Blue Flower

Erken kilisenin ruhsallığa bakışında Plato’nun düşüncesinin derin etkisi olmuştur. Milattan sonra ikinci yüzyılda Justin Martyr Hristiyan olmadan önce Plato’dan etkilenmişti. Dönüşümünden sonra, Plato’nun pek çok düşüncelerini öğretilerine taşıdı. Plato’yu Mesih’den önce Hristiyan olan kişi olarak nitelendirdi. Nasıl Justin için ve daha sonraları Yahudiler için Eski Antlaşma Mesih'e hazırlayıcı/yönlendirici ise, Plato'da Yunanları Mesih’e yönlendiren/hazırlayan biriydi. Sonraki yüzyılda İskenderiye’de Clement ve başkaları Plato’nun düşüncelerini daha da şiddetle vurguladılar. Özellikle Yeni Antlaşma Platonik çerçevede/düşünceyle okunuyordu. Üçüncü yüzyılda Hristiyanlar fiziksel olanla günahkâr olanı tamamen eşit olarak görmeye başladılar. Sonuç olarak birçoğu, çölde kayalar üzerinde oturmayı veya kendilerini mağaralara kapatmayı Pavlus’un Koloseliler 3:5’teki "Bu nedenle iç varlığınızın dünyasal yönlerini - cinsel ahlaksızlığı, pisliği, tutkuları, kötü arzuları ve putperestlik anlamına gelen açgözlülüğü öldürün" buyruğuna uymanın bir yolu olarak gördüler.

Hristiyan olmayan üçüncü yüzyılda Romalı filozof Plotinus Neo-Platonizmin babası sayılmıştır. Plato’nun bazı fikirlerini detaylandırarak daha ileri götürmüştür. Kutsal olanın yüceliğini, meditasyonun ve insan ruhu ile tanrısal olanın birliğinin düşünsel hayattaki önemini vurgulamıştır. Tanrısal bilgiye giden yol için şunları yazmıştır:

kendinizi vücudunuzdan ayırmak ve büyük bir kararlılıkla arzuları ve güdüleriyle birlikte duyuları ve bunun gibi tüm boş şeyleri bir kenarda bırakmak.

Tanrı'yı anlatan hiçbir dil olamazdı:

Tüm ifadelerin ötesinde bir gerçek...
Herşeyin Ötesinde olanın ismi yoktur.
Onun ne olmadığını ifade edebilirken,
ne olduğuyla ilgili sessiz kalırız.
Tanrısallığa sahip olanlar ve esinlenmiş olanlar ne olduğunu anlatamasalar da
en azından içlerinde kendilerinden daha büyük birşeyin varlığını taşırlar.

Bu tanrısal karşılaşma sorgulama, akıl ve duyguların ötesindeydi.

Gerçeklik anında herhangi bir onaylama yapmak için hiçbir güç yoktur...
Bu [tanrısal karşılaşma] nasıl başarıyla sonuçlanacaktır?
diğer herşeyi boşvererek

Plotinus'un dinî dilin sadece sembolik olduğu öğretisi Arepagite Dionysius tarafından Hristiyan kilisesine taşınmıştı. Dionysius Tanrı'nın kişiselliğinden çok onun birliği ve yüceliği (kutsallığı) üzerinde duruyordu. Dionysius için Tanrı'yı anlatan dil anlamsızdı. Onun için sözlü dua sadece "gerçek" duanın zayıf bir vekiliydi.

Bu bağlamda via negativa diye adlandırılan "negatif yol"u öğretmesiyle ünlüdür.

Dionysius'a göre ruhsal büyüme Tanrı'nın kim olduğunun ve bereketlerinin neler olduğunun anlaşılması aracılığıyla gelmez. Daha çok, elimizde sessizlik (ruhun Tanrı'yla yalın iletişimi) kalana kadar Tanrı'yla ilgili tüm pozitif ifadeleri kaldırmalıyız.

Lossky, Dionsyius'un pozisyonunu sunarken demiştir ki,

Doğası gereği bilinemez olan Tanrı'ya dair uygun en mükemmel yol, tek yol, bizi tümden cehalete götürecek olan ikinci (negatif) yoldur. Tüm bilgilerin konusu bilinenlerdir. Tanrı bütün varlıkların ötesindedir. Ona ulaşabilmek için ondan aşağı olan herşeyi reddetmemiz gerekmektedir, yani bilinenleri. Tanrı'yı görürken kişi ne gördüğünü bilebiliyorsa o zaman kişi Tanrı'yı değil açık olan başka birşeyi, O'ndan aşağı olan birşeyi görnüştür. Bilginin konusu olabilecek tüm şeylerin üstünde olanı bilmek, bilmeyerek mümkündür. Mutlak cehaletin karanlığında Bilinmeyen'e yaklaşabilmek için aşama aşama tüm bilinebilecekleri bir kenara bırakarak, negatiflerle ilerleyerek kişi düşük seviyelerden en üst seviyelere yükselir.

Tanrı'nın tüm bilgilerin ötesinde olmasının vurgulanması kilisenin gizemli geleneğinin temel karakteristiğidir. Bu tür bir cehalet ancak sağduyu ve sezgi bir tarafa bırakıldığında, saf olmayanla birlikte saf olan da terkedildiğinde süregelebilir. (Bu yüzyıl içindeki müjdecilerin benzer şeyleri vurguladığı kendini boşaltma, ruhsal kırılmışlık, aklın ve öğretişlerin gereksizliği ve kendinde iyi olanlardan kaçınılması konularına değineceğiz).