Yazdır
Kategori: 3. KISIM
Gösterim: 1839

3.1. Söylenenlere dayanarak şu sonucu çıkaracağım. Son zamanlarda görülen, insanların zihninde dinle ilgili sıra dışı ilgi ve şevk uyandıran şeyler hiç kuşkusuz genel olarak Tanrı’nın Ruhundan kaynaklanmaktadır. Böyle bir etkinlik hakkında hüküm vermek için bilinmesi gereken iki şey var: Gerçekler ve ilkeler. Tanrı sözündeki ilkeleri önümüze serdik. Gerçeklere gelince, onların ilkelere uyup uymadıklarını belirlemek için iki yol var. Bunlardan biri kendi gözlemimiz, diğeri ise gözlem yapma fırsatı bulanlardan aldığımız bilgilerdir.

Bu etkinlik hakkında, Elçi Yuhanna’nın ilkelerine uyduğu için genel haliyle Tanrı’nın işi olduğuna dair hüküm vermek için yeterli bilgimiz var. Kutsal Ruh insanların zihinlerini bu dünyanın boş şeylerinden alıp sonsuz mutlulukla ilgili derin bir ilgi uyandırmakta, kurtuluşlarını aramak için onları içten bir gayretle doldurmakta, günahın korkunçluğunu, suçluluklarını ve sefil durumlarını ortaya koymaktadır. İnsanların vicdanlarını uyandırmakta, Tanrı’nın gazabının dehşetini göstermekte, O’nun beğenisine sahip olmaları için insanlarda büyük bir arzu, ilgi ve şevk oluşturmaktadır. Tanrı’nın belirlemiş olduğu lütuf araçlarından daha titiz bir şekilde yararlanmalarını, Tanrı sözünü daha çok dikkate almalarını, onu dinlemek ve okumak konusunda eskisine oranla çok daha istekli olmalarını sağlamaktadır. Etkin olan ruhun, genel olarak Gerçeğin Ruhu olduğu son derece bellidir, çünkü insanları sonsuz kurtuluşlarıyla ilgili konulardaki gerçeklere karşı çok daha duyarlı olmaya yöneltmektedir. İnsanlar hayatın kısa ve belirsiz olduğunu, kendilerinin ölüme mahkûm olduklarını, günahtan nefret eden Tanrı’nın önünde hesap vereceklerini, Tanrı’nın kendilerini başka bir dünyada sonsuzluğa maruz bırakacağını ve Kurtarıcı’ya ne kadar muhtaç olduklarını fark etmektedir. İnsanların, çarmıha gerilmiş olan İsa Mesih’in değerini ve O’na muhtaç olduklarını daha iyi anlamalarını, büyük bir ilgiyle ve gayretle O’na yönelmelerini sağlamaktadır. Ülkenin genelinde insanların bu etkinlikten haberlerinin olmaması mümkün değildir, çünkü bunlar bir köşede yapılmamıştır. Ücra yerlerdeki birkaç kasabayla sınırlı kalmayıp ülkenin birçok yerine, hatta en nüfuslu, kalabalık halk merkezlerine yayılmıştır. İsa Mesih nasıl Yahudiye’de mucizelerini gerçekleştirdiyse, şimdi de bizim aramızda çalışmaktadır. Bu işler epeydir devam ettiğinden, etkinliğin gidişatını gözlemlemek için birçok fırsat olmuştur. Bu süreçte, etkinliğe maruz kalanlarla da çokça görüşme olanağı olduğundan, elçinin ilkelerine uygun bir şekilde Tanrı’nın işi olduğu ortaya konulmuştur.    

Küçük bir bölgede ve birbiriyle sıkça görüşen küçük insan gruplarına nazaran çok değişik yerlerde ve çok çeşitli insanlardan oluşan büyük kalabalıklarda gözlem yapıldığında işlev gören ruhun doğasını ve eğilimini herhangi bir yanlış etki altında kalmadan çok daha büyük bir kesinlikle tespit etmek mümkündür. Birkaç kişi, olmamış şeyleri uydurup başkalarında yanlış bir izlenim yaratabilir. Ancak etkinlik ülkenin büyük ve birbirinden uzak bölgelerine, birbirinden çok değişik her yaştan, sağduyulu, anlayışlı ve dürüst insanlara yayıldığında, onları gözlemleyerek ve dinleyerek varılacak sonuca bakarak nasıl bir etkinin altında olduklarını tespit edememek mümkün müdür? Üstelik bu gözlemin aylar boyunca onları eskiden beri tanıyan ve yakınlığı olan insanlar hesaba katılarak yapıldığını varsaydığımızda, şu soruların cevabını bulmak zor mudur? Vicdanları uyanmış mı yoksa uyuşmuş mu, kurtuluşu arıyorlar mı yoksa ihmal mi ediyorlar, Kutsal Yazılara mı yoksa deizmi me bağlılar, dinin büyük gerçeklerini az mı dikkate alıyorlar, çok mu?  

Burada gözlemlenmesi gereken bir şey daha var. İnsanların belli bazı ilahi gerçeklere ikna olmaları, kurtuluşlarıyla sonuçlanacak şekilde bunları saymaları ve sevmeleri ile bunların gerçekliğine dair eskisine göre daha çok ikna olup tasdik ettiklerini ve daha çok dikkate aldıklarını söylemeleri farklı şeylerdir. Sağduyu sahibi dürüst insanlar, ikinci ifadeye birincisinden daha çok itibar edilmesini bekleyeceklerdir. Aslında birincisinde, belli bazı kişilere nazaran insanların genel olarak aldanmaları daha küçük bir olasılıktır. Ancak insanların kanaatlerinin, ilgi ve eğilimlerinin onları kurtuluşa kavuşturacak şekilde değişmesi şu anki sorumuzun dışındadır. İnsanların değer yargılarının, ilgi ve eğilimlerinin üzerinde etki varsa, bu onların kurtuluşa kavuşmalarını sağlayacak düzeyde ve şekilde olsa da olmasa da bu Tanrı’nın Ruhunun işleyişinin belirtisidir. Kutsal Yazıların ilkeleri, Tanrı Ruhunun genel etkisini ve kurtuluşa götüren etkisini diğer kaynakların etkisinden ayrı tutmaya yarar.     

Tanrı’nın sağlayışıyla son birkaç ayımı, etkinliğe maruz kalan insanların arasında geçirerek bazı kişilerde rahatsızlık yaratan olağanüstü belirtileri gözlemleme imkanına kavuştum. Çığlıklar atan, bağıran, bedenlerinde büyük sarsıntılar yaşayan insanlara tanık olarak bu tür etkilerin ürünlerini birkaç ay boyunca takip ettim. Bu insanların birçoğunu o zamandan beri yakından tanıma fırsatını bulduğum için kendimi bu konuda tanıklık verme hakkına sahip görüyorum. Böyle bir etkinliğin doğasının ve eğiliminin, oradan gelip geçen bir gözlemciden çok titiz ve dikkatli bir sorgulayıcı tarafından ifade edilebileceğini, etkinliğe maruz kalanların da yüreklerini böyle bir sorgulamaya daha çok açacaklarını düşünüyorum. Bu etkinlik hakkında yazılmış olan her makalede ve başka birçok belgede bu durum böyle olmuştur.   

Olağandışı belirtilere maruz kalanlar ikiye ayrılır. Günahlarının ve sefil durumlarının farkına vararak büyük sıkıntı yaşayanlar. İlahi unsurların büyüklüğü, yüceliği ve güzelliği karşısında kendinden geçenler. 

İlk gruptakilerin büyük bir kısmının ıstırapları içten bir kanaatten ve bir dereceye kadar gerçeğin ne olduğunu kavramaktan kaynaklanıyordu. Bu tür belirtiler yaygın bir şekilde görüldüğünde, kişilerin ıstıraplarını göstermekten kaçınmak için kendilerini çok fazla tutmaya çalıştıklarını pek sanmıyorum. Çok az sayıda insan, bu tür belirtileri kendiliklerinden uydurur gibi görünüyorlardı ama büyük bir çoğunluk için bunlardan kaçınmak tamamen olanaksızdı. Genel olarak, bu ıstırapları yaşayanların bilinci tamamen açıktı ve konuşmayı başaranlar akıllarından geçeni oldukça iyi bir şekilde ifade edebiliyor, neler yaşadıklarını anlatabiliyorlardı. Bazıları ise bu açıklamaları daha sonra yapabildiler. Sadece birkaç kişi, etkinliğin en yoğun anında kısa süreliğine bilincini yitirdi. Fakat bu tür ıstırapları yaşayan yüzlerce ve binlerce kişi arasında bilincini tamamen kaybeden kimse görmedim. Birkaç kişinin ıstırabına bunalım karıştığı belliydi ve bu durumun kanaatten başka nedenlerle olduğu anlaşılıyordu. Istıraplarının tek nedeni gerçek değil, Kutsal Yazıya ya da akla yer vermeyen bazı boş gölgeler ve düşüncelerdi. Büyük ıstırap çeken bazı kişiler kendilerini tam olarak ifade edemediler ve sıkıntılarının nedenini açıklayamadılar ama bu kişilerin doğru kanaatler altında olmadıklarını düşündürecek bir neden göremedim. Bu duruma şaşılmaması gerekir, çünkü yaşadıkları ruhsal durum onlar için çok yeniydi. Düşüncelerini ve içsel hislerini sözlerle nasıl ifade edeceklerini bilemiyorlardı. Bazı kişiler ilk sorgulama sırasında kendilerine ne olduğunu bilmediklerini söylediler ama daha sonraki ifadelerinde kendi sözleriyle ve ifade tarzlarıyla tam olarak başaramasalar da durumlarını daha iyi ortaya koydular. 

Bazı kişiler, bu tür belirtileri yaratan korkuların sadece nedensiz bir ürküntü olduğunu zannediyor. Ama dehşet verici bir gerçeği kavramanın yarattığı aşırı ıstırap, yani nedeniyle doğru orantılı olan bir belirti ile nedensiz ve gereksiz bir korku arasında farkın görülmesi gerekir. İkinci tür korku, gerçek olmayan bir şeyden kaynaklanır (Ben bunalım yaşayan birkaç kişide bunun örneğini görmüştüm). İkinci olarak, dışsal bir gürültünün ya da tehdidin oluşturduğu bir kaynak söz konusudur. Zihinleri herhangi bir gerçekle meşgul olmayan kişiler, nedensiz yere korkutucu bir şeyin etkisi altına girmektedir. Gerek yaşlılar gerekse gençler arasında bu türden korkuyla çok az karşılaştım. 

Ancak gerçeği kavramanın yoğun ıstırabını yaşayanlar, ortak bir ifadeyle kendilerinin kötülüğüne, gerçek günahlarının sayıca çokluğuna ve ciddiliğine, dehşet verici kirliliklerine, düşmanlıklarına ve sapkınlıklarına, yüreklerinin inatçılığına ve katılığına, Tanrı’nın huzurundaki büyük suçluluklarına ve günahın hak ettiği cezanın korkunçluğuna dair derin bir hissiyatı dile getirmişlerdir. Sonsuz sefaletin korkunç uçurumuna dair keskin bir fikirleri olduğu gibi, kendilerini ellerinde tutan yüce Tanrı’nın gazabının da farkındadırlar. Bu gazap onlara şaşırtıcı derecede korkutucu gelmektedir. Tanrı’nın öfkesinin ve gazabının arttığını hissettikçe, büyük bir tehlikeyle ilgili beklentileri de artmaktadır. Tanrı’nın artık kendilerine tahammül etmeyeceğine, kesip atacağına, gördükleri korkunç uçuruma düşeceklerine ve başka hiçbir sığınak olmadığına kanaat getirmektedirler. Güvendikleri ve övündükleri her şeyin boşluğunu görmekte, her şeyin verdiği umutsuzluğu tatmakta ve tamamen kendilerine karşı öfkeli olan Tanrı’nın isteğine bağlı olduklarını fark etmektedirler. Tümüyle hak ettikleri gazabın ve gözlerinin önündeki yıkımın yarattığı olağanüstü hislerin etkisi altına girmişlerdir. Her an bu sonun infaz edilebileceği korkusunu yaşamakta, bunu tümüyle hak ettiklerini ve Tanrı’nın gerçekten de mutlak egemen olduğunu bilmektedirler. Tanrı’nın mutlak yetkisiyle ilgili bir ayet onların zihinlerine ulaştığı zaman sıkça sakinleşirler. Büyük elemlerin ardından Tanrı’nın ayaklarının dibinde kendilerini sessizce toparlayarak adil ve egemen Tanrı’ya teslim olurlar, ama bedensel kuvvetlerini yitirmişlerdir. Hayatlarını adeta kaybetmişler ama sonra Kutsal Yazıların tatlı davetiyle birlikte ışığın görünmesiyle, yüce Kurtarıcı’nın harika ve her şeye yeterli olan lütfuyla hayatlarına kavuşmuşlardır. Bu ışık bazen ansızın ortaya çıkmakta bazen yavaş yavaş canlarını sevgiyle, hayranlıkla, sevinçle ve alçakgönüllülükle doldurmaktadır. Böylece yürekleri, sevgiyle dolu olan harika Kurtarıcıya yöneltmekte, O’nun huzurunda toprak içinde öylece uzanmaya özlem duymaktadırlar. Diğerleri ise Kurtarıcı’ya hayranlıkla bakarak O’nu kucaklamaya ve O’nun tarafından özgür kılınmaya özlem duyarlar. O’nun yüceliğinde yaşama isteğiyle dolarlar ama kendi gözlerinde kötü olduklarından ve yürekleri çokça kıskançlıkla dolu olduğundan kendi başlarına hiçbir şey yapamayacaklarının bilincindedirler. Bunun ardından gerçek bir yürek değişiminin bütün belirtileri ortaya çıkar. Lütuf, zaman zaman eskiden iman etmiş olan kişilerdeki gibi işlev görmeye başlar. Aynı zorluklar, ayartılar, bocalamalar ve teselliler vardır ama ışık ve teselli normalden daha yüksek derecelerdedir. Böylece birçok küçük çocuk doğar. Kötü ruhlar çoğu kez insanları sarsıp büyük çığlıklar atarak çıkarlar. (Mar. 1:26 ve bölüm 9:26). Bazı kişiler, cinlerden özgür kılınmadan önce büyük ıstıraplarla dövünürler ama bazılarında ıstırapların ardından özgür kılınma gerçekleşmez.   

Bazı kişiler, böyle durumlarda fazlaca gürültü olmasına bakarak bunun büyük bir karışıklık olduğunu ve Tanrı’dan kaynaklanamayacağını söyleyerek itiraz ederler. Çünkü Tanrı karışıklık değil düzen Tanrısıdır. Gerçek karışıklığın amacı, unsurlar arasındaki düzeninin bozulması, böylece usulüne uygun bir şekilde atılmaları için aralarındaki bağlantının koparılmasıdır. Dinsel toplantıların amacı ise günahkarların ikna olarak iman etmeleridir.  Olağanüstü etki altında olan kişilerin, ciddi ibadetleri sırasında bu tür dışsal belirtilerden ellerinden geldiğince kaçınmaya çalışmaları gerektiğini düşünüyorum. Ancak Tanrı insanların vicdanlarını imana yöneltmekten hoşnutsa, bu gerçekleşirken insanlar dışsal belirtilerden kaçınamıyorlarsa, bu arada toplantının düzeni bozuluyorsa, bu bir kesinti ya da karışıklık sayılamaz. Yağmur duasına çıkmış olan bir grubun, ansızın boşalan sağanak yüzünden dualarına ara vermek zorunda olmaları bir kesinti sayılamaz. Keşke Tanrı, önümüzdeki Pazar günü ülkedeki bütün toplantıları böyle bir karışıklıkla kesintiye uğratsa! Düzenin ulaşması gereken amaç yüzünden düzen kesintiye uğruyorsa, bundan üzüntü duymamız gerekmez. Hazineye ulaşması gereken bir kişi, yolculuğun ortasında hazineyi bulduğu için durmak zorunda kalmışsa üzülmesi gerekmez.   

Kanaat ve ıstırabın etkisi altına girenlerin yanı sıra, yakın zamanda Kurtarıcı’nın muazzam yüceliğiyle, canını feda eden sevgisinin harika yönleriyle, kendi küçüklüklerinin ve aşkın kötülüklerinin derin hissiyatıyla kendilerinden geçerek bedensel kuvvetlerini kaybeden çok kişi gördüm. Sadece yeni iman edenlerin değil, eski imanlıların da özellikle iman ettiklerinden beri Tanrı’nın yüceliği için yaşamadıklarından ötürü tövbe ve pişmanlıkla ama sonra sevgi ve sevinç gözyaşlarıyla sarsıldıklarını gördüm. Bu kişiler kendi düşkünlüklerini ve yüreklerinin kötülüğünü eskisinden çok daha net görmüşlerdi. Gelecekte çok daha iyi bir yaşam sürmeye yönelik çok daha ciddi bir arzu duyuyorlardı ama kendilerinden daha az emindiler. Başkalarının canı için acıma duyan ve kurtuluşları için yanıp yakılan çok sayıda insan vardı. Bu olağanüstü etkinlikte sıraladığım belirtilerin her birinin cevabı vardır. Bu etkinlik, Elçi Yuhanna’nın, Gerçeğin Ruhunun belirtilerine ilişkin yaptığı sıralamaya tamamen uyuyordu.  

Tanrı’nın lütfuyla O’nun işlerinin daha önceden devam ettiği bir yere düştüm. Saygıdeğer Stoddard ile birlikte iki yıl boyunca o yerde yaşadığım için mutluydum. O mevsimde, kendisinin hizmet etmiş olduğu bir grubu tanıdım. Daha önce onun hizmet ettiği kişilerin deneyimlerini yakından inceleyip ilahiyat öğretilerine uygunluğunu sınama fırsatım olmuştu. Yakın zamanda yine orada olağandışı işlerin gerçekleştiğini, bunların farklı dönemlerde gerçekleşse de belli ki eski işlere benzer olduğunu ve yeni bazı koşullar oluştuğunu öğrendim. Eğer iman edenleri ve Hristiyanların yaşadığı deneyimleri görmezden gelirsek, Kutsal Kitaplarımızı ve açıklanmış dini bir kenara bırakırsak, bunun Tanrı’nın işi olmadığını söyleyebiliriz. Kutsal Ruh’un etkisinin, insanların bedenlerindeki belirtilerin derecesiyle ölçülebileceğini ya da bedende görülen bu belirtilerin en iyi deneyimler olduğunu varsaymıyorum. Gözlemlenen düzensizliklere, bir miktar aldanışa ve bazı akılsızlıklara gelince, uzun soluklu ve neredeyse evrensel bir ölümün ardından gelen reform döneminde, uyanış henüz tazeyken böyle şeylerin görülmüş olduğuna şaşmamak gerek. Tanrı, ilk yaratılışında dünyayı birdenbire tamamlamadı. Büyük miktarda düzensizlik, karanlık ve kaos vardı. Tanrı bundan sonra “Işık olsun” dedi ve her şey mükemmel haline kavuştu. Tanrı, halkını kurtarmaya yönelik büyük etkinliğine ilk başladığı zaman, Mısır’da uzun süren bir tutsaklık döneminin ardından bir süre için gerçek mucizelerle birbirine karışan sahte mucizeler vardı. Bunlar yüzünden imansız Mısırlıların yüreği katılaştı ve bütün etkinliğin ilahi kökeninden kuşku duydular. İsrailoğulları uzunca bir süre uzakta ve ihmal edilmiş bir şekilde kalan Tanrı’nın sandığını ilk kez getirmeye gittikleri zaman Rab’be doğru bir şekilde yönelmediler. 1. Ta.15:13. Tanrı’nın oğulları Rab’bin huzuruna çıktıkları zaman, Şeytan da onların arasındaydı. Süleyman’ın gemileri altın, gümüş ve inci getirdikleri zaman içlerinde maymunlar ve papağanlar da vardı. Karanlık bir gecenin ardından şafak ilk kez söktüğünde, gün ve güneş ansızın mükemmel bir şekilde parlamaz, bir süre için karanlık ve ışık birbirine karışmış durumdadır. Yeryüzünün meyveleri olgunlaşmadan önce yeşildirler ve uygun mükemmelliğe kavuşmaları için bir süre geçmesi gerekir. İsa Mesih bize Tanrı’nın egemenliğinin de böyle olduğunu söyler. Markos 4:26,27,28. "Tanrı'nın Egemenliği, toprağa tohum saçan adama benzer. Gece olur, uyur; gündüz olur, kalkar. Kendisi nasıl olduğunu bilmez ama, tohum filizlenir, gelişir. Toprak kendiliğinden ürün verir. Önce filizi, sonra başağı, sonunda da başağı dolduran taneleri verir.” 

Bu etkinliğe eşlik eden akılsızlıkların ve yanılgıların, özellikle daha az tecrübesi ve istikrarı olan, aşırılıklara kaymaya daha eğilimli olan gençlerde kendisini göstermesine şaşırmamalıyız. Şeytan insanları mümkün olduğu kadar elinde tutmaya çalışır ama bunu artık yapamadığı zaman onları aşırı uçlara, Tanrı’ya saygısızlığa ve dini zedelemeye yöneltir. Hiç kuşkusuz, birçok yerde insanlar hizmetkarların bu etkinlikle ilgili yanlış düşünceleri olduğunu açıkça görüp hiç düşünmeksizin kendilerini kılavuz olarak atayarak kılavuzsuz kalmaktadır. Bunun sonucunda çobansız koyunlar gibi kalan insanlar yoldan çıkmaktadır. Bu şartlardaki insanların kılavuzlara ihtiyaçları vardır ama kılavuzların da kendilerinde bulunandan çok daha fazla bilgeliğe ihtiyaçları vardır. Eğer insanların bu etkinliğe olumlu yaklaşan ve sevinç duyan hizmetkarları varsa, sevinin. Ancak ne insanların ne de hizmetkarların bu olağanüstü yeni etkinliği doğru bir şekilde yönetmeyi bilmeleri beklenmemelidir. Çünkü bu etkinlik yenidir, daha önce hiç böyle bir şey yaşamamışlar, bunun sonuçları ve sorunlarıyla karşılaşmamışlardır. Tanrı’nın aralarında yaşamamı sağladığı insanlarda bu deneyimin mutlu sonuçları bugün bile son derece açıktır.  

Bu yıl orada devam eden işlerin, altı yıl öncesine nazaran çok daha saf olduğunu söylemeliyim. Çok daha ruhsaldır, doğal benlikten ve ahlaksızlıklardan özgür, aşırı şevklilerin azgınlıklarından ve aşırılıklardan daha arıdır. Gerek Tanrı’nın gerekse insanların huzurunda derin bir alçakgönüllülük ve benliği inkâr tutumu vardır. Akılsızlıklardan ve düzensizliklerden çok daha özgürdür. Daha önce birçok kişi, sevinçlerinde ve tesellilerinde Tanrı’yla aralarındaki mesafeyi çabucak unutarak Tanrı’yla ilgili konulardan ve kendi deneyimlerinden söz ederken bunları çok hafife alacak şekilde konuşurlardı. Oysa artık böyle bir tutum olmadığı gibi, Tanrı’nın yönlendirişiyle daha ağırbaşlı, saygılı ve alçakgönüllü bir sevinç söz konusudur (Mez. 2:11). Bunun nedeni daha az sevince sahip olmaları değil, tam tersine daha sevinçli olmalarıdır. Önceki dönemin etkisi altında kalan birçoğumuzun Gök’le iletişimi onların o zaman sahip olduğundan çok daha fazladır. Fakat bu sevinç şimdi bambaşka bir tutumla ortaya koymakta, benlik inkâr edilmekte, yürekler kırılmakta ve toz haline gelmektedir. Sevinçten söz edilirken kahkahalar değil gözyaşları vardır. Daha önce gülenler şimdi ağlamakta ama hep bir ağızdan sevinçlerinin eskisine kıyasla şimdi çok daha pak ve tatlı olduğunu söylemektedir. Şimdi Beytel’de Tanrı’yı gören ve cennete uzanan merdivene tanık olduğu zaman “Burası ne korkunç!” diyen Yakup gibidirler. Tanrı’nın dağdaki yüceliğini gören ve sonra koşarak yere kapanan Musa gibidirler.  3

3.2. Hiçbirimiz bu işlere engel ya da köstek olacak hiçbir şey yapmamak, tam tersine elimizden geldiğince desteklemek için dikkatli olalım. İsa Mesih Gök’ten Kutsal Ruh’un olağanüstü ve harika bir etkinliğiyle bu dünyaya geldi. O’nun bütün öğrencilerinin O’nu tanıması ve onurlandırması gerekir. 

İsa Mesih’in ve elçilerin günlerindeki Yahudilerin örneği, bu etkinliği kabul etmeyen ve büyük bir kıskançlığa sahip olan insanlara, söyleyecekleri ve yapacakları şeyler konusunda son derece dikkatli olmalarını gerektirir. İsa Mesih o zaman dünyadaydı ama dünya O’nu tanımadı. Kendi halkına geldi ama kendi halkı O’nu kabul etmedi. İsa Mesih’in gelişi, onların ellerinde bulunan Kutsal Yazıların peygamberliklerinde sık sık bildirilmişti ve uzun süredir bekleniyordu. Ancak Mesih onların bekledikleri şekilde gelmediği için ve onların benlikteki mantıklarına uygun düşmediği için O’nu kabul etmediler. Hayır, O’na karşı direndiler, O’na deli dediler ve O’nun aracılığıyla etkin olan ruhun İblis’in ruhu olduğunu ilan ettiler. Mesih’in yaptığı büyük işler karşısında hayrete düştüler ama bunlardan ne sonuç çıkaracaklarını bilemediler, sürçme taşında sürçtüler ve sonunda O’nu reddettiler. Tanrı’nın Ruhu elçilerin günlerinde harika bir şekilde döküldüğü zaman bunu karışıklık ve çılgınlık olarak nitelediler. Gördükleri ve duydukları şeylerden ötürü şaşkınlığa düştüler ama ikna olmadılar. Yşa. 29:14’te söylediği gibi, anlayışlarında ve bilgilerinde budalalığa düşerek Tanrı’nın işlerini reddettiler. “Onun için ben de bu halkın arasında yine bir harika, evet, şaşılacak bir şey yapacağım. Bilgelerin bilgeliği yok olacak, Akıllının aklı duracak." Dinsellikleri ve dindarlıklarıyla bilinenlerin çoğu, Ruh’un işlerine karşı büyük bir kin duydular, çünkü kendilerinin saygınlığını azalttığını, şekilciliklerini ve kayıtsızlıklarını yüzlerine vurduğunu gördüler. Bazıları bu nedenlerle Tanrı’nın Ruhunun işlerine açıkça karşı durdular, bunları kötülediler ve içsel kanaate karşı gelerek Şeytan’ın işleri olarak niteleyerek Kutsal Ruh’a karşı bağışlanmayacak günahı işlediler.  

İsa Mesih’in, kendi egemenliğini yeryüzünde kurmak için ikinci ruhsal gelişi vardır ve ilk gelişi gibi bu da Tanrı’nın kilisesi tarafından uzun bir süredir beklenmekte olup Kutsal Yazıların peygamberliklerinde çokça konu edilmiştir. Bu konuda söylenenlere bakarak, bu gelişin birçok yönden ilk gelişle paralel olacağını düşündürecek nedenlerimiz var. Tanrı’nın göze görülen kilisesinin son zamanlarda içinde bulunduğu düşkün halin o günlerdeki Yahudi cemaatinin haliyle paralel olduğu dikkate alınırsa, Mesih geldiği zaman işlerinin birçoklarına tuhaf görüneceğine şaşmamak gerek. Şu anki etkinlik, Mesih’in egemenliğini kurmak için sık sık bildirilen yüce gelişinin başlangıcı olsun ya da olmasın, bunun aynı Ruh’tan ve aynı doğadan kaynaklandığı bellidir. Mesih’in işlerini tanımayı reddetmeye devam eden insanların – özellikle bunların arasında kilisede öğretmenlik yapanların – yolda bulunan sürçme taşlarından ne sonuç çıkardıklarına ya da etkinlikten kuşkulanmak için hangi nedenleri olduğuna bakılmaksızın, Mesih’i reddeden eski çağın Yahudileri gibi Tanrı’yı öfkelendirecekleri muhakkaktır. Yahudi cemaatinin öğretmenleri, kendilerine aşılmaz gelen sayısız sürçme taşı buldular. İsa Mesih’te ve göğe alınışından sonra Kutsal Ruh’un işlerinde gördükleri birçok şey onlara aşırı derecede tuhaf görünüyordu. Tereddütlerinin doğru gerekçelere dayandığından emindiler. İsa Mesih ve O’nun işleri Yahudiler için sürçme taşı oldu. İsa Mesih, “Benden ötürü sendeleyip düşmeyene ne mutlu!" dedi (Luka 7:23). Mesih’in ortaya çıkışı ne kadar tuhaf ve beklenmedik olsa da O’nun Yahudiye’deki mucizeleri herkese gözlem yapma fırsatı vermişti. Yine de O’nu kabul etmediler ve Tanrı’nın huzurunda kendi üzerlerine korkutucu bir yargı getirdiler. İsa Mesih onları mahkûm ederek şöyle dedi: “Sizi ikiyüzlüler! Yeryüzünün ve gökyüzünün görünümünden bir anlam çıkarabiliyorsunuz da şimdiki zamanın anlamını nasıl oluyor da çıkaramıyorsunuz?” Luka 12. 

Yüce Yahve’nin gökleri eğip de uzun süredir lütfunun ve gücünün muhteşem işleriyle ülkenin bu denli kalabalık yerlerinde ve hatta her yöresinde böyle kapsamlı bir şekilde görünmesine rağmen büyük kitlelerin ve hatta kilisesindeki birçok öğretmenin O’nu tanımadan, kabul etmeden, onurlandırmadan, lütufkar huzurunda sevinç duymadan, bize dünyanın sunduğu bütün geçici bereketlerden daha çok iyilik göstererek lütfuyla gerçekleştirdiği yüce ve kutlu işler için şükretmeden O’nun huzurunda suçsuz kalabileceklerini düşünmek mümkün değildir. Böyle bir durumda, özellikle hizmetkarların uzun süreli sessizliği kuşkusuz Tanrı’nın gazabını uyandırır. Gizli bir direniştir bu ve gerçekten etkinliği engellemeye meyillidir. Bu sessiz hizmetkarlar, Mesih’in "Benden yana olmayan bana karşıdır” sözleri doğrultusunda Tanrı’nın yoluna engel olmaktadır. Eski günlerin Yahudileri gibi bu tuhaf etkinliğin ne olduğunu merak edenler, nasıl bir sonuç çıkaracaklarını bilemeyenler, kabul etmeyi reddedenler ve ondan söz ederken kötüleyici bir dil kullananlar, Elçi Pavlus’un kendilerine yönelik şu sözleriyle titremelidirler: “Dikkat edin, peygamberlerin sözünü ettiği şu durum sizin başınıza gelmesin: “Bakın, siz alay edenler, Şaşkına dönüp yok olun! Sizin gününüzde bir iş yapıyorum, Öyle bir iş ki, biri size anlatsa inanmazsınız.”” (Elç. 13:40,41). Olağanüstü düzeyinden ve işleyiş tarzından ötürü bu etkinliğe inanmakta güçlük çekenler Samiriye’deki imansız komutanın “RAB göklerin kapaklarını açsa bile, olacak şey değil bu!" ifadesine Elişa’nın verdiği cevabı düşünmelidirler: "Sen her şeyi gözlerinle görecek, ama onlardan hiçbir şey yiyemeyeceksin!" (2 Kr. 7:19). Tanrı’nın İsrailine ışık veren etkinliği Mısırlılar’ın bulut ve ateş sütunu olarak görmeleri gibi bu etkinliği de bulut ve karanlık olarak görenler kendilerinin yıkımına neden olmasın diye dikkat etmelidir. 

Sağduyulu davranmak adına kendilerini sessizliğe teslim ederek işlerin nereye varacağını ve bu etkinliğe maruz kalanların ne gibi bir ürün vereceğini görmeyi bekleyenlerin, böyle yapmakla bugün kendisini harika ve lütufkar bir şekilde ülkede gösteren İsa Mesih’i tanımakta geciktiklerini düşünmelerini isterim. Böyle bekleyen birçok kişi, büyük olasılıkla neyi beklediklerini bilmemektedir. İçinde zorluklar ve sürçme taşları olmayan bir Tanrısal etkinlik bekliyorlarsa, nehir kenarında bütün suyun akışını bekleyen akılsız biri gibidirler. Tanrı’nın hiçbir işi sürçme taşları olmadan gerçekleşmez. Tanrı’nın, aracılığıyla kendisini dünyaya gösterdiği hiçbir büyük etkinlik zorluklardan yoksun değildir. Başlangıçta birçok şey insanların günahlı benliğe uyan imansız yüreklerine tuhaf, tutarsız ve zor görünse de Tanrı’nın etkinliği O’nun işidir. İsa Mesih ve O’nun işleri birçokları için daima sürçme taşı ve denenme kayası olmuştur ve olmaya devam edecektir. Hoşea peygamber (14. Blm), Tanrı’nın kilisesindeki görkemli dinsel uyanıştan söz ederken Tanrı’nın sözlerini şöyle bildirir: “Çiy gibi olacağım İsrail'e; Zambak gibi çiçek açacak, Lübnan sediri gibi kök salacaklar. Dallanıp budaklanacaklar, Görkemleri zeytin ağacını, Kokuları Lübnan sedirini andıracak.” Ardından sözlerini şöyle sonuçlandırır: “Bilge kişi kavrasın bunları, Anlayan anlasın. Çünkü RAB'bin yolları adildir; bu yollarda yürür doğrular, ama başkaldıranlar bu yollarda sendeler.”     

Şu anda bu etkinliğe eşlik eden sürçme taşlarının, azalmak yerine bazı yönlerden çoğalma olasılığı var. İmandan sapma ve günaha saplanma gibi olayları muhtemelen daha çok göreceğiz. Sürçme taşlarından biri kalksa, başkaları gelecektir. Mesih’in benzetmeleri için geçerli olan şeyler, işleri için de geçerlidir. İnsanların karanlık zihinlerine zor gelen şeylerin amacı mizaçlarını ve ruhsal durumlarını sınamaktır. Bakıp bakıp görmeyen, duyup duyup anlamayan imansız, sapkın, her şeyde kusur arayan ruhları ve çürük zihinleri açığa çıkarmaktır. Şimdi bu etkinliğin sonucunu görmeyi bekleyenler, o zaman daha iyi karar vereceklerini zannetmekte ama çoğu yanılmaktadır. Yahudiler Mesih’in mucizelerini gördüler ama O’nun Mesih olduğuna dair daha iyi kanıtlar görmek için beklediler. Gökten bir belirti istediler ama boşuna beklediler. Sürçme taşları azalmak yerine daha da çoğaldı. O taşların sonu bir türlü gelmek bilmedi ve imansız yürekler giderek daha da katılaştı. Birçok kişi, Kutsal Yazı’da sözü geçen o yüce reform için dua ediyorlar (Mesih’in gelişini bekleyen Yahudiler gibi) ama ne için dua ettiklerini bilmiyorlar ve reform gerçekleştiğinde onu ne fark ediyor ne de kabul ediyorlar.

İnsanların bu etkinliği tanımadan önce uzun bekleyişlerine neden olan bu sözde sağduyunun, en sonunda muhtemelen sağduyudan en büyük yoksunluk olduğu anlaşılacaktır. Tanrı’nın New England’a verdiği bu denli büyük bereketten pay almayacak, ilahi ışıktan, lütuftan, teselliden, göksel ve sonsuz yararlardan yoksun kalacaklar. Göksel pınar bu denli harika bir şekilde akarken, büyük kalabalıklar koşup da canları için zengin kaynaklara kavuşurken, onlar uzakta durup kuşkular ve hayretler içerisinde hiçbir şey alamıyor ve bu değerli mevsim geçip gidiyor. Bu denli olağanüstü dışsal belirtilerin eşlik ettiği bu etkinlikten kuşku duyanlar, bilgilenmek amacıyla fazla zahmete girmeden böyle şeylerin görüldüğü yerlere giderek, dikkatlice ve titizlikle gözlem yapıp sorgulayarak iki ya da üç vakayla yetinmeden kendi gözlemlerinin doyurucu sonucuna varana dek kuşkularının üzerine gitmeliler. Eğer bunu yaparlarsa, zihinlerini kanaate kapatmamış olan herkesin ikna olacağından kuşku duymuyorum. Sadece başkalarının kulaktan dolma şikayetlerini dinleyerek konuşmaya başlayanların yanılgısı ne büyük! İmansız Yahudi’nin uyarısı onlara daha sağduyulu olmayı öğretebilir: “Şimdi size şunu söyleyeyim: Bu adamlarla uğraşmayın, onları rahat bırakın! Çünkü bu girişim, bu hareket insan işiyse, yok olup gidecektir. Yok eğer Tanrı'nın işiyse, bu adamları yok edemezsiniz. Hatta kendinizi Tanrı'ya karşı savaşır durumda bulabilirsiniz." (Elç. 5:38,39). Bu yazıda ifade edilenler, bu etkinliğin Tanrı’dan olup olmadığına dair bir kanaat oluşturmaya yeterli midir, bilemem. Ama gelecek için umudum, bu kişilerin en azından Gamaliel’in öğüdüne kulak asmalarıdır. Umarım bu öğüde karşı durarak ya da dolaylı olarak itibarını sarsacak bir şey söyleyerek kendilerini Kutsal Ruh’a karşı savaşır durumda bulmazlar. İnsanın canı için en yıkıcı ve tehlikeli günahlar, Kutsal Ruh’a karşı işlenen günahlardır. İnsanların yüreklerinde lütufla işleyen Kutsal Ruh’u kötülemektense, Baba Tanrı’nın ya da Oğul Tanrı’nın aleyhinde konuşmak yeğdir. Kutsal Ruh’un içimizdeki işlerinden yararlanmamıza engel olacak bundan daha ciddi bir şey yoktur.       

Hala bu etkinliği kötülemeye kararlı kişiler varsa, bağışlanmayacak günahı işlememeleri için onlara yalvarmak isterim. Kutsal Ruh’un büyük ölçüde döküldüğü, insanların şehvetinin, kayıtsızlığının ve ikiyüzlülüğünün O’nun güçlü işleyişiyle azarlandığı dönemler, bu günahın işlenme olasılığının en büyük olduğu dönemlerdir. Bu etkinliğin devam ettiği yerlerde, ona karşı düşmanlık besleyenler arasında hiç kimsenin bu günaha düşmemiş olmalarını dilerim. Bu etkinliğe kötü niyetle karşı duran, kötüleyen ve İblis’in işi olduğunu söyleyenlerin, bağışlanmamış günahtan tek bir eksikleri vardır, o da bunu vicdanlarındaki içsel kanaate karşı yapmış olmalarıdır. Bazıları bu etkinliğe açıkça direniş gösterip kötüleme yoluna gitmeyecek kadar sağduyuludur ama yine de Rab’bin düşmanlarına karşı görkemle yürüdüğü bugünde, özellikle sessiz ve edilgen kalan hizmetkarların, Rab’bin meleğinin lanetini kendi üzerlerine çekmekten korkmaları gerekir. Hak. 5:23: “‘Meroz Kenti'ni lanetleyin’ dedi, 'Halkına lanetler yağdırın. Çünkü RAB'bin yardımına, Zorbalara karşı RAB'bin yardımına koşmadılar.’” 

Yüce Tanrı Gök’ten geldiği ve kendini bu ülkede harika bir şekilde gösterdiği için, ruhsal durumumuz ve koşullarımız içerisinde bundan mümkün olduğu kadar büyük bir şekilde etkilenmeyi umut ederiz ve Tanrı’nın beğenisine saygı duyarız. Bundan daha büyük bir mutluluk duymayanlar, daha çok suçlu ve sefil duruma düşeceklerdir. Bu etkinliği kabul edenler için bu mevsim lütuf yılı, diğerleri için ise gazap yılıdır (Yşa. 59:2) Tanrı sözünü gönderdiği zaman ona boş dönmeyecektir ve aynı şey Ruh’u için de geçerlidir. İsa Mesih Yahudiye’de olduğu günlerde birçokları O’nu hakir görüp reddettiler ama sonuçta bunun kayıtsız kalabilecekleri bir şey olmadığı belli oldu. Tanrı oradaki bütün insanların İsa Mesih’in aralarında olduğunu hissetmelerini sağladı ve kendi çıkarlarından ötürü O’nu hissetmeyenler, kendilerini büyük kederlere teslim ettiler. Tanrı, Hezekiel peygamberi İsrailoğullarına gönderdiği zaman ister kulak versinler isterse kulak tıkasınlar, yeter ki aralarında bir peygamber olduğunu bilsinler demişti. Aynı şekilde, Tanrı bu ülkede kendisini harika bir şekilde gösterdiği zaman yüce Yahve’nin New England’da bulunduğunu herkese bildirecektir. Şimdi de son kısma geliyorum. 

3.3. Bu etkinliğin dostu olan, ortağı olan ve desteklemek için gayret gösterenlere seslenmek isterim. Her türlü yanılgıdan, kötü davranıştan, etkinliği karartıp lekeleyecek her şeyden kaçınmak için büyük titizlik göstersinler. Bu etkinliği kötülemeye hazır olanlara hiçbir fırsat vermesinler. Elçi fırsat vermek isteyenlerin eline hiçbir fırsat vermemeye kararlıydı. Aynı elçi Titus’a, hem öğretişine hem de davranışına özen göstermek için çağrıda bulundu: “Öyle ki bize karşı gelen, hakkımızda söyleyecek kötü bir söz bulamayıp utansın.” Bizim yılan gibi zeki, güvercin gibi saf olmamız gerekir. Böyle bir günde tümüyle masum ve sağduyulu davranmamız sonuçsuz kalmayacaktır. Bu etkinliğin büyük düşmanı bize karşı elinden geleni yapacak, bizi körleştirip yanlış yönlendiren bir şey yapmamıza neden olduğu taktirde zafer kazanacaktır. Bu zafer, başka yüz kişiyi alt etse kazanacağı zaferden daha büyük olacaktır. Gözümüz açık olmalı ve dua etmeliyiz, çünkü bizler sadece küçük çocuklarız. Kükreyen bu aslan bizim için fazla güçlü, bu eski yılan bizim için fazla sinsidir. 

Alçakgönüllü, kendimizden emin olmayan ve tümüyle Rabbimiz İsa Mesih’e bağımlı olan bir tutum en büyük bir savunmamızdır. Bu nedenle ruhsal gurura karşı en büyük dikkatimizi verelim. Kavuşabileceğimiz en yüce göksel lütuflarla, olağanüstü deneyimlerle ve tesellilerle canımız yüceldiğinde gurura kapılmayalım. Bu tür bereketlere kavuştuktan sonra kendi yüreklerimizi sımsıkı ve kıskanç bir denetimle özel bir şekilde koruyalım. Öyle ki, kavuştuğumuz şeylerle kendimizi yücelterek, kendimize gereğinden fazla değer vererek kutsalların en önde gelenlerinden, cennetin en sevilenlerinden olduğumuzu ve Rab’bin özel sırlarına sahip olduğumuzu zannetmeyelim. Bu kötü kuşağın büyük eğitmenleri ve öğretmenleri olduğumuzu sanarak kendi bilgeliğimizi ve sezgilerimizi haddinden fazla büyütmeyelim. Cennetin olağanüstü elçileriymişiz ve peygamberleriymişiz gibi bir havaya girmeyelim. Canımıza Tanrı’nın büyük vahiyleri verildiğinde, kendi gözümüzde fazla parlamamalıyız. Dağda Tanrı’yla görüşen Musa’nın yüzü Harun’un ve halkının gözlerini kamaştıracak kadar çok parlıyordu. Ama Musa kendi gözünde parlamıyordu ve yüzünü peçeyle kapatmayı tercih etti. Hiç kimse kendisini en iyi haliyle bile bu ruhsal gururun tehlikesinden muaf görmesin. Tanrı, Üçüncü Gök’te kendisiyle konuşan Elçi Pavlus’un (gelmiş geçmiş en üstün kutsal olduğu halde) bu tehlikeden muaf olmadığını gördü (bkz. 2 Ko. 12:7). Yürekteki en zehirli yılan gururdur. Evrene ilk giren ve bütün günahların temelini oluşturan günah gururdur. En gizli, sinsi ve hileli işlev gören günah gururdur. Gurur her şeye sızar ve Tanrı’nın en çok tiksindiği şeydir. Müjde’nin ruhuna en karşıt olan, en tehlikeli sonuçları doğuran, İblis tarafından kutsalların yüreklerine sızarak onlara kendi hilelerini bulaştıran günah gururdur. Gururu en üstün kutsallarda bile birçok kez gördüm. Onlar Tanrı’yla olağanüstü bir beraberlik ve yüce deneyimler yaşadıktan sonra İblis bu kapıya gelerek onları ne yazık ki kandırdı ve saptırdı. Tanrı onların gözlerini açtı, özgür kıldı ve ardından kendileri gururun ihanetine uğramış olduklarını anladılar. 

Tanrı Ruhunun etkinliğinin bazı gerçek dostları, zihinlerindeki güçlü izlenimlere ve etkilere gereğinden fazla ağırlık vererek yanılgıya düştüler. Bu izlenimleri, adeta Gök’ten kendilerine verilen ve bazı şeylerin gerçekleşeceğine dair belirtilermiş ya da Tanrı’nın düşüncesine ve isteğine göre yapmaları gereken bazı şeylermiş gibi davrandılar, oysa Kutsal Kitap’ın hiçbir yerinde bunların işareti ya da vahyi yoktur. Eğer bu izlenimler gerçekten Tanrı’nın Ruhundan geliyorsa, O’nun kutsalların yüreklerindeki lütufkar işlevlerinden oldukça farklı bir doğadadır. Bunlar, Kutsal Ruh’un olağanüstü armağanlarının doğasından olup eski çağın elçilerine ve peygamberlerine verilen vahiy niteliğindedir. Elçi bunları Kutsal Ruh’un lütfundan ayrı tutar, 1. Ko 13.    

Bazı kişilerin bu tür izlenimlere ağırlık vermeye hazır olmalarının bir nedeni, kilisenin yaklaşmakta olan mutlu günlerindeki yüceliğin Kutsal Ruh’un olağanüstü armağanlarını yeniden kiliseye kazandıracağı düşüncesidir. Bu düşünce, Kutsal Ruh’un işleyişinin iki türünün doğası ve değeri olduğunu dikkate almamaktan kaynaklanıyor. Bu iki işleyişten biri olağan ve lütufkar, diğeri ise olağanüstü ve mucizevi işleyiştir. Birinci işleyiş, elçinin gösterdiği gibi en yüce ve muazzam olandır (1 Ko. 12:31). Elçi, Kutsal Ruh’un olağanüstü armağanlarından söz ettikten sonra şöyle der: “Ama siz daha üstün armağanları gayretle isteyin. Şimdi size en iyi yolu göstereyim.” Bundan sonraki bölümde, Kutsal Ruh’un lütfuyla mümkün olan bu üstünlüğün ne olduğunu özetler. Bu üstünlük sevgi, ya da ilahi sevgidir. Bütün bölüm boyunca sevginin neden daha çok üstün olduğunu ifade eder. Tanrı kendi doğasını insanın canına mucizevi armağanlardan daha çok kurtuluşa götüren lütufla açıklar. Tanrı’nın doğası o armağanlardan çok sevgiyi içerir. İnsan canının mutluluğu, üstünlüğü ve yüceliği sevgiden kaynaklanır. Sınırsız derecede üstün bir ürün veren kök budur. Kurtuluşa kavuşmak ve Tanrı’dan sonsuza dek zevk almak ilahi lütuf ile mümkündür, armağanlarla değil. Olağanüstü armağanlara sahip olan bir kişi, Tanrı’nın gözünde iğrenç olabilir ve cehenneme atılabilir. İnsan canının ruhsal ve sonsuz yaşamı, Kutsal Ruh’un lütfu aracılığıyla mümkündür ve Tanrı bunu yalnızca sevdiği çocuklarına bağışlar. Diğerini ise bazen Balam’a, Saul’e, Yahuda’ya ve ilk kilisede bağışlanmayacak günahı işleyenlere yaptığı gibi köpeklerin ve domuzların önüne atar (İbr. 6). Yargı gününde birçokları şöyle diyerek yalvaracaktır: “Ya Rab, ya Rab! Biz senin adınla peygamberlik etmedik mi? Senin adınla cinler kovmadık mı? Senin adınla birçok mucize yapmadık mı?” Elçilerin ve peygamberlerin en büyük ayrıcalığı mucizeler yaratmaları ya da vahiyler almaları değil, üstün kutsallıklarıydı. Onların yüreklerindeki lütuf, mucizevi armağanlarından bin kat daha fazlasıyla saygınlıkları ve onurlarıydı. Davut’un teselli bulduğu şeyler O’nun kral ya da peygamber olması değil, Tanrı’nın Ruhunun kendi yüreğine ilahi ışığı, sevgiyi ve sevinci aktaran kutsal etkisiydi. Elçi Pavlus, tüm diğer elçilerden daha fazla görümler, vahiyler ve mucizevi armağanlar alıyordu. Ama Mesih’i tanımanın üstün değeri yanında bunların hepsini kayıp sayıyordu. Elçilerin isimlerinin Gök’te yazılı olmasının kanıtı armağanları değil, lütuflarıdır. İsa Mesih cinlerin onlara tabi olmalarından çok adlarının Gök’te yazılı olmasına sevinmelerini buyurmuştu. Bakire Meryem için daha büyük bir ayrıcalık, En Yüce Olan’ın gölge salması sayesinde rahminde Üçlübirlik’in ikinci şahsını taşımaktan çok yüreğinde lütuf sahibi olmaktı. “İsa bu sözleri söylerken kalabalığın içinden bir kadın O'na, ‘Ne mutlu seni taşımış olan rahme, emzirmiş olan memelere!’ diye seslendi. “İsa, ‘Daha doğrusu, ne mutlu Tanrı'nın sözünü dinleyip uygulayanlara!’ dedi.” (Luka 11:27,28).  Aynı amaç için bkz. Mat 12:47. Kutsal Ruh’un etkisi ve yürekte ilahi sevgi, Gök’teki en üstün başmelekin en büyük ayrıcalığı ve yüceliğidir. Yaratığın, bütün güzelliği ile birlikte Baba ile Oğul’un bizzat kendisiyle sahip olduğu beraberliğin özünde bu yatar. Kutsallar da bu şekilde ilahi doğanın ortakları olurlar ve Mesih’in sevinci onlarda tamamlanmış olur. 

Elçinin Efesliler 4:11,12,13’te ortaya koyduğu gibi, Tanrı Ruhunun kutsal kılan olağan etkisi bütün olağanüstü armağanların sonucudur. Ruhsal armağanlar bu amaca hizmet ettikleri için hiçbir işlevleri kalmamıştır. Bu amaç olmadığı sürece ruhsal armağanlar insanların sefaletini kötüleştirmekten başka bir işlev görmeyecektir. Elçinin gözlemlediği gibi, Tanrı’nın Kutsal Ruh’unu kilisesine aktarmasının en üstün yolu, kilisenin bütün çağlardaki en büyük yüceliği budur. Peygamberlikler, bilinmeyen diller ve diğer mucizevi armağanlar son bulduğu zaman yeryüzündeki kilisesinin yüceliği gökteki kilisenin yüceliğine benzer olacaktır. Tanrı, Ruhunu elçinin sözünü ettiği en üstün yolla, yani asla boşa çıkmayan ilahi sevgiyle aktarmaktadır. Bu nedenle kilisenin yaklaşmakta olan mutlu durumunun yüceliği olağanüstü armağanları gerektirmez. Kilisenin durumu gökteki mükemmelliğe yaklaştıkça, olağanüstü armağanların son bulacağını ve ortadan kalkacağını düşünüyorum. İlahi sevginin ışığı bütün karanlığı ortadan kaldırdığında, gecenin karanlığında ışığı yansıtan yıldızlara ve aya gerek kalmayacaktır. Elçi mucizevi armağanların, ilahi sevgiyle etkin olan Ruh’un etkisine kıyasla çocuksu olduklarını söyledi. Bunlar kilisenin azınlık dönemine ait olmak üzere, kilisenin kalıcı yönetimi yetkinliğe erene dek etkin olmak üzere verilmiştir. Kilise yetişkinlik durumuna eriştiğinde, lütfun olağan aracıları son bulacaktır. 1 Ko 13:11 “Çocukken çocuk gibi konuşur, çocuk gibi anlar, çocuk gibi düşünürdüm. Yetişkin biri olunca çocukça davranışları bıraktım.” Bu ayeti, önceki üç ayetle karşılaştırın.   

Elçi bu bölümde peygamberliklerin, bilinmeyen dillerin, vahiylerin son bulmasından ve kiliseden kaybolmasından söz ederken, yani kilisenin azınlık durumundan yetişkinlik durumuna geçişini ifade ederken, yetişkinlik durumunun Gök’te olduğu gibi bu dünyada gerçekleşeceğini söyler gibidir. Çünkü mucizeler ve vahiyler son bulduktan sonra kalıcı olan üç şeyden, yani İman, Umut ve Sevgiden söz etmektedir. Elçinin buradaki konuşma tarzı, belli ki daha önce sözünü etmiş olduğu şeylerle bağlantılıdır. 8. ayette kalıcı olan şeylerle geçici olan şeylerin karşıtlığı söz konusudur. Elçi, kilisenin çocukluk dönemine eşlik eden bütün bu mucizevi armağanların, kilisenin yetişkinlik dönemine ermesiyle son bulacağını göstermektedir. Bunun ardından, oradan kalkan şeylerle birlikte hangi şeylerin geride kalacağını gözlemlemeye başlar. Kilisenin yetişkin döneminde kalıcı olan üç şey İman, Umut ve Sevgidir. Özellikle dünyanın son çağlarında, kilisede bunlar geçerli olacaktır. Elçinin bunları özellikle Korint kilisesi için gündeme getirmesi önemlidir, çünkü bu kilise henüz çocukluk dönemindeydi (bölüm 3:1,2) ve mucizevi armağanlara tüm diğer kiliselerden daha çok sahipti. Kilisenin yücelik dönemi geldiğinde, ışık o denli büyük olacaktır ki 12. ayette belirtildiği gibi yüz yüze görüşme söz konusu olacaktır. (bkz. Yşa. 24:23 ve 25:7). 

Bu nedenle, kilisenin yücelik günleri yaklaşırken mucizevi armağanların geriye dönmesini beklemiyorum. Bana kalırsa, bu armağanlar son zamanların yüceliğine bir şey katmak yerine onun yüceliğine gölge düşürecektir. Ben şahsen bir yıl boyunca peygamberlik görümleri ve vahiyler yerine, 15 dakika boyunca Kutsal Ruh’un, Mesih’in ruhsal ilahi güzelliğini, sınırsız lütfunu, fedakâr sevgisini, imanın kutsal eylemlerini, ilahi sevgiyi, tatlı hoşnutluğu ve Tanrı’da alçakgönüllü sevinci teşvik eden tatlı etkilerini tercih ederim. Bana öyle geliyor ki Tanrı’nın, kilisenin yaklaşmakta olan yeryüzündeki yüce ve kusursuz durumundan çok karanlık zamanlarda kutsallarına peygamberlik vahiy vermesi daha muhtemeldir. Kilisenin o mutlu durumunu başlatmak ve Tanrı’nın egemenliğini yeryüzünde kurmak için bu olağanüstü armağanların herhangi birine ihtiyaç yoktur.  

Bu nedenle Tanrı’nın halkına bu tür şeylere kulak verirken çok dikkatli olmalarını rica ederim. Birçok kez boşa çıktıklarına tanık oldum. En olağanüstü lütuf eylemleri, Tanrı’yla en tatlı beraberliği, Kutsal Yazılara en güçlü bağlılığı olan üstün kutsalların zihinlerinde bile bu tür izlenimlerin Gök’ten gelen kesin belirtiler olmadığını tecrübe yoluyla biliyorum. Bu tür izlenimlerin amacına ulaşmadığı zamanlara tanık oldum. Tanrı’nın bize verdiği peygamberlik sözlerinin karanlık yerde parlayan ışık gibi olduğunu düşünen kişiler, bu izlenimleri ve etkileri takip ederek kutup yıldızının kılavuzluğunu bırakıp el fenerinin peşine düşen insanlara benzer. Böylelerinin bazen üzücü aşırılıklara kapılmalarına şaşmamak gerek.

Üstelik vahiyden söz ederken, insan öğrenimini de hor görmemeliyiz. İnsan öğreniminin ruhsal hizmette pek az yararı olduğunu iddia edenler, ne dediklerini pek düşünmüyorlar, çünkü düşünselerdi söylemezlerdi. İnsan öğreniminden kastettiğimiz şey insanlardan ve dışsal kaynaklardan edinilen genel bilgidir. Dolayısıyla insan öğreniminin pek az yararı olduğunu söylemek, bir çocuğun eğitiminin ya da bir yetişkinin genel bilgisinin işe yaramadığını iddia etmektir. Bu mantıkla, dört yaşındaki bir çocuk, otuz yaşındaki çok bilgili bir adam kadar Tanrı’nın kilisesinde öğretmen olmaya ve Mesih’in egemenliğini ilerletmeye yeterli demektir. Yetişkinlerin hizmet etmek için daha büyük bir becerileri ve üstünlükleri varsa, bunun nedeni çocuklardan daha bilgili olmalıdır. Elbette bilginin çoğalması bir kişinin, eğilimi doğrultusunda iyilik etmeye de kötülük etmeye de gücünü artırır. Ama Tanrı’nın, Elçi Pavlus’ta, Musa’da ve Süleyman’da insan öğrenimini büyük ölçüde kullandığını inkâr etmek mümkün değildir.    

İnsanlar aracılığıyla edinilen bilgiyi hor göremeyeceğimiz için bu bilgiyi edinme yollarını da ihmal edemeyiz. Çalışmak hem öğrenmenin hem de başkalarına toplu olarak öğretmeye hazırlanmanın en büyük yoludur. Yüreğin Tanrı Ruhunun güçlü etkileriyle dolu olması, insanları çalışma olmaksızın mükemmel konuşma becerisiyle donatır. Ancak aşağıya inmenin bir yolu varsa, bu fazla hızlı olmasa da Rab’bin meleğinin bizi tutacağına güvenip de tapınağın üzerinde gereksiz yere atlamaktan yeğdir. Bu nedenle, halka seslenişlere hazırlanırken çalışma yönteminin hem anlayışımız hem de hafızamız açısından tümüyle ihmal edilmemesi gerektiğini düşünüyorum.

Tanrı’nın sevgili çocuklarının daha ciddi düşünmesini rica ettiğim başka bir konu, diğer Hristiyanları ikiyüzlü ya da gerçek din bilgisinden yoksun olarak nitelerken hangi Kutsal Yazı ilkelerine ve ne gibi gerekçelere dayandıklarıdır. Kutsal Yazıların sık sık ve katı bir şekilde yasakladığı bir yargılama ve kınama şekli vardır. Kutsal Yazıların bu ilkelerine bakılmasını ve bunların dikkatlice değerlendirilmelerini arzularım. Mesih’e ait olan başka insanların ruhsal durumlarını değerlendirip onlara kötü insan hükmü vermemiz İncil’de İsa Mesih tarafından gerçek anlamda yasaklanır. Mesih’in öğrencileri, kendilerini ne denli yeterli görseler ve bunu ne kadar gerekli görseler de yine de bu adetten kaçınmalıdırlar. Tanrı’nın, yalnızca kendisine ait gördüğü bu yargılama, bizler için yasaktır. İnsanların yüreklerini yargılamak yalnızca Tanrı’nın ayrıcalığıdır. “Göklerden, oturduğun yerden kulak ver ve bağışla. İnsanların yüreklerini yalnızca sen bilirsin. Onlara yaptıklarına göre davran” (1 Kr. 8:39). Eğer bu konuyu incelersek, Tanrı’nın ayrıcalığı olduğu belirtilen yürek yargılamasının yalnızca insanların belli bazı eylemlerinin altında yatan yürek niyetlerini ve amaçlarını değil, özellikle yüreklerinin din konusundaki durumlarını yargılamakla ilgili olduğu görülecektir. Şu ayetlere bakıldığında, bu gerçeği net bir şekilde görmek mümkündür: 1 Ta. 28:9. Mez. 7:9-11. Mez. 26. Özd. 16:2, 17:3,  21:2. Eyüp 2:23-25. Va .2:22,23. Tanrı’nın işi olan yargılama bizlere yasaktır. “Sen kimsin ki, başkasının kulunu yargılıyorsun? Kulu haklı çıkaran da haksız çıkaran da efendisidir. Kul haklı çıkacaktır. Çünkü Rab'bin onu haklı çıkarmaya gücü vardır” (Rom. 14:4). “Sizin tarafınızdan ya da olağan bir mahkeme tarafından yargılanırsam hiç aldırmam. Kendi kendimi de yargılamıyorum. Kendimde bir kusur görmüyorum. Ama bu beni aklamaz. Beni yargılayan Rab'dir” (1 Ko. 4:3,4).  

Yargı gününe ait olan her türlü yargılama, bize yasaktır: “Bu nedenle, belirlenen zamandan önce hiçbir şeyi yargılamayın. Rab'bin gelişini bekleyin. O, karanlığın gizlediklerini aydınlığa çıkaracak, yüreklerdeki amaçları açığa vuracaktır. O zaman herkes Tanrı'dan payına düşen övgüyü alacaktır” (1 Ko. 4:5). Ne var ki dindar görünen ve dindar hareketleri olan ikiyüzlüleri, gerçek kutsallardan, koyunları keçilerden ayırmak yargı gününde gerçekleşecektir ve hatta o günün esas amacıdır. Dolayısıyla kimlerin içten olduğunu belirleme görevini üstlenen kişiler büyük yanılgıya düşerler. Gerçek kutsallarla ikiyüzlüleri, koyunlarla keçileri, sağ eldekilerle soldakileri, buğdayla deliceleri ayırmak bize düşmez. Tarla sahibinin birçok hizmetkarı kendilerini buna yeterli görürler ve bu amaçla hizmetlerini sunarlar. Ama Rab şöyle diyor: “Mal sahibi, 'Bunu bir düşman yapmıştır' dedi. 'Gidip deliceleri toplamamızı ister misin?' diye sordu köleler. 'Hayır' dedi adam. 'Deliceleri toplarken belki buğdayı da sökersiniz. Bırakın biçim vaktine dek birlikte büyüsünler. Biçim vakti orakçılara, önce deliceleri toplayın diyeceğim, yakmak için demet yapın. Buğdayı ise toplayıp ambarıma koyun’” (Mat. 13:28-30). Elçinin, “Hiçbir şeyi zamanından önce yargılamayın” ifadesi de bu doğrultudadır (1 Ko.4:5). Bu benzetmede, tarlaya bakması gereken köleler ile Luka 20’de bağın ürünüyle ilgilenmesi gereken köleler aynıdır. Rab’bin hasadını kaldırmakla yükümlü olan kölelerin müjdenin hizmetkarları olduğunu biliyoruz. Matta 13. bölümde yer verilen benzetmede adamlar uyurken (kilisenin derin uykuda ve cansız olduğu bir zaman), düşman deliceleri ekti. Ekin gelişip başak salınca, yani din uyanışı gerçekleşince görevli köleler “Gidip deliceleri toplayalım” dediler. Dinin gücü konusunda tecrübeli olan bazı kişiler, başkalarıyla iki laf edince onların durumunu kestirmek ve belirlemek için kendilerini yeterli görürler. Ancak tecrübelerime göre bu bir yanılgıdır. Bir zamanlar insan yüreğinin bu kadar gizli olduğunu hayal edemezdim. 

Eskisine göre daha az merhametle doluyum ve eskisine göre daha fazla merhametliyim. Kötü insanlarda, onların dindarlar gibi görünmelerini sağlayan daha çok şey buluyorum. Dindar insanlarda da onların şekilci, ölü ikiyüzlüler gibi görünmelerini sağlayan daha çok kalıntı buluyorum. Yaşım ilerledikçe Tanrı’nın, insanların yüreklerini yargılama işini kendi ayrıcalığı olarak görmesini ve bunu biçim vaktine bırakmasını daha iyi anlıyorum. Tanrı’nın bana ve kardeşlerime yönelik bilgeliğine ve iyiliğine daha çok hayran kalıyorum. Çünkü yargılama işini bu denli zayıf, düşkün ve anlayışsız, böylesine kör, kibirli, taraf tutan, ön yargılı ve hileli yüreğe sahip olan bir yaratığa bırakmamış, bu işe sınırsız derecede uygun düşen birisine, yani bizzat kendisinin ellerine almıştır. 

Bazı insanların konuşmaları ve kendi tecrübeleriyle ilgili anlattıkları şeyler son derece tatmin edicidir. Bu onların Tanrı’nın değerli çocukları olduklarından başka bir düşünceye yer vermez. Onlara karşı tam bir sevgi göstermemiz gerektirir ve hatta adeta mecbur kılar. Ancak yine de ruhsal ve ilahi yaşamın gizli kalması gerektiğini söyleyen Kutsal Yazara izin vermeliyiz (Kol. 3:3,4). Onların yiyeceği saklı mandır, başkalarının bilmediği eti yerler ve bir yabancının onların sevinçlerine karışmaması gerekir. Yürekleri ilahi ve mükemmel süslerle doludur ve bunlar sadece insanın iç varlığını görebilen Tanrı’nın gözündedir (1 Pe. 3:4). Mesih’in onlara verdiği yeni adı, o adı alacak kişiden başka kimse bilmez. (Va. 2:17). Gerçek İsraillilerin övgüsü, insan eliyle değil Tanrı’nın eliyle yapılmış olan yürek sünnetidir (Rom. 2:29). Onların İsrailli olduğu mutlaka bilinir ve ayırt edilir, ama bunun yüceliği yalnızca Tanrı’ya aittir. Aynı elçinin 1 Ko.4:5’teki ifadesinde de bunu görmek mümkündür. Burada doğruları yargılama ayrıcalığının yalnızca Tanrı’nın ayrıcalığı belirtilir. O bunu yargı gününde yapacak ve o zaman herkes payına düşen övgüyü Tanrı’dan alacaktır. 

Yahuda’nın durumu dikkat çekicidir. Diğer öğrencilerin arasında bulunmuş, gerçek tecrübeleri yaşamış ve diğerlerinde onun samimi bir öğrenci olduğundan başka bir düşünce uyandırmamıştır. Bu durum onun gerçek yüzünü ifşa edene kadar sürüp gitmiştir. Ahitofel’in örneği de dikkat çekicidir. Davut son derece bilge, kutsal ve ilahi bir kişi olduğu ve Kutsal Yazıları iyi bildiği halde ondan kuşkulanmamıştı. Öğretmenlerinden ve eski insanlardan daha çok şey biliyordu, tecrübelerle yaşlanmıştı ve en olgun hüküm verme çağındaydı. Üstelik büyük bir peygamberdi ve Ahitofel’i yakından tanıyordu. Ahitofel kralın yakın bir dostuydu, ruhsal ve dinsel konularda yoldaşıydı. Ancak Davut onun gerçek bir kutsal olduğuna güvenmiş ve ikiyüzlülüğünü hiçbir zaman keşfetmemişti. Onunla dinsel sohbetleri tatlı buluyor ve onu üstün bir kutsal sayıyordu. Hatta insan canıyla ilgili konularda onu herkesin üzerinde bir kılavuz ve danışman atamıştı. Oysa Ahitofel kutsal olmak bir yana son derece kötü yürekli, cani ve sefil bir insandı. “Yıkıcılık kentin göbeğinde, Zorbalık, hile eksilmez meydanından. Beni aşağılayan bir düşman olsaydı, katlanabilirdim; bana küstahlık eden bir hasım olsaydı, Gizlenebilirdim. Ama sensin, bana denk, Yoldaşım, yakın arkadaşım. Birlikte tatlı tatlı yarenlik eder, Toplulukla Tanrı'nın evine giderdik” (Mez. 55:11-14).    

İnsanların görülebilen Hristiyanların canlarının durumunu belirleme becerisine ve hakkına sahip olduklarını, kutsallar ile ikiyüzlüleri, sanki iki ayrı grup varmış gibi ayırt edebileceklerini varsaymak tutarsızlıktır. Çünkü Tanrı’nın insanlara, görülebilen kilisesinin içinde başka bir görülebilen kilise yaratma gücü verdiğini varsayar. Oysa hiçbir insan görülebilen kiliseden kimseyi dışlama hakkına sahip değildir. Bizlere düşen, Tanrı’nın görülebilen kilisede oluşturmuş olduğu kilise düzenini devam ettirmektir. Tanrı’nın bu etkinliğini devam ettirmek için gerçek bir gayret içinde olanlara bu konuları dikkate almaları için yalvarışta bulunurum. Canlarla ilgilenenler bana şimdi kulak vermezlerse, daha fazla tecrübeye sahip oldukları zaman aynı düşüncede olacaklardır.  

Tanrı’nın yüce işlerini gerçekleştiren gayretli dostlara başka bir ricam, karşıtlarla ateşli tartışmalara girmemek, öfkeye teslim olmamak, özellikle dua toplantılarında ve vaazlarda karşıtlara zulüm etmemektedir. Onların yaşadığı zulüm zaten on kat büyüktür ve bu kadarını söylemekle yetinmek iyi olur. Hristiyanlar kuzular gibi olacaksa, canları yandığında şikâyet edip ağlaşmamayı, ağızlarını açmak yerine susup aptal gibi görünmeyi tercih etmeli, dokunulduğunda bağrışan domuzlar gibi davranmamayı, sevgili Kurtarıcımızı örnek almayı öğrenmelidir. Samiriyeliler bize karşı gelip de bizi köylerine almadıkları zaman Gök’ten ateş yağdırmayı düşünmemeliyiz. Tanrı’nın gayretli hizmetkarları, elçi Pavlus’un başka bir gayretli hizmetkara verdiği öğüt doğrultusunda davranmalıdır. “Rab'bin kulu kavgacı olmamalı. Tersine, herkese şefkatle davranmalı, öğretme yeteneği olmalı, haksızlıklara sabırla dayanmalıdır. Kendisine karşı olanları yumuşak huyla yola getirmeli. Gerçeği anlamaları için Tanrı belki onlara bir tövbe yolu açar. Böylelikle ayılabilir, isteğini yerine getirmeleri için kendilerini tutsak eden İblis'in tuzağından kurtulabilirler” (2 Ti. 2:24-26).  

Rab İsa Mesih’i sevenlere alçakgönüllülükle vereceğim tavsiye, Mesih’in bizlere bıraktığı sağduyulu ilke doğrultusunda O’nun egemenliğini ilerletmeleridir. “Hiç kimse eski giysiyi yeni kumaş parçasıyla yamamaz. Çünkü yeni kumaş çeker, giysiden kopar, yırtık daha beter olur. Hiç kimse yeni şarabı eski tulumlara doldurmaz. Yoksa tulumlar patlar; hem şarap dökülür, hem de tulumlar mahvolur. Yeni şarap yeni tulumlara konur, böylece her ikisi de korunmuş olur." (Mat 9:17). Bence şu anda bu ülkenin bazı kısımlarında bu ilkeye uyulmadığı için şarap bitiyor. Dinsel işlerin idaresinde kendimizi belli bazı yöntemlerle fazlaca kısıtladığımıza inanıyorum. Bu yüzden dinimiz sadece kuru bir şekle indirgenmiştir. Ancak büyük bir keşif görünümünde olup da insanların zihinlerini şaşırtan ve hayrete düşüren, onları konuşturan ve tartışmalara sevk eden bir şey dinin ilerleme gücünü engelleme tehlikesine de sahiptir. Bazı kişilerin düşmanlığına, diğerlerinin kafalarının karışmasına ve birçoklarının kuşkulara ve vicdani rahatsızlıklara kapılmalarına neden olur. İnsanları büyük görevden alıkoyarak kenarda boş patırtılarla meşgul eder. Bu nedenle, doğası itibarıyla çok önemli olmayan bir konu yoksa, esas hizmetlere devam edilmelidir. Bu noktada, dinin gücünü artıran en büyük başarı örneklerinden birini takip edeceğiz. “Yahudiler'i kazanmak için Yahudiler'e Yahudi gibi davrandım. Kendim Kutsal Yasa'nın denetimi altında olmadığım halde, Yasa altında olanları kazanmak için onlara Yasa altındaymışım gibi davrandım. Tanrı'nın Yasası'na sahip olmayan biri değilim, Mesih'in Yasası altındayım. Buna karşın, Yasa'ya sahip olmayanları kazanmak için Yasa'ya sahip değilmişim gibi davrandım. Güçsüzleri kazanmak için onlarla güçsüz oldum. Ne yapıp yapıp bazılarını kurtarmak için herkesle her şey oldum. Bunların hepsini Müjde'de payım olsun diye, Müjde uğruna yapıyorum” (1 Ko. 9:20-23).  

George Marshall tarafından düzeltilmiştir.