Blue Flower

Tanrı'nın var olduğu gerçeğini inkâr eden, büyük oranda materyalist olan bir kültürde yaşıyoruz. Bu görüş Tanrı'nın varlığını reddettiğinden, dünya üzerinde doğaüstü işlerin olabileceğine de ihtimal vermemektedir. Gerçeğe "dinsel bir boyut" getirmeye çalışmak amacıyla Psikolojik teknikler kullanılabilirken, Tanrı ile şimdiki zamanda bir ilişki mümkün görünmemektedir. Dahası, bugünün tüm farklılık ve çeşitlilikteki yaşam biçimlerinin, onları madde ve enerjiden oluşturduğuna inanılan ve raslantısal bir süreç olan evrim sonucu meydana geldiği gözüyle bakılmaktadır.

Bu materyalizm, kültürümüze (Ç.N. Batı kültürü kastediliyor) müthiş bir deneyim fakirliği getirmiştir. Yaşlılar, toplumun kayda değer üyeleri olabilmek için yeteri kadar üretim yapamadıklarından gözardı edilmektedirler. Bir aileyi manevi olarak bir arada tutan bağlar zayıfladıkça, o aile yok olmaya mahkumdur. İnsanlar, artan bir çabayla, fiziksel ve duyusal ihtiyaçlarını tatmin etmek peşindedirler. Fakat zevk ve maddi zenginlik, bize mutluluk veya yaşama anlam vermez. Duyuları uyarmak bizi, duyularımız bitkin düşene ve hiçbir zevk almaz olana kadar, onları daha fazla uyarma ihtiyacına sürükler. Bu boş deneyimler içerisinde insanlar çaresizce, hayata anlam enjekte edecek birşeyler arama peşindedirler. Her gün bir yenisinin ortaya çıktığı çok sayıda dinleri ve yeni psikolojik teknikleri, Doğuyu, mistisizm ve büyüyü denemeye yönelirler.

Bunun bir Hristiyanla ilişkisi nedir? Materyalistik görüş kiliseye de bulaşmıştır. Malesef, genellikle kilise toplumu bir bütün olarak yansıtır. Sonu boşanmayla biten pek çok Hristiyan evliliği vardır. Çoğu Hristiyan ailesi birbirinden bağımsız yaşayan bireylerden oluşmaktadır. Pek çoğu, sahip oldukları ve zenginlikleriyle taşıyamayacakları bir yükün altınadır. Bazı diğerleri ise mevcut ilişkilerinden hoşnutsuzluğa düşerek, kaybettikleri ruhsal boyutu kazanmak üzere başka ruhani tecrübelere yönelmektedir ki bu tecrübelerin -kiliseye gitmek dışında- Hristiyan olmayanların yaşamlarından pek farkı yoktur. Hristiyanlar bazen uygulamada bir ateist olarak yaşamaktadırlar. Bir yandan İsa'ya imanlarını itiraf ederlerken diğer yandan Tanrı'nın bir kişi olarak var olduğuna tam anlamıyla inanamazlar. Tanrı'nın varlığına inanmadan edilen dualar meyve vermez hale gelebilir.

Kültürümüzde var olan materyalist düşünce, Hristiyan hayatına nüfuz ederek onu her açıdan fakirleştirmektedir. Çoğu Hristiyan, Kutsal Kitap'taki doğaüstü ifadelerin yoksayıldığı bir çevrede yetiştirilmişlerdir. Tanrı'nın varlığından şüphe etmesek bile, biz de deist inanıştaki gibi, Tanrı'yı bu dünyadan soyutlanmış bir yaratıcı olarak görmeye başlayabiliriz. Bu durumda da dua yararsızmış gibi görünecektir.

Kutsal Kitabın otoritesi, kültürümüz tarafından gerek doğa bilimlerinde, gerekse sosyal bilimlerde veya tarihte olsun, her alanda git gide zayıflatılmaktadır. Kutsal Kitabın otoritesine yapılan bu saldırıların temelsiz olduğuna tam bir inancımız olmadığı sürece, ruhsallığımızın (maneviyatımızın) bundan etkilenmesi kaçınılmazdır.

Materyalizmin etkisinden kaynaklanan bu baltalama girişimi, gerçek ruhsallığın ne olduğu konusunda karmaşaya yol açmaktadır. Hristiyanlar, "hayat"ı arayışlarında genellikle toplumun gittiği dönemece sapmaktadırlar. Bu "dönemeç" iki temel yöne götürebilir--deneyime veya tekniğe.

Materyalist güdülere sahip toplumumuzdaki materyalist güdülerle hareket eden insanların, uyuşturucularla, Doğu dinleri ve büyülerle vadedilen "dini" deneyimlere saptıkları gibi Hristiyanlar da, çılgıncasına, Tanrı'nın varlığını ve kendileriyle bir ilişki içerisinde olduğunu kanıtlayacak manevi deneyimlerin arayışı içindedirler. Aranan bu deneyimler, genellikle kendi içlerinde tutarlıdırlar ancak Tanrı'nın varlığını ve kişiyle olan ilişkisini kanıtlamadaki rollerinin önemi abartılmaktadır.

Bir süre önce bir kız güçlü bir şekilde, değişik dillerde konuşmayı savunuyordu: "Eğer değişik dillerde konuşmayı başarabilirsen o zaman Tanrı'nın sevgisinden emin olabilirsin. O zaman Kutsal Ruh'un gücüne sahip olduğunu bilebilirsin." Bir-iki cümle sonra itiraf etti, "Aslında Hristiyan olmaktan vazgeçmek üzereyim. Tanrı'nın varlığından ya da Kutsal Kitabın öğretilerinin doğruluğundan bile şüpheliyim." Bu çok üzücü. Pavlus'un tanımladığı üzere Ruh'un gerçek bir hediyesi olan çeşitli dillerde konuşabilme, bu kızın imanının asılı durduğu tek çiviydi ve daha fazla ağırlığı kaldıramadı.

Materyalizm aynı zamanda, Hristiyanların, ruhsal/manevi zayıflıklarının çözümü olarak, mekanik teknikler peşinden koşmasında etkili olmaktadır. Bunun sonucu olarak, Hristiyan hayatındaki öğretilerin çoğu, bağlı kalınması gereken kurallardan ibaret olmuştur.

Örneğin, bir Hristiyan ailenin hayatındaki kilit rolü, ailenin doğru otoriter yapıya sahip olmasının oynamakta olduğu söylenmektedir. Veya, kocasının ilgisini canlı tutabilmek için kadının belirli kuralları takip etmesi gerektiği söylenmektedir-kocası için "o büyüleyici kadın" olarak kalabilmelidir. Yapması ve yapmaması gerekenleri içeren bir liste ona bunu nasıl yapacağını göstermektedir. Her gün belli bir saatte dua etmek için belli bir zaman ayrılması ve hergün Kutsal Kitap'tan pek çok bölüm okunmasının yaşam duasının anahtarı olduğu söylenmektedir. Gelişmenin anahtarının kişisel müjdecilik olduğuna inanılmaktadır.

Bazı kiliselerin, toplumun ruhsallığına duyarsızlığından etkilenerek Kutsal Kitap disiplininden yoksun kalmaları yüzünden, diğer kiliseler de disiplin ve otoriteyi aşırı derecede vurgulamış, kilise büyüklerine, kilise üyelerinin hayatı üzerinde, İncil'in işaret ettiğinden daha büyük bir otorite vermişlerdir. Örneğin, belli hizmetlere katılmak mecburi tutulmuş, kilise büyüklerinin izni veya kutsaması olmadan evlenmek veya taşınmak yasaklanmış, her evin belli bir yapısının ve kuralının olması şart koşulmuş, vb.

Teklif edilen diğer teknikler kilisenin sağlığı ve büyümesi ile ilgili olanlardır. 

"Kilisemizin ihtiyacı olan idari/yönetici yenilenmedir. Uzmanlara/danışmanlara ihtiyacımız var. En iyisi olmalılar. Mesih'e en iyiden aşağısı yakışmaz."

Bu, bir kilisenin zayıflığının giderilmesi için önerilen bir yol olabilir, hatta genellikle böyle önerilir. Fakat kesin olan bunun fakirliği gidermeye faydası olmayacağıdır.

"Kilisemizin uzaktan erişim programı olmalı. Eğer herkesi müjdelemeye dahil edebilseydik kilisemiz büyürdü. Los Angeles'te denenip başarılı olan bir yöntem varmış. Onu deneyelim."

"İhtiyacımız olan şey, evlerde Kutsal Kitap çalışma toplantısı yapmak için küçük bir grup."

"Kutsal Ruh'la vaftize ve değişik dillerde konuşabilmeye ihtiyacımız var, o zaman kilise gerçek anlamda hayatına başlayabilir."

"Bir grup terapisi düzenleyelim, o zaman herkes birbirini tanıma olanağı bulur."

"İhtiyacımız olan, daha iyi bir durumdaki daha büyük bir binadır. O zaman insanlara daha çekici gelecektir."

Bu önerilerden bazıları, bir kilisenin veya tek bir Hristiyanın hayatında meşru bir yer kaplıyor olabilir. Tabi ki müjdecilik, Kutsal Kitap çalışması ve ruhsal armağanlarımız olmalıdır. Fakat nasıl bir araya gelirler? Yeni kurallar oluşturulur; kalıplara ve kurallara bağlılık bir Hristiyan'ın özgürlüğünü elinden alır. İnsani ilişkiler ve Tanrı ile olan ilişki mekanik şablonlara indirgenir. Bu davranışsal psikolojinin dili ve yöntemidir, İncil'in değil!

Genel olarak teknikler bir Hristiyanı daha "ruhsal" yapmaz veya kilisenin problemlerini çözemez, çünkü Hristiyan hayatında temel/merkezi önemi olan konulara değinmezler. Gerçek veya kalıcı değişimi getirecek olan tek şey, Hristiyanlığın gerçekliğine olan sarsılmaz bir inanç (ikna olma) ve Tanrı'nın kendisine güvenme ve ona itaat etmedeki adanmışlığımızla birlikte, O'nun Söz'ünün öğretişleriyle yenilenen aklımızın sayesinde olacaktır.

İncil'in yazarları, nasıl dua edileceğine ilişkin modeller geliştirmeyerek veya Kutsal Kitabın nasıl okunması gerektiği veya nasıl müjdecilik yapılacağı hakkında ufak kalıplar oluşturmayarak akıllıca davranmışlardır. Her Hristiyan, ahlak yasası çerçevesinde, kendisi için en yardımcı olacak kalıbı, yine kendisi bulmakta özgürdür. Bize prensipler verilmiştir, teknikler değil.

Örneğin müjdecilikte, gerçeği, başkalarını kaçırma korkusuna kapılmadan, zor sorularla başa çıkarak, yalın şekilde ifade edebilmemiz gerekir. İnsanları, gerçeği duymaya ihtiyacı olan, Tanrı'nın benzerliğinde yaratılmış, değerli ve önemli yaratıklar olarak onurlandırmak üzere tanıklık etmeliyiz. Sözlerimize, söylediklerimizin doğruluğunu yansıtan, sevgi, bağışlama, hoşgörü, misafirperverlik ve merhamet ile karakterize olmuş hayat tarzımız eşlik etmelidir. Bu tarz bir ilkenin yeri, başarılı sayılan tekniklerle veya yöntemlerle doldurulamaz. Sadece doğruyu yaşamalı ve açıkça göstermeliyiz. Bunun nasıl yapılacağıyla ilgili detaylar, Kutsal Kitabın ilkeleri çerçevesinde, her özel durum için, her kişi ve her kilisenin kendisi tarafından ortaya çıkartılmalıdır. Eğer çözüm teknik olursa, insancıllık, özgürlük ve doğru biçimde gelişme olasılığı ortadan kalkmış olur.