son çağda yeryüzünde kuracağı esenlikle dolu, bayındır ve yüce egemenliği gördüğü zaman çok daha fazlası olacaktır.
Bazı insanlar, bu tür olağanüstü belirtilere itirazda bulunabilir. Bunların Kutsal Ruh’un muazzam etkisiyle gerçekleştiğine dair İncil’de kaydedilmiş hiçbir örnek olmadığını öne sürebilir. Eğer akıl ya da Kutsal Yazıların herhangi bir kuralı, özellikle biraz önce sözünü ettiğimiz şeyler dikkate alınarak bunları reddetmiyorsa, ben de bu itirazın hiçbir etkisi olduğunu düşünmem. İncil’de bir kişinin ağladığından, inlediğinden ya da cehennem korkusu ve Tanrı’nın gazabıyla iç çektiğinden açıkça söz edilir mi bilmem, ama bu belirtilerin sergilendiği kişilerin inançlarının Tanrı’nın Ruhundan gelmediğini iddia edecek kadar akılsız kimse var mıdır? Böyle bir iddiada bulunmamamızın nedeni, insanın doğası, Kutsal Yazıların sonsuz gerçeklerin doğasıyla ilgili genel öğretişleri ve Tanrı’nın Ruhunun hükümlerinin doğasıyla ilgili bilgilerimize bakarak bunların kolaylıkla anlaşılır olmasıdır. Dolayısıyla bu tür dışsal ve ikincil belirtilerle ilgili bir şey söylenmesine gerek yoktur. Kimse zihnin içsel hareketlerinin dışsal ve gelip geçici her belirtisi için Kutsal Yazılar’ın açık desteğine ihtiyaç duyduğumuzu düşünmez. Bu tür belirtiler kutsal tarihte özellikle kayıtlı olmasa dahi, sahip olduğumuz genel kayıtlara göre o günlerde bunların görülmediği söylenemez. Kutsal Ruh’un böyle büyük dökülüşüyle birlikte insanların bedenlerinde olağanüstü belirtiler olduğunu düşünmek için nedenimiz var. Özellikle zindancının, büyük bir şaşkınlık ve ıstırap içerisinde titreyerek gelip Pavlus ve Silas’ın önünde yere kapanması böyle bir örnek olabilir. O anda yere kapanması, Pavlus ve Silas’a alçakgönüllülük göstererek ricada bulunma pozisyonu gibi görünmüyor, çünkü onlara henüz bir şey söylemiş değildir. Onları ilk önce dışarı çıkarır ve daha sonra “Efendiler, kurtulmak için ne yapmam gerekir?” diye sorar (Elçilerin İşleri 16:29 ve 30). Zindancının yere kapanması, titremesiyle aynı nedene dayanır gibi görünmektedir. Mezmurcu, Mez. 32:3-4 ayetlerinde yüksek sesle feryat ettiğini, günahın yarattığı suçluluk duygusu ve vicdan azabı nedeniyle bedeninde büyük zayıflık duyduğunu ifade eder: “Sustuğum sürece Kemiklerim eridi, Gün boyu inlemekten. Çünkü gece gündüz Elin üzerimde ağırlaştı. Dermanım tükendi yaz sıcağında gibi.” En azından günahın yargısının böyle bir etkisinin olabileceği sonucuna varmamız mümkündür. Eğer belirtilerin abartılı olduğunu öne sürecek olursak, mezmurcunun hiç de saçma sayılan bir konuda yakınmadığını kabul etmeliyiz. Matta 14:26’da öğrenciler İsa Mesih’in kendilerine fırtınada yaklaştığını gördükleri zaman O’nu korkutucu bir düşman sanarak tehdit altında hissettiler ve bağrıştılar. Bu durumda sonsuz sefaletin dipsiz çukuruna düşmek üzere olduklarını gören kişilere Tanrı göründüğü zaman onların korkudan bağırdıklarını düşünmek neden tuhaf olsun? Mesih’in sevgisinin etkisi altında kalan eş, tekrar ve tekrar dermanının tükendiğini ve bayılma noktasına geldiğini söyler. (Ezg. 2:5) “Güçlendirin beni üzüm pestiliyle, Canlandırın elmayla, Çünkü aşk hastasıyım ben”. Yine 5:8’de “Size ant içiriyorum, ey Yeruşalim kızları! Eğer sevgilimi bulursanız, Söyleyin ona, aşk hastasıyım ben.” O halde, en azından bazı durumlarda bu nedenle kutsallarda ve Mesih’in kilisesinde böyle bir etkinin oluşabileceğini iddiasında bulunabiliriz.
Heyecanlı insanların hislerinin, bedenleri üzerinde büyük bir etkisi olduğunu öne sürmek zayıf bir itiraz olur. Quakerlerin titremesine bakılarak, Saul’un, daha sonra Pavlus’un ve zindancının gerçek vicdani kanaatlerden ötürü titremedikleri iddia edilemez. Aslında, beden üzerindeki belirtilerle ilgili bütün bu itirazlar, ister büyük isterse küçük olsun, son derece anlamsız görünmektedir. Buradan yola çıkanlar karanlıkta hareket etmektedir, çünkü ne üzerinde yürüdükleri zemini ne de hangi kurallarla hüküm keseceklerini bilmemektedirler. Belirtilerin köküne ve sürecine bakılmalı, bunların etkileri ve eğilimleri kan ve hayvan ruhlarının hareketleriyle karşılaştırılarak değil Tanrı sözünün kuralına dayandırılarak incelenmelidir.
1.3 İnsanların zihinlerinde dinle ilgili büyük gürültüye neden olan bir etkinin Tanrı’nın Ruhunun işleyişi olmadığını iddia etmek mümkün değildir. Gerçek dinin, gösterişli ve insanların övgüsünü almaya odaklı olan Ferisilerin dininin doğasına karşıt olduğu doğrudur. Bununla birlikte, insan doğası gereğince zihinlerde güçlü bir etkileşim, ciddi bir kaygı ve genel bir faaliyet varsa, insanlar bundan çok etkilenir. Ruhsal ve sonsuz unsurlar o denli yüce ve o denli sınırsız öneme sahiptirler ki insanların bundan sadece ılımlı bir şekilde etkilenmeleri saçma olurdu. Bu unsurların önemiyle orantılı bir ölçüde etki altına girmelerinin Tanrı’nın Ruhuyla gerçekleşmediği iddia edilemez. Dünya kuruldu kurulalı, insanların genel olarak herhangi bir gelişmeden çok etkilenip de gürültüsüz ya da hareketsiz durdukları nerede görülmüştür!
İsa Mesih, Luka 17:20’de şöyle der: “Tanrı'nın Egemenliği göze görünür bir şekilde gelmez.” Bunun anlamı, Egemenliğin dışsal ve görülebilir olmadığıdır. Belli bir yerde, özellikle krallığın tahtını barındıran kraliyet kentinde dışsal gösterişle kurulan yeryüzü krallıkları gibi olmayacaktır. İsa Mesih’in sonraki sözcükleri bunu açıklar: İnsanlar da, 'İşte burada' ya da, 'İşte şurada' demeyecekler. Çünkü Tanrı'nın Egemenliği içinizdedir." Tanrı’nın Egemenliği, Şeytan’ın egemenliğinin yıkılmasıyla birlikte dünyada göze görülen, büyük bir etkiyle kurulacaktır. O zaman bütün dünyanın hayretle bakan gözleri önünde her şey büyük oranda değişecektir. Gerek İsa Mesih’in kendisi ve gerekse Kutsal Yazıların peygamberlikleri böyle bir etkiden söz eder. İsa Mesih şöyle bir önbildiride bulunur. Luka 17:24: “Şimşek çakıp göğü bir ucundan öbür ucuna dek nasıl aydınlatırsa, İnsanoğlu kendi gününde öyle olacaktır.” İsa Mesih’in kendi egemenliğini kurmak için gelişiyle sahte mesihlerin gelişi böyle ayırt edilecektir. Sahte mesihler çöllerde, gizli odalarda ortaya çıkarken kendisinin egemenliği herkese açık olacak, bütün dünyanın gözleri önünde gerçekleşecek, saklanması mümkün olmayan bir şimşek gibi göğün bir ucundan öbür ucunu aydınlatacaktır. İsa Mesih’in egemenliği, elçilerin günlerinde Kutsal Ruh’un olağanüstü dökülüşüyle geldiği zaman her yerde büyük bir hareketliliğe neden oldu. Ruh’un büyük etkisi Yeruşalim’de ne büyük bir karşıtlık doğurdu. Samiriye, Antakya, Efes, Korint ve diğer yerlerde de aynı şey geçerliydi. Dünya gürültüyle doldu ve bazı kişiler elçilerin dünyayı alt üst ettiğini bile söylediler. Elçilerin İşleri 17:6.
1.4. İnsanların zihinlerindeki bir etkinliğin, buna maruz kalan çoğu insanın hayal gücünde büyük bir etki yarattığı gerekçesiyle Tanrı’nın Ruhundan olmadığı iddia edilemez. İnsanların hayal güçlerinde çok sayıda etki olması, başka bir şey olmadığının kanıtı değildir. Aslında, birbirinden farklı karakterleri olan büyük bir kalabalık göze görülmeyen şeyler hakkında yoğun düşüncelere ve güçlü duygulara kapılmışsa, hayal güçlerinde bir şey yaşanmaması tuhaf olurdu. Göze görünmeyen şeyleri, bir miktar hayal gücü olmadan düşünemememiz bizim doğamızın gereğidir. Zihni çok iyi çalışan bir insana Tanrı’yı, Mesih’i ya da başka bir dünyaya ait şeyleri hayali fikirler olmadan derin düşünebiliyor mu diye sormak isterim. Zihin ne kadar etkin olursa, duygu ve düşünce ne denli yoğun olursa, hayal edilenler de özellikle şaşkınlık unsuru varsa o denli canlı ve güçlü olacaktır. Zihinsel etki yeni olduğu zaman ve korku ya da sevinç gibi hislere güçlü bir şekilde hâkim olduğu zaman yaşanan şey budur. Zihnin durumu ve görüşleri, bir uçtan öteki uca, örneğin çok korkulu bir durumdan çok keyifli ve zevkli bir duruma geçtiğinde de böyle şeyler yaşanır. Birçok kişinin düşünsel ve ruhsal olan şeylerle hayali şeyler arasındaki farkı ayırt edememelerine, hayali şeylere daha büyük bir ağırlık vererek tecrübelerini tanımlarken bunlardan söz etmeye daha hazırlıklı olmalarına şaşırmamak gerekir. Ayırt etme ve kavrama becerileri daha zayıf olan insanlar için bu daha çok geçerlidir.
Tanrı bize hayal gücü gibi bir yetenek verdiğine ve bizi bu yeteneği bir nebze kullanmadan ruhsal ve görülmeyen şeyleri düşünemeyecek şekilde yarattığına göre, uygun bir şekilde kullanıldığı zaman bu yeteneğin zihnin diğer yeteneklerine yararlı ve yardımcı olduğunu düşünüyorum. Ancak hayal gücü fazla kuvvetli olduğunda ve diğer yetenekler zayıf kaldığında o yetenekleri çoğunlukla bastırıp bozduğu doğrudur. Benim tanık olduğum birçok kez Tanrı bu yeteneği özellikle az eğitimli kişilerde gerçekten ilahi amaçlarla kullanmıştır. Tanrı eskiden kilisesinin bilgisiz ve azınlıkta olduğu günlerde örnekler ve dışsal temsiller kullanarak onları eğittiği gibi bugün de böylelerinin içinde bulunduğu düzeye uygun bir şekilde davranmaya ve onlarla bebeklerle ilgilenir gibi ilgilenmeye razı olmaktadır. Bu durumda makul olmayan hiçbir şey yoktur. Ruhsal konularda insanlarla ilgilenmek için çokça fırsat bulmuş olan kişiler, kendi tecrübeleriyle bunun doğru olup olmadığına hükmedebilir.
Bazı kişiler taşkın sevinç yaşıyorlar, kendilerinden geçiyorlar, adeta göğe taşınmışlar ve görkemli şeylere tanık olmuşlar gibi kuvvetli ve hoşnutluk veren görümler ile görüntüler görüyorlar diye bir etkinliğin Tanrı’nın Ruhundan olmadığı iddia edilemez. Bazı insanların bu tür şeyler yaşadığına tanık oldum. Ne bunları İblis’e bağlamayı ne de peygamberlerin görümleriyle ya da Elçi Pavlus’un göğe alınmasıyla aynı doğada değerlendirmeye gerek duyarım. Bu tür yoğun hisler ve etkiler altında hesaba katılması gereken tek şey insan doğasıdır. Eğer gerçekten ilahi unsurların büyüklüğünü ve yüceliğini yaşayan, Mesih’in insan canını kendinden geçirten güzelliğine ve sevgisine tanık olan insanların doğaları fazlasıyla etki altında kalmışsa, o zaman gösterdiğim gibi bunun hiç de tuhaf olduğunu düşünmem. Böyle bir işleyişin altında fazlaca kalan çok sayıda insanların belli bir yapıda olanlarının hayal güçleri etkilenecektir. Bu etki, oran ve benzerlikte zihinlerde işlev gören diğer kuvvetli etkiler gibidir. Eğer düşünceler son derece odaklanmışsa ve hisler çok kuvvetliyse, insanın canı bütünüyle kendini vermiş, teslim olmuş ve zapt edilmişse, bedenin üyelerinin de etkilenmesi, güçten düşmesi ve bütün bünyenin çözünmesi doğaldır. Böyle bir durumda, özellikle beyin (ve özellikle bazı bünyeler) zihnin yoğun düşünceleri ve işlevlerinden etkilenip bedenin organlarını dışsal etkilere kapatarak gördüğü hoş görüntülere tümüyle kendisini kaptırabilir. Bu tür şeyleri yanlış yorumlamaya, bunlara peygamberlik görümleri, ilahi vahiyler ya da gelecekle ilgili göksel bildiriler gibi fazla ağırlık vermeye hazır olan bazı insanlar vardır. Fakat yine de, kanımca bunların bazen Tanrı’nın Ruhundan geldiği bellidir. Bunlara zemin oluşturan ilahi unsurlar kuvvetlidir, canlıdır ve Kutsal Ruh’tan kaynaklanmaktadır. Zihin Kutsal Ruh’tan kaynaklanan bu kutsal işlevde kaldıkça, kendinden geçtiği halde ruhsal unsurların ilahi mükemmelliğine odaklandıkça, buna eşlik eden görüntülerin kafa karıştırıcı, uygunsuz ve sahte olması düşünülemez.
1.5 Örnek oluşturmanın etkinlikte büyük bir aracı olması, onun Tanrı’nın Ruhundan gelmediğinin göstergesi değildir. Örnekler yoluyla gerçekleşiyor diye bir etkinliğin Tanrı’dan olmadığı iddia edilemez. Tanrı dünyadaki işlerini örnekleri vasıta olarak kullanarak gerçekleştirir ve örneklerin başka bir vasıtadan daha çok kullanılması o etkinliğin ilahi olmadığı anlamına gelmez. Kutsal Yazılar’a göre iyi örneklerden etkilenmemiz gerekir. Kutsal Yazılar bizi bu amaçla iyi bir şekilde örnek olmaya çağırır. Mat. 5:16; 1. Pe. 3:1, 1 Ti. 4:12, Titus 2:7. Kutsal Yazılar aynı zamanda bizi iyi örnek olan kişilerden etkilenmeye çağırır. 2 Ko. 8:1-7, İb. 6:12; Flp. 3:17, 1 Ko. 4:16 ve 11:1, 2 Se. 3:9, 1 Se. 1:7. Demek ki örnek olmak Tanrı’nın vasıtalarından biridir ve bir etkinliği örnek vasıtasıyla gerçekleştirmek, onun Tanrı’dan olmadığını göstermez.
Tanrı’nın işini örnek yoluyla devam ettirmek Kutsal Yazıya uygun bir yoldur ve bu nedenle makul bir yoldur. İnsanların akıl yoluyla değil de örnek yoluyla etkilendikleri iddia edilemez. İnsanların gerçeği birbirlerine örnekler yoluyla iletmelerinin zihni aydınlatma ve aklı ikna etme eğilimi vardır. İnsanların birbirlerine gerçekleri sözlerle göstermeleri mantıksal olarak birbirlerinin zihinlerini aydınlatmalıdır. Ancak aynı gerçekler hareketlerle de gösterilebilir ve bu çok daha etraflıca ve etkili olur. Sözler fikirlerimizi başkalarına iletmekten başka bir işe yaramaz ama bazı durumlarda hareketler bunu tam tamına gerçekleştirir. Hareketlerin dili vardır ve bu dil bazı durumlarda sözcüklerden daha açık ve ikna edicidir. Bu nedenle, insanların birbirlerini görerek, birbirlerinin davranışlarındaki büyük ve olağanüstü sevginin belirtilerine tanık olarak, tek bir söz işitmeye gerek kalmadan değişmelerinden ötürü örneklerin yarattığı etkiye karşı bir iddiada bulunulamaz.
Öyle durumlar vardır ki sadece davranışta dil yeterli olabilir ve böylelikle düşünceleri başkalarına aktararak yalnızca sözlerin yapabildiğinden daha çok şey ifade edilebilir. Eğer bir kişi, diğerinin çok büyük bir bedensel acı içinde olduğunu görüyorsa, onun çektiği ıstırabı hareketler sayesinde duygusuz ve kayıtsız bir anlatıcının sözlerine nazaran çok daha ikna edici bir şekilde kavrayabilir. Aynı şekilde, gerçekten keyif alan bir kişinin hissiyatını, donuk ve sönük bir anlatıcının sözlerindense keyfi yaşayan kişinin hareketlerinden çok daha güzel ve harika bir şekilde kavraması mümkündür. Bu konunun en katı akıl çerçevesinden geçirilerek incelenmesini arzularım. Sadece zayıf ve eğitimsiz insanların örnekler yoluyla daha fazla ikna olmalarından ötürü değil, en büyük akıl gücüne sahip olmakla övünen kişilerin başka yollara kıyasla örnekler yoluyla aklen daha çok ikna olmalarından ötürü insanların zihinlerinde oluşan etkilerin mantıklı olduğu açık değil midir? Gerçekten de İsa Mesih’in taş yürekli dinleyicilere vaaz edilmesiyle ya da başka yollarla birçok kişinin yüreklerinde oluşan dinsel duygular önce parlar ve kısa sürede söner ama örneklerle harekete geçirilen hisler kalıcıdır ve kurtuluşa götürür.
Kutsal Ruh’un olağanüstü bir şekilde dökülüp büyük dinsel uyanışların gerçekleşmesinde örneklerin başlıca rol oynamadığı hiçbir zaman olmamıştır. Reform günlerinde, elçilerin günlerinde, Yeruşalim’de, Samiriye’de, Efes’te, dünyanın diğer kesimlerinde böyle olmuştur. Elçilerin İşlerindeki metinleri okuyan herkesin açıkça görebileceği gerçek budur. O günlerde bir kişi, başka bir kişinin, bir şehir ya da bir kent başka şehrin ve kentin örneğinden etkilenmiştir. 1 Se. 1:7,8: “Böylece Makedonya ve Ahaya'daki bütün imanlılara örnek oldunuz. Rab'bin sözü sizden yayıldı. Tanrı'ya imanınızın haberi yalnız Makedonya ve Ahaya'ya değil, her yere ulaştı. Artık bizim bir şey söylememize gerek kalmadı.”
Kutsal Yazılar, Tanrı’nın işini devam ettirmenin başlıca yolunun söz olduğunu söylediği için örneklerin bu denli çok kullanılmasına karşı yapılan itiraz geçerli değildir. Tanrı’nın sözü gerçekten de diğer aracıların işlev gördüğü ve etkili kılındığı başlıca aracıdır. Kutsal törenlerin bile söz olmadan etkisi yoktur. Örnekleri de etkin kılan zaten sözdür, çünkü gözün gördüğü her şey Tanrı’nın insan zihnini eğiten ve yön veren sözü olmaksızın boş ve anlaşılmazdır. Örneklerle ortaya konulan ve uygulanan Tanrı’nın sözüdür. Rab’bin sözü Makedonya ve Ahaya’ya, Selanik’te iman edenlerin örneğiyle yayılmıştır.
Örneklerin Tanrı’nın kilisesini geliştirmenin büyük bir yolu olduğu Kutsal Yazılarda çeşitli şekillerde ifade edilir. Rut’un Naomi’yi asla terk etmeyeceğini, o nereye giderse gideceğini, nerede kalırsa kalacağını, Naomi’nin halkının kendi halkı, Tanrısının kendi tanrısı olacağını söyleyerek onu Moav diyarından İsrail’e kadar izlemesinde bunu görmek mümkündür. Kral Davut’un ve İsa Mesih’in soyuna annelik eden Rut, hiç kuşkusuz kilisenin büyük belirtilerinden biridir ve bunun nedenle Rut’un öyküsü Kutsal Yazıların kanonuna dahil olmuştur. Rut, Moav diyarını ve onların ilahlarını bırakarak İsrail’in Tanrısının kanatları altına sığınmayı seçmiştir. Böylelikle yalnızca Yahudi olmayan kilisenin değil her günahkarın iman edeceğine dair bir belirti olmuştur. Doğal haliyle yabancı ve garip olduğu halde iman ettiği zaman kendi halkını, baba evini unutarak kutsallarla birlikte vatandaş ve gerçek bir İsrailli olmuştur. Aynı şey, aşk hastası olan eşin örneğinin Yeruşalim kızları üzerindeki etkisinde ifade bulur. İlk kez uyanan Hristiyanlar, eşi muazzam bir yücelikte görüp iman ederler. Bkz. Ezg. 5:8,9 ve 6:1. Hiç kuşkusuz Kutsal Ruh’un ve gelinin yaptığı “Gel!” çağrısının bir yolu budur. Va. 22:17. Kutsal Ruh Gelindedir. Tanrı’nın işinin, Kutsal Yazılarda sıkça dile getirildiği gibi kilisenin yüceliğe kavuşmasıyla sonuçlanacak olan Ruh’un son büyük dökülüşünde bu şekilde devam edeceği önceden bildirilmiştir. Zek. 8:21-23. Bir kentte yaşayanlar başka kente gidip, 'RAB'be yalvarmak, Her Şeye Egemen RAB'be yönelmek için hemen yola çıkalım. Ben de gideceğim' diyecekler. Her Şeye Egemen RAB'be yönelmek, O'na yalvarmak için çok sayıda halkla birçok ulus Yeruşalim'e gelecek." Her Şeye Egemen RAB diyor ki, "O günlerde her dil ve ulustan on kişi bir Yahudi'nin eteğinden tutup, 'İzin verin, sizinle gidelim. Çünkü Tanrı'nın sizinle olduğunu duyduk' diyecekler."
1.6 Kutsal Ruh’un etkinliğine maruz kalanların, yaşamlarındaki büyük akılsızlıklar ve çarpıklıklardan suçlu olmaları, bu etkinliğin Kutsal Ruh’tan olmadığını göstermez. Tanrı’nın Ruhunu dökmesinin nedeni insanları siyasetçi yapmak değil, kutsal kılmaktır. Her türlü insandan – bilgelerden ve bilgelikten yoksun olanlardan, gençlerden ve yaşlılardan, zayıflardan ve güçlü doğal becerileri olanlardan, kuvvetli zihinsel etki altında olanlardan oluşan karışık bir kalabalığın içerisinde akılsızca davranan çok kişinin olması şaşılacak bir şey değildir. Dünyasal ya da ruhsal yönden coşkun hislere kapılıp da kusursuz davranış sergileyen çok az sayıda insan vardır. Böyle davranabilmek büyük bir sağduyu, güç ve zihinsel istikrar gerektirir. Ne bin tane akılsızlık ne de Tanrı’nın kutsal sözündeki ilkelere karşı gelen davranışlar bir etkinliğin Tanrı’nın Ruhundan kaynaklanmadığını göstermez. Bunlar insan doğasının aşırı zayıflığından, Tanrı Ruhunun kurtaran etkisine maruz kalan ve Tanrı için gerçek bir gayret taşıyan insanlarda varolmaya devam karanlık ve yozlaşmadan kaynaklanır.
İncil’de elçilerin günlerinde dahi Kutsal Ruh’un büyük işlerine ortak olmuş insanların arasında akılsızlık ve ciddi kuralsızlık sergileyen insanlar vardı. Korint kilisesi böyledir. İncil’de Tanrı’nın Ruhu’nun günahkarları ikna eden ve tövbeye yönelten olağan etkisinin yanı sıra doğaüstü ve mucizevi armağanlarıyla bu denli kutsanmış bir kilise yoktur. Ne var ki Rab’bin sofrasında ve kilise disiplininde ne denli büyük ve günahlı çarpıklıklara, ne tuhaf karışıklıklara düştüler! Bunlara ek olarak, toplu tapınmanın diğer kısımlarında sergiledikleri uygunsuz tutumun ve öğretmenleriyle ilgili çekişmelerin yanı sıra peygamberlik, bilinmeyen diller gibi Tanrı Ruhunun dolaysız vahyine dayalı doğaüstü armağanların kullanımında dahi sorunlar vardı.
Eğer Tanrı’nın işlerini devam ettiren güçlü aracılarda dahi büyük akılsızlıklar ve günahlı çarpıklıklar görüyorsak, bunlar o işlerin Tanrı’dan gelmediğini kanıtlamaz. Son derece kutsal, ateşli ve büyük bir elçi olan Petrus – dünyada kilisenin kurulmasının başlıca aracılarından olduğu halde – bu hizmeti yürüttüğü sırada elçi Pavlus’un dile getirdiği büyük ve günahlı bir yanlıştan ötürü suçlu bulunur. Gal. 2:11-13. “Ne var ki, Kefas Antakya'ya geldiği zaman, suçlu olduğu için ona açıkça karşı geldim. Çünkü Yakup'un yanından bazı adamlar gelmeden önce Kefas öteki uluslardan olanlarla birlikte yemek yerdi. Ama o adamlar gelince sünnet yanlılarından korkarak sünnetsizlerden uzaklaştı, onlarla yemek yemez oldu. Öbür Yahudiler de onun gibi ikiyüzlülük ettiler. Sonunda Barnaba bile onların ikiyüzlülüğüne kapıldı.” Eğer kilisenin büyük bir direği olan, Mesih’ten sonra kilisenin temellerinden birini oluşturan ve üzerine topluluğun kurulacağının ifade edildiği kişi dahi böyle bir çarpıklıktan ötürü suçluysa, ilahi Ruh’un bu denli olağanüstü işleyişine sahip olmayan daha küçük aracıların çok sayıda çarpıklıktan suçlu bulunmalarına şaşırabilir miyiz?
Tanrı’nın işlerini tecrübe eden ya da buna aracılık eden birçok kişi başkalarını imansız ilan etme cüretinden suçlu olsa da bu işlerin Tanrı’dan gelmediğinin kanıtı değildir. Bu yargılamanın nedeni insanların ikiyüzlülüklerini ya da şehvetini yargılarken kullandıkları ölçütlerin yanlışlığı, Tanrı’nın Ruhunun kendi işlerinde özgürce kullandığı yöntemleri doğru değerlendirmemek, kutsalların yüreklerinde zayıflık ve yozlaşma kalabileceğini kabullenmemek, kendi körlüklerini, zayıflıklarını ve ahlaksızlıklarını ruhsal gururdan ötürü fark edememek olabilir. Eğer gerçekten dindar olan kişilerde büyük ölçüde körlük ve yozlaşma olabileceğini ve bizim de ikiyüzlülük ölçütlerimizde hatalarımız olabileceğini kabullenebilirsek, o zaman bu tür yanılgılara düşmekten kaçınabiliriz. İyi insanlarda kalmış olan yozlaşmanın bazen neden fark edilmeden devam ettiğini açıklamak, birçok kutsalın başkalarını neden imansız diye yargıladığını açıklamaktan hiç kuşkusuz daha kolaydır.
Dinde ılık olmak iğrençtir ve gayretli olmak mükemmel bir lütuftur. Ancak bütün Hristiyan erdemlerinin arasında en çok titizlikle sınanması ve incelenmesi gereken erdem gayrettir. Çünkü ahlak bozukluğunun, özellikle gurur ile insan tutkusunun dikkatlerden kaçarak birbirine karışmaya meyilli olduğu erdem budur. Tanrı’nın kilisesinde büyük bir gayret uyanışının olduğu büyük reform zamanlarında bazen gayretin ilkesizlikle birlikte etkin olduğu ve bunun sonucunda çok ciddi uygunsuzluklar oluştuğu görülmüştür. Bu nedenle, elçilerin günlerinde murdar etlerle ilgili olarak Hristiyanlar, adeta Hristiyan değillermiş gibi karşılıklı suçlamalar ve kötülemelerle büyük bir gayret içinde birbirlerine düşmüşlerdir. O zaman elçi, her iki tarafa da sevgiyle yaklaşarak gerçek bir ruhsal olgunlukla şöyle demiştir: “Her şeyi yiyen, Tanrı'ya şükrederek Rab için yer. Bazı şeyleri yemeyen de Rab için yemez ve Tanrı'ya şükreder.” Korint kilisesinde Hristiyanlar, bazı hizmetkarları yüceltip diğerlerini kınamaya ve birbirlerine karşı övünmeye başlamışlardı. Ancak bunlar, aralarında harika bir şekilde sürüp giden işlerin Tanrı’nın işi olmadığının belirtisi değildi. O günlerden sonra, din dünyada hızla yayılırken kilisede kutsallık ve şevk ruhu baskın çıktı. Suçlulara kilise disiplini uygulanırken Hristiyanların gayreti aşırı ve uygunsuz bir sertliğe yol açtı. Bazı durumlarda, suçlular son derece alçakgönüllü ve tövbekâr göründüğü halde, sevgiden ve paydaşlıktan yoksun bırakıldılar. Büyük Konstantin’in günlerinde, Hristiyanların putperestliğe karşı gayreti zulme dönüştü. Reform denilen o yüce din uyanışı günlerinde, en önde gelen reformcuların ve özellikle büyük Kalvin’in gösterdiği gayret aşırı bir sertliğe ve zulüm derecesine vardı. Yaşayan dinin yayıldığı o dönemde birçok kişi ilahiyatın bazı noktalarında kendilerinden farklı düşünenleri şiddetle kınama suçunu işledi.
1.7 Hükümde birçok kusur olması, hatta Şeytan’ın hilelerinin işe karışmış olması dahi, o işin genel olarak Tanrı’nın Ruhundan gelmediğini göstermez. Ruhsal etki ne denli büyük olursa olsun, Tanrı’nın Ruhunun Hristiyan öğretilerinde elçileri yanılmaz bir şekilde yönlendirmek ve öğretişlerinin kiliseye kural oluşturmasını sağlamak gibi kusursuz bir etkinlikle çalışması beklenmemelidir. Şeytan’ın birçok aldatmacası, büyük bir dinsel kaygı uyandıracak şekilde görünse dahi, bu etkinliğin genel olarak Tanrı’dan gelmediğini göstermez. Mısır’da Yannis ve Yambris’in İblis’in eliyle sahte mucizeler gerçekleştirmeleri, Tanrı’nın eliyle de mucizeler olmadığının göstergesi değildir. Tanrı’nın Ruhunun çokça etkisi altında olan aynı kişilerin bazı konularda Şeytan’ın hileleriyle sürüklenmeleri mümkündür. Bu çelişki, gerçek kutsalların hayatında lütufla birlikte ahlaksızlığın da bulunmasından, aynı kişide hem yeni hem de eski ademin görünmesinden, Tanrı’nın ve İblis’in egemenliğinin bir süre aynı yürekte yer etmesinden daha büyük bir çelişki değildir. Hem bu çağda hem de diğer çağlarda birçok Tanrısayar insan hiç kuşkusuz hislere ve izlenimlere gereğinden fazla ağırlık vererek bunlar adeta gelecekle ilgili haberler veren, ya da nereye gidip ne yapmaları gerektiğini belirten Tanrı’nın dolaysız vahiyleriymiş gibi davranmış, kendilerini acıklı aldanışlara maruz bırakmışlardır.
1.8 Tanrı’nın işine önderlik edenlerin büyük yanılgılara düşmeleri ya da utanılacak işlere karışmaları, bu işin genel olarak Tanrı’nın Ruhundan kaynaklanmadığını göstermez. Sahtekarlıkların olmasına bakılarak gerçeklerin olmadığı iddia edilemez. Uyanış zamanında böyle şeyler daima beklenmelidir. Eğer kilise tarihine bakacak olursak, her büyük dinsel uyanışta bu tür çok sayıda olayın yaşandığı görülür. Elçilerin günlerinde bu tür sayısız gelişme olmuştu. Kutsal Ruh’un aracıları olarak görünen bazı insanlar büyük sapkınlıklara, diğerleri iğrenç işlere karıştılar. Böyleleri gerçek kardeşlerin ve dostların arasında kabul görerek oradan ayrılana dek kuşku uyandırmadılar. Üstelik bunların bazıları kilisede öğretmen ve görevli konumunda olan kişilerdi. İbraniler kitabının 6. Bölümünün başlangıcında da görülebileceği gibi bunlara Kutsal Ruh’un mucizevi armağanları bağışlanmıştı. Bu örneklerden biri on iki elçiden biri olan Yahuda’dır. Gerçekten tecrübeli olan öğrencilerle kaynaşmış ve yakından tanınmış biri olduğu halde rezillikleriyle ifşa olana dek kendisinden kuşku duyulmamış ve fark edilmemişti.
Yahuda, İsa Mesih’in bizzat kendisi tarafından, elçisel bir karaktere sahip olması ve müjdeyi duyurması için gerçek bir öğrenci olarak yetiştirilmiş, Kutsal Ruh’un mucizevi armağanlarıyla donatılmıştır. İsa Mesih Yahuda’yı tanıdığı halde, ona her şeyi bilen ve bütün yürekleri gören Yargıç olarak değil, görülebilen kilisenin bir hizmetkarı (zaten Babasının hizmetkarıydı) gibi davranmıştı. Bu nedenle, Yahuda kendisini rezilliğiyle açığa vurana kadar Mesih onu reddetmemişti. Böylece İsa, görülen kilisenin rehberleri ve yöneticileri için bir örnek oluşturdu, öyle ki onlar da her şeyi gören gibi davranarak değil, görülen ve açık olanlara bakarak kiliselerini yönetebilsinler. O zaman bu tür sapkınların Tanrı’nın Ruhu’nun lütfuyla dolu olarak kabul görülen insanlarda bulunduğu günler vardı. Belki de böyle bir doğaya sahip olan kişilerden biri Nikolas’tı. Yedi görevliden biri olan Nikolas, Kutsal Ruh’un olağanüstü dökülüşüne sahne olan o dönemde Yeruşalim’deki Hristiyanlar tarafından Kutsal Ruh’la dolu bir kişi olarak görülmüş, Hristiyan bir kitlenin içerisinden bu amaçla seçilmiştir. Elç. 6:3,5. Ancak daha sonra imandan sapmış, değersiz sapkınlardan oluşan ve Nikolacılar diye kendi adının verildiği bir tarikatın lideri olmuştur (Bu sapkınlar onun adını aldıkları halde, onların iğrençliklerini onayladığı anlamına gelmez.) Va. 2:6 ve 15.
Papalıktan reform dönemine girildiği günlerde, reformculara katılmış gibi görünen ama sonra çok çirkin ve anlamsız yanılgılara, iğrenç adetlere kapılarak imandan düşen kişilerin sayısı ne çoktu. Özellikle gözlemlenebilen bir gerçek ise, Kutsal Ruh’un dünyadaki dini canlandırmak için büyük ölçüde döküldüğü dönemlerde, bir süre bu dökülüşe dahil olduktan sonra garip ve abartılı yanılgılara, çirkin coşkunluklara kapılarak kendilerini yüksek ruhsallık ve mükemmellikle öven, başkalarını ise benliğe uymakla suçlayıp kınayan insanların varlığıdır. Anthony Burgess’in Ruhsal Arınmalar kitabında (Bölüm 1, Vaaz 23. Syf 132) belirttiği gibi Elçilerin günlerindeki Gnostikler ve reform dönemindeki çeşitli tarikatlar böyleydi: “İlk değerli reformcular ve Tanrı’nın yüce aracıları, kendilerini acı bir çatışmanın ortasında buldular. Bir yanda gelenekçi papacılar ve resmi kiliseciler, diğer yanda kendilerine reformculardan daha çok aydınlanmış süsü veren kişiler. Bu kişiler Kutsal Yazılara bağlı olup da vahiyleri bununla sınayanlara Harfçiler ve Yasacılar adını vererek onların Kutsal Ruh’tan yoksun olduklarını öne sürdüler. Böylelikle müjdenin gerçek öğretisinin papalığın yerini aldığı her kasabada, buğdayın yanı sıra büyüyen deliceler ortaya çıktı. Büyük bölünmeler reformu dünyaya iğrenç ve çirkin gösterdi. Adeta güneşin ışığı ve sıcaklığı kurtçukların ve yılanların yerden çıkmasına neden olmuştu. Böylece Luther’a yüklendiler ve onun sadece benliğe uygun bir müjde yaydığını söylediler.” Bu edepten yoksun insanların bazı önderleri ilk reformcular tarafından bir süre büyük saygı ve sevgi gören kişilerdi. Böylelikle, Kral I. Charles’ın döneminde, ondan sonraki ara dönemde ve Oliver Cromwell’in döneminde canlı dinin baskın çıktığı günlerde böyle gelişmelere sıkça rastlanıyordu. New England’ın en parlak günlerinde, yaşayan imanın yayıldığı dönemde yine bu tür şeyler patlak vermişti. Bu nedenle, İblis’in böyle deliceler ekmesi, Tanrı Ruhunun işinin görkemli bir şekilde devam etmediğini göstermez.
1.9 Tanrı’nın kutsal yasasının dehşeti hakkında ısrarcı olan ve büyük bir ciddiyetle duygulara hitap eden hizmetkarlar tarafından yürütülüyor diye bir işin Tanrı’nın Ruhundan kaynaklanmadığı iddia edilemez. Eğer cehennem gerçekten de bitmeyen işkencelerle dolu korkunç bir yerse, insan kalabalıkları büyük bir tehlike altındaysa, Hristiyan ülkelerde kuşaklar boyunca insanların büyük bir kısmı cehennemin korkunçluğunu bilmediği ve cehennemden sakınmak için gerekeni yapmadığı için oraya düşüyorsa, insanlar için gerçekten kaygılanan kişilerin bunları anlatmasında ne gibi bir uygunsuzluk var? Neden gerçeğin tamamını mümkün olduğu kadar çok anlatmasınlar? Eğer cehenneme gitmek gibi bir tehlike atlındaysam, orasının korkunçluğunu mümkün olduğu kadar çok öğrendiğim için memnun olmalıyım. Cehennemden sakınmak için gerekenleri ihmal edersem, gerçek durumumu bana açıklayan, beni bekleyen sefalet ve tehlike konusunda uyaran kişi bana en büyük iyiliği yapan kişidir.
Ben herkese sesleniyorum. Geçici büyük bir felaketle karşı karşıya olan insanları uyarmak gerekmez mi? Eğer aile reisiyseniz ve yangın çıkmış bir evde tutuşmak üzere olan bir çocuğunuz varsa, bu tehlike karşısında duyarsız mı kalırsınız? Bu durumda sık sık size çağrı yapıldığı halde çocuğunuzu kapıp oradan uzaklaştırmayı ihmal mi edersiniz? Yoksa bu konuda sadece soğuk ve tutarsız bir tutumla konuşmakla mı yetinirsiniz? Yüksek sesle feryat edip bütün gücünüzle tehlikeye işaret ederek gecikmenin akılsızlığını ilan etmez misiniz? Eğer bu konuda sadece sıradan bir sohbette önemsiz konulardan söz eder gibi soğuk bir tutumla konuşmaya devam ederseniz, insanlar sizin aklınızda bir sorun olduğunu düşünmezler mi? Acil ve ciddi çağrılar yapılması gereken kaygı verici bir felaket karşısında insanların tutumu böyle olmamalıdır. Bu durumda olan insanları tehlike hakkında uyarmanın yolu soğuk, kayıtsız ve ihmal edici bir tutum değildir. Doğa insanlara başka bir şey öğretir. Eğer insanları gerçekten önemsiyorsak, cehennemin ne olduğunu biliyorsak, lanet altındakilerin durumunu gördüysek, bu durumun ne denli korkunç olduğuna dair duyarlılığımız varsa, bu sefaletin korkunçluğunu ve ne büyük tehlikede olduklarını onlara açıklamamız, hatta sesimizi yükseltip bağırmamız gerekir.
Vaizler cehennemden söz ederken ve günahkarları oradan kaçınmaları için uyarırlarken bunu soğuk bir dille yapıyorlarsa – son derece korkutucu sözcükler kullansalar dahi – kendileriyle çelişmektedirler. Daha önce dile getirdiğim gibi, hareketlerin de sözcükler gibi dili vardır. Eğer vaizin sözleri günahkarın durumunun son derece korkunç olduğunu ifade ediyorsa – ama tutumu ve konuşma tarzı bu ifadeyle çelişiyorsa – ve vaizin aslında böyle düşünmediğini gösteriyorsa, o zaman kendi amacına ters düşmüş olur. Çünkü böyle bir durumda eylemlerin dili, sözcüklerin ifade edebildiğinden daha büyüktür. Ben vaizlerin sadece yasayı vaaz edip başka konulara değinmemeleri gerektiğini söylemiyorum. Yasayla birlikte müjde de vaaz edilmeli, müjdenin etkili bir şekilde vaaz edilmesi için yasa onun yolunu hazırlamalıdır. Hizmetkarların başlıca görevi müjdeyi vaaz etmektir. “Mesih kutsal yasanın sonudur.” Dolayısıyla, yasanın dehşetlerinden çok fazla söz eden, Rabbini unutan, müjdeyi vaaz etmeyi ihmal eden bir hizmetkar bu gerçeği gözden kaçırmaktadır. Öte yandan yasa vaaz edilmelidir, çünkü bu yapılmadıkça müjdenin vaazı boştur.
Konunun doğası ve önemi gereği olarak konuşmada bu denli ciddiyet ve hissiyat kesinlikle güzeldir. Bir vaizde konunun doğal olarak gerektirmediği yersiz bir gürültücülük olabilir, konu ve tutum birbiriyle uyuşmayabilir. Bazı kişiler bu tür vaizliğe insanları cennette kaçırma gayreti derler. Oysa makul gayretimiz insanları cehennemden kaçırmaktır. İnsanlar cehennemin kıyısında durmuş ve tehlike karşısında hissiz bir şekilde içine düşmek üzeredirler. Alev alev yanan bir evdeki insanları kaçırıp kurtarmak makul bir şey değil midir? Kaçırmak için ani, nedensiz ya da temelsiz bir korku uyanabilir ama bu haklı bir korkudur, çünkü amaç insanları esas korkulması gereken yerden kurtarmaktır.