Blue Flower

Kutsal Kitap'ın gerçeğe bakış açısını, pek çok diğerleri arasından bir seçenekmiş gibi ifade etmemeliyiz. Çünkü Kutsal Kitap, yaşadığımız dünyanın doğasının gerçekliği olduğunu söylemektedir. Gerçeklik olduğu iddiası test edilerek ispatlanabilir, ve kendisine has bir özelliktir. Gerçekliği tanımlayan tüm diğer bakış açıları yanlış olmalıdır.

Kutsal kitabın gerçekliğin doğası hakkındaki öğretisi Tanrı'nın kendisiyle başlar. O, bütün evrenin tüm-güçlü Yaratıcısıdır ve her zaman var olmuştur. Onun dışında var olan herşey, geçmiş bir tarihte onun tarafından yapılmıştır. O her zaman aynı olmuştur. Evren büyüdükçe var olagelmemiştir veya insan aklından çıkmış olan bir fikir değildir. Aksine, herşey varoluşlarında ona bağımlıdır.

 Tanrı, sadece herşeyi yaratmakla kalmamış, varlıklarının süreklikliğini de sağlamıştır. Dünyayı yaratıp, bir saatmiş gibi kendi başına işlemesi için öylece bırakmamıştır. Doğanın kuralları bir bakıma Tanrı'nın evreni nasıl desteklediğinin ifadesidir. O, evrene ender olarak değil her zaman etki eder.

Tanrı ruhtur, uzayla sınırlandırılmış değildir ve dolayısıyla, herbir insanın hareketlerini ve düşüncelerini bilerek, aramızda yaşar. Onun varlığından kaçmanın yolu yoktur. Bilgisi sonsuz olduğundan, onu hiçbirşey şaşırtamaz. Bu dünyanın gidişatı üzerinde egemendir. Tarihi geçersiz kılar ve bir gün bu çağı sonlandırarak yeni doğruluk çağını başlatacaktır.

Tanrı aynı zamanda kişiseldir. Tanrının kutsal doğasında her zaman üç kişi olmuştur. Tanrı anlamı garip bir ruhsal alem veya "bilinci" olmadığı gibi sadece gerçek, "tüm sevgi" ile veya sadece "yaratık" kalıbına sokulamaz. Üçlübirliğin üç kişisi de her zaman, bu dünyanın yaratılışından bile önce var olmuşlardır. Birbirlerini seviyorlardı ve birbirleriyle iletişim içindeydiler. Aklâki açıdan mükemmeldiler. Tamamiyle ruhsal olan yaratıkları, bu maddesel dünyayı ve aynı anda hem fiziksel hem de ruhsal bir yaratık olan insanı yaratma kararını birlikte düşündüler karar verdiler ve eyleme geçirdiler. Tanrı'nın kendi karakteri bu dünyayı ahlâklı bir dünya yapmaktadır. Herşey onun mükemmel iyi ve adil olan karakterine referans olarak tanımlanmıştır.

 Baba, Oğul ve Kutsal Ruh'tan oluşan kişisel Tanrı'nın sevdiğini, düşündüğünü, iletişim kurduğunu, hareket ettiğini, ahlâki açıdan mükemmel olduğunu ve yarattığını söylemenin sadece bir benzetmeden ibaret olmadığının vurgulanması gerekir. Bunlar deneyimlerimize dayanarak, son derece ulaşılmaz ve dolayısıyla açıklanamaz bir Tanrı'yı açıklamaya yönelik benzetme yapma çabaları değildir. Bunlar Tanrı'nın kendisinden dolayı ve bu nedenle onun benzerliğinde yaratılmış olan bizlerden dolayı da doğrudur. Tanrı, ahlâklı ve ve sevebilen bir varlık olduğundan biz de ahlâklı ve sevebilen varlıklar olarak tanımlanabiliriz. Bu son derece önemlidir. Gerçekte adlandırılamaz olanı etiketlemeye çalışmıyoruz. Sadece Tanrı bu karakteristik özelliklere sahip olduğu ve biz de onun benzerliğinde yaratılmış olduğumuz için biz de bu özelliklere sahibiz. (İlginçtir ki kişisel bir Tanrı'yı reddeden modern düşünürler insan kişiliğinin bile varlığından şüpheye düşmüş olduklarından, insanı bir makineyle aynı seviyeye indirgemişlerdir.)

Tanrı'ya ibadet etmek, onu sevmek ve ondan zevk almak için Tanrı'ya benzer yaratıldık. Tanrı O'na, hayatımızın küçük bir parçasında-ruhsal parçasında bağlı olmamız için yaratmamıştır. Hayatımızın tümünde-vücudumuz, aklımız, duygularımız ve arzularımızla ona bağlı olmamız ve ona benzerliğinimizi ifade etmemiz için yaratmıştır.

Adem ve Havva mükemmel olarak yaratılmışlar fakat onlar (ve dolayısıyla da bizler) Tanrı'ya itaatsizliği ve kendi yollarını sürdürmeyi seçmişlerdir. Düşüşten itibaren insanlığın problemi ahlâkidir - isyan. Bizim problemimiz fiziksel (veya akılsal, duygusal veya iradesel) olup olmayışımızdan kaynaklanmamaktadır. Ya da sonlu olmamızla, yani belli bir uzay-zaman diliminde bulunmakla, gerçeğe dair kısmi bilgimizle, geleceği değil de sadece şimdiyi bilebilmekle sınırlı olmamız da değildir. Hayır, bu çeşit insancıllıkla hiçbir alakası yoktur. Problemimiz günahkâr olmamız, yani hayatın her alanında Tanrı'nın karakteriyle olan ahlâki uyuşmazlığımızdır. Mesih'in gelmesi günahkârlığımızın ve sonuçlarının-acının, karışıklığın, yaşamdaki çarpıklığın, ve ölümün Tanrı tarafından çözümüdür.

Mesih üçlübirliğin ikinci kişisi olan Oğul'dur. Tanrı ve Kutsal Ruh ile ezelden beri birlikte yaşamış, sonra tarihte belli bir zamanda Bethlehem'de doğmuştur. İnsan olarak ve Tanrı olarak mükemmel bir hayat sürmüştür. Diğer tüm insanlardan farklı olarak hayatında ahlâki açıdan hiçbir leke olmamıştır. Baba'ya itaatkâr bir yaşam sürmüş olup bu hayata çağrılmasındaki amaç Tanrı'nın karakterini yansıtmasıdır. Bize Tanrı'nın sevgisini ifade etmiş ve Baba'yla mükemmel bir ilişki içinde bulunmuştur. Bir insan olarak aynen bizim gibi sonlu olduğu halde bunu bir problem olarak görmemiştir. Belli bir anda sadece belli bir yerde olmakla, her seferinde sadece bir kişiyle konuşmakla yetinebilmiştir.

Buna rağmen Mesih'in hayatını incelediğimizde onun herhangi bir ruhsal tekniği ne kullandığını ne de tavsiye ettiğini görüyoruz. O maneviyatını hayatının tümünde ifade ediyordu, küçük bir parçasında değil. Dua ettiğide Baba ile sıradan bir insan diliyle konuşuyordu. Günah ile lekelenmemiş olduğundan Baba ile O'nun arasında bir engel yoktu. Sadece, bizim suçumuza ve cezamıza katlanmak üzere, bizi temsilen çarmıha gerilmeyi teklif ettiğinde aralarında bir engel oluştu. Çarmıh üzerindeyken, bir anlamda büyük bir günahkâra dönüştüğü için Tanrı'nın öfkesine yüzyüze gelerek fiziksel ölümü ve Baba'dan ayrılığı tattı. Baba tarafından terkedildiğini haykırması bu yüzdendi. Cezasını çektiği günahlar ona değil bize aitti. Sonuçta Tanrı'nın erdemli Oğlu olduğundan, Tanrı ve insan olarak bir vücutta sonsuza dek yaşamak için mezardan dirildi.

Sadece İsa Mesih'e güvendiğimiz sürece Tanrı ile barış içinde oluruz ve ilişkimizdeki engeller ortadan kalkar. Aksi halde Tanrı'nın önünde lanetlenmiş olarak kalırız. Mesih İnanlıları Tanrı'nın çocukları olarak çağrılır. İçimizde yaşayan Kutsal Ruh tarafından yönlendiriliyoruz ve Tanrı ile sevgi üzerine kurulu bir ilişkimiz var. Hristiyan hayatı tamamen Tanrı ile barışık olmamız temeli üzerinde kurulmuştur.

 Bütün bunların ışığında, Tanrı'yla ilişkilerini geri kazanmış (Tanrı'yla barışmış) olanlar olarak neye çağrılıyoruz? Tanrı'yı huzurunu var etmek-"Tanrının huzurunu deneyimlemek" için mi? Hayır. O'nun sevgisinden ve hayatımız üzerindeki gücünden emin olabilmek için ruhsal tecrübeler aramak mı? Hayır. Dua etmek için, kiliseye gitmek, Kutsal Kitabı çalışmak, iyi haberi yaymak için mi? Bunları içermekle birlikte, hayır. Adem neye çağrıldıysa biz de ona çağrılıyoruz. Tüm hayatımızda ona hizmet etmeye, O'nu sevmeye, O'ndan zevk almaya, O'nun karakterini yansıtmaya. Hayatımızın tüm alanlarında ruhsallığı ifade etmemiz gerekir, sadece bazı özel bölümlerinde değil. Hayatımızın tüm alanları O'nunla olan ilişkimizin bir ifadesi olmalıdır. Mesih aracılığıyla O'nunla bir ilişkimiz olduğundan dolayı O'nunla istediğimiz zaman konuşabiliriz. O'nu var etmek veya O'nun varlığını hissedebilmek veya duamızın içten olmasını garantilemek için özel teknikler kullanmamız gerekmez. Sevgili Babamız olarak O'nunla konuşabiliriz.

 Mesih'in bizim için kazandığı mirasın ilk meyvelerinin keyfini şimdiden çıkarıyoruz. Fakat O'nunla yüzyüze görüşeceğimiz günü iple çekiyoruz. Öldüğümüzde vücutlarımız mezarda çürüse de, Mesih'le olmaya gideceğiz ve bu dünyayı yönetmek için geri geleceği günü bekleyeceğiz. Geldiğinde eğer ölmüş isek vücutlarımız dirilecek, eğer hâlâ yaşıyor isek o zaman fiziksel olarak değiştirilip mükemmel kılınacağız. Mesih'in dönüşündeki bu dönüşümümüz kurtuluşumuzu mükemmel kılmak içindir. Hâlâ sınırlı insanlar olarak kalacağız ancak günahsız, hastalıksız ve ölümsüz olacağız. Bizimle birlikte yaratılan tüm varlıklar da dönüşecek ve sonsuza dek Tanrı'yla olan ilişkimizin tadına vararak yeni bir dünya ve cennette yaşayacağız.