Blue Flower

Bu ruhsal egzersizlerin amacı [Platonik yönlü düşüncede] Tanrı ile birleşmektir. Şahıs içsel varlığında Tanrı ile o kadar birleşir ki öznelliğin ("Tanrı'yı algılıyorum") ve nesnelliğin ötesine geçer ("Tanrı beni algılıyor"). Kişi Yaratıcı/yaratılan ayrımının artık gerçek olmadığı , ya da en azından algılanmadığı noktaya ulaşmaya çalışır.

Tanrı ile bu şekil bir birleşme asla Kutsal Kitap'taki ruhsal hayatın amacı değildir. Herzaman Yaratıcı/yaratılan ayrımı olacaktır, cennette bile. Yüceltildiğimizde ve Tanrı'ya benzerliğimizi tam olarak kazandığımızda, hâlâ Tanrı'yı ve kendimizi farklı varlıklar olarak algılayacağız (Esinleme 15:3-4; 21:1-6; 19:6-8). Pavlusun ifadesini ele alalım:

...Ama o zaman yüz yüze görüşeceğiz. Şimdi bilgim sınırlıdır, ama o zaman, bilindiğim gibi tam bileceğim
1.
Korintliler 13:12

Konu ruhsallığın ne olduğu ise bu temel öneme sahiptir. Bu noktada bir karışıklık Watchman Nee'nin bakış açısına götürür [aşağıdaki Wathman Nee ile ilgili alıntıya bakın] ki o da şu şekildedir: Tanrı'nın ruhu ile bizim ruhumuz o kadar bir olmuştur ki bize göre ayırdedilemez ve ayrım yapılamaz. (Aslında bizi erdemliliğe sevk eden şeyin kendimizden mi yoksa Kutsal Ruh'un arzularını bize aşılamasından mı kaynaklandığını sormamızın yardımı olmayacaktır. Fakat bu O'nun işinin gizli olmasından dolayıdır, yoksa bir karışıklıktan ya da onun kişiliğiyle bizimkinin birleşmiş olmasından değildir.)


Watchman Nee
Ruhun Salınışı/Kurtuluşu
The Release of the Spirit

"Dikkat edilmesi gereken şey Tanrının Kendi Ruhuyla bizim ruhumuz arasında ayrım yapmadığı anlamına geliyor." (sayfa 20).

Devamında daha da açıklığa kavuşturuyor:

"Böylece, ruhun kurtuluşu insan ruhunun kurtuluşu olduğu gibi insan ruhunda olan Kutsal Ruh'un da kurtuluşudur. Kutsal Ruh ile bizim ruhumuz bir olduğuna göre, gerçekte ayırtedilemez fakat sadece sadece ismen birbirlerinden ayırtedilebilirler." (sayfa 21)

Burada sanki kastedilen şey, Kutsal Ruh ile insanın ruhu arasında, ikisinin biraraya gelmesiyle bir birlik olduğudur. Bu Kutsal Kitap öğretişine karşıdır ve Tanrı hiçbir zaman insanla karıştırılmaz.

 

Konu ruhsallığın ne olduğu ise bu temel öneme sahiptir. Bu noktada bir karışıklık Watchman Nee'nin bakış açısına götürür [yandaki bilgiye bakın] ki o da şu şekildedir: Tanrı'nın ruhu ile bizim ruhumuz o kadar bir olmuştur ki bize göre ayırdedilemez ve ayrım yapılamaz. (Aslında bizi erdemliliğe sevk eden şeyin kendimizden mi yoksa Kutsal Ruh'un arzularını bize aşılamasından mı kaynaklandığını sormamızın yardımı olmayacaktır. Fakat bu O'nun işinin gizli olmasından dolayıdır, yoksa bir karışıklıktan ya da onun kişiliğiyle bizimkinin birleşmiş olmasından değildir.)

 Tanrı'nın tümden farklılığı tüm dillerin ve akıl tarafından algılanan tüm bilgilerin değersizleştirilmesine neden olur. Dil esas olarak puta tapma olarak düşünülmektedir.

Tanrısal/ilahî doğanın ifade edilebileceği tek bir isim vardır: ruhu, Tanrı'yı düşündüğünde ele geçiren mucize.
Nyssa'lı Gregory

Dilin puta tapma olmadığını çünkü Tanrı ile insan arasında bir ilişki olduğunu başka yerde de gösterdik.

Buradaki karışıklık gerçek bilgi ile eksiksiz bilgi arasındaki farkı anlayamamaktan kaynaklanmaktadır. Tanrı ile ilgili bazı şeyleri bilebileceğimizi veya diyebileceğimizi söylemekle Tanrı hakkında söylenebilecek herşeyi söylemiş olduğumuzu, veya bilinebilecek herşeyi bildiğimizi iddia etmiyoruz. Bu sadece Tanrı ile ilgili bilgimiz için değil, aynı zamanda maddî (fiziksel) dünyanın diğer insanları ile ilgili bilgimiz için de geçerlidir. Tanrı ile ilgili bilgimiz eksiksiz olmamakla birlikte kesindir çünkü kendisini bize Kutsal Kitap'ta bilinir kılmış, kendisini bizim için orada tanımlamıştır.


Mistikler, gerçek bilgi ile eksiksiz bilgi arasındaki farkı unutarak ve Tanrı'nın insandan tam anlamıyla farklı olduğunu vurgulayarak, dili teolojik olarak Tanrı'dan bahsetme ve dua etme anlamında değersizleştirmişlerdir. Neo-ortodoks teolojisi ile mistik geleneklerin bu noktada çok büyük benzerlik gösterdiğine dikkat edin. Tanrı'ya tam anlamıyla farklı (çok uzakta,yücelerde, bilinemez) gözüyle bakılmakta dolayısıyla ona insan tarafından yaklaşılamayacağı söylenmektedir. Tanrı ile ilgili dil, onun gerçek tanımlaması olmaktan çok onunla "rastlaşmamızın" bir ifadesi olarak düşünülmektedir. Hristiyanlar herzaman Kutsal Yazıları aklıyla birleştirir ve Kutsal Yazıların ancak okurken Tanrı'nın ruhu bize "dokunduğunda" canlandığı açıklamasıyla birlikte çalışma için harcanan zihinsel çabayı asla küçümsemez.

 

Dilin ve zihnî/akli bilginin değersizleştirilmesi Hristiyan hayatını her türlü dünyevi zevkten soyutlanmış bir hale getirir. Diğer tüm dışsal şeyler gibi zihin (akıl) de reddedilmiştir. Günahın "harici tutulduğu", yani kendini bir kişi olarak yaşamanın bir günah durumu olduğu söylenmiştir. Demek ki kişinin kendinden sürekli bir çıkış halinde olması gerekmektedir. Ruhsal hayatın hedefi, kişinin dış dünyadaki hiçbirşeyden, ya da içsel tutkulardan etkilenmediği aşılamaz bir duruma ulaşmaktır-acı çekmenin veya zevk almanın ötesindeki sessizlik durumu.

Kutsal Kitabın neyin günâh olduğu ile ilgili öğretisinde burada da tam bir karışıklık vardır. Problem olan böyle bir şahsiyet değil, şahsiyetin tüm bölümlerini etkileyen günahtır. Küçük düşürülmesi gereken şahsiyet (kişilik) değil günâhtır. Müjdeci Hristiyanlar sıkça dünyevî zevkten kopma ile şahsiyetle ilgili karmaşaya düşmektedirler.


Mistiklerin geleneğinde kelimelerin kullanıldığı dua etme biçimi, tutkusuzluk durumuna ulaşmak için bir araç haline gelmiştir. Bu sözlü duanın, dua etmenin tek ekstrem ucu olduğu söylenmektedir. Bu tutkusuzluk durumuna ulaşıldığında kalbin kendini Tanrı'ya tam bir sessizlikle açtığı derinden gelen, sözsüz dua gelir. Bunun sonucu kendinden geçmedir ama bu bile sadece bir başlangıçtır. "Uzman" olduğu iddia edilen kişi tanrısal gerçekliğin sabit deneyimi seviyesine geçer.

 Bu seviyelere ulaşmak için bazı dua etme teknikleri önerilmiştir. Bunun bir örneği "Rab İsa Mesih, bir günahkâr olan bana merhamet et" şeklide sürekli bir tekrar olan Kalbin Duasıdır. Bu dua ile ilgili Nicephorus şöyle yazmıştır:

Her insan için içten konuşma gönülden gelir. Çünkü ağzımız kapalı olduğunda kendi kendimize konuşan ve söylev veren, dua eden ve mezmurlar söyleyen, ve başka şeyler yapan gönlümüzdür. Dolayısıyla, bu içten konuşmadaki tüm düşünceleri aklımızdan çıkardıktan sonra (ki eğer isterseniz bunu yapabilirsiniz), ona şu küçük duayı verin: "Rab İsa Mesih, Tanrı'nın oğlu bana merhamet et!"-ve içinizde diğer bütün düşüncelerin yerine bu tek sabit seslenişe sahip olmak için kendinizi zorlayın. Bunu tüm dikkatinizle sürekli yapmaya devam ederseniz, o zaman bu, size tanımlamış olduğum kalbe giden yolu açacaktır.

Fakat İsa'nın boş tekrarlar içeren dualarla ilgili söylediklerine ne demeli (Matta 6:7)? Kalbin duasıyla Doğu felsefesinin mantrası arasında geçekte hiç bir fark yoktur. Bazı Hristiyanlar bu duayı bugün kullanmaktadırlar, fakat bunun ve benzeri tekniklerin doğduğu iskeletin kutsal kitaba bağlı Hristiyanlıkla hiç bir alakası olmadığını görmeliyiz. Bu tekniklerin (mantranın kullanımının olduğu gibi) yoğun deneyimler yaşattığı kesindir fakat gerçek Hristiyan duasıyla pek bir bağları yoktur.

Ne yazık ki bu tarz bir meditasyon ve Tanrı ile birleşmenin gizemliliği Hristiyan kilisesi tarihinde yaygın bir akım haline gelmiştir. Ortaçağa ait Bilinmezlik Bulutu başlığıyla negatif yolun ve Dionysius’un etkisine ihanet etmiştir. Bu akım hâlâ bizimledir ve kolları Müjdeci kilisenin içinden geçerek umulmadık yerlerden akmaktadır.

Bu geleneğin olduğu gibi kabul edilmesinin tehlikesi William James tarafından “The Varietes of Religious Experience” de bazı yorumlarla belirtilmiştir. James sadece Hristiyan kilisesindeki mistik geleneği değil aynı zamanda diğer dinler içindekini de uzun uzun incelemiştir. Hangi kaynaktan olursa olsun gizemin bir tek gelenekle ayakta durduğu sonucuna varmıştır. Dilin değersizleştirilmesi üzerine yorum yaparken, eğer söylenecek hiçbir şey yoksa o zaman bazı teologların itiraz ettiklerinin tersine doktrin/öğretiş esas olarak önemsizdir.

 James aynı zamanda evanjeliklerin (müjdeci Hristiyanların) gizemli deneyimleri metodik olarak aramayı bırakmalarının tuhaf olduğu yorumunda bulunmuş ve evanjelik Protestanlığın mistik gelenekle kıyaslandığında tekdüze kaldığını düşünmüştür.

Çıplak müjde tasarısı bir saraya karşılık bir düşkünler yurdu teklif etmeye benziyor gibi görünüyor.
william james

“Çıplak müjde tasarısı” bir düşkünler yurdu değildir, bununla birlikte kendinden geçiren neşe ve coşkunun peşinde koşturmamızdan veya Tanrı’nın içindeki kişiliğinin yokedilmesi (eksilmesinden) değil, sonsuz cezayı ve Tanrı’nın varlığından dışlanmayı hakettiğimiz halde Mesih’in ölmesi sayesinde bedelinin ödenmesi ile Yaratıcımızla ilişkimizin geri alınmış (barıştırma) olduğunu bilmemizden kaynaklanmaktadır.